Atom Egoyan’ın yeni filmi Kayıp Çocuk-The Captive bir insanın başına gelebilecek en dramatik macerayı anlatıyor. Çocukları çalınan genç bir çiftin yaşadığı acı kolay kolay hazmedilemez…
Bazı filmlerin kritiğini yaparken oyuncusu, yönetmeni veya tutturduğu sinema dilinden daha çok anlattığı konuya odaklanmak beni daha çok tatmin ediyor. Daha doğrusu filmin öyküsünün gerçek hayatta ne kadar yer kapladığı ve bir insan için ne ifade ettiği daha önemli oluyor. Kayıp Çocuk da işte aynen böyle bir film. Hayatta çok acı var. Biz insanlar mutluluklarımızdan çok acılarımızla bu dünyada yer alıyoruz. Bu ne yazık ki böyle. Acılar yarıştırılmaz ama yine de bana sorsanız hayatta başıma gelebilecek en kötü şey çocuğumu kaybetmektir. Hele bir de başkası tarafından elimden alınıyorsa, ona ne olduğuna dair hiç bir bilgim olmazsa işte bu benim için hayattaki cehennemdir. Hepimiz için gerçektir bu. Kayıp Çocuk-The Captive de böyle bir hikaye anlatıyor. Genç yaşta evlenip kız çocuk sahibi olan bir çift hem hayat standartlarını yükseltmek hem de kızlarının büyümesini seyredip mutluluklarını perçinlemektedirler. Matthew paten yapan kızını almış eve dönmektedir. Her zaman yaptığı gibi tatlı almak için yol kenarındaki kafede durur, alışverişini yapıp arabaya döner. Kızı arka koltukta yoktur. Karla kaplı arazi birden acıların dekoru olur. Matthew çılgın gibi kızını arasa da kimse etrafta yoktur. Hemen polise haber verilir, anne Tina olay yerine gelir. Ama araştırmalar hiç bir sonuç vermez. Cassey kaybolmuştur. Yıllar sonrasına gideriz. Bu acı aileyi yıkmıştır. Matthew artık kendi çabasıyla kızını aramaya devam etmektedir. Polis hiç bir yerde kanıt bulamazken şüpheler baba Matthew’ün üzerinde yoğunlaşmıştır. Anne Cassey ise içten içe Matthew’ü suçlar. Ona göre kızının kaybolmasının nedeni Matthew’un Cassey’i arabada yalnız başına bırakmasıdır. Onu her gördüğünde Cassey’i hatırlar ve bunun etkisiyle kocasıyla arasına mesafe koyar. Artık çift ayrı yaşamaktadır. Kısacası aile dağılmış birbirlerinin yerine kızlarının kaybının acısını hayat arkadaşı olarak seçmişlerdir. Bu arada polis çocuk bölümünde çalışan dedektifler internette bir kayıda rastlarlar. Cassey olduklarını tahmin ettikleri bir genç kızın görüntüleri hikayenin göründüğünden daha da karanlık olduğunu ortaya çıkarır. Cassey yaşamaktadır ama hangi şartlarda ve kimin yanında? Film psikolojik gerilim türünü doğal bir şekilde bir abartıya yer vermeksizin perdeye taşıyor. Zaten hikaye o kadar dramatik ki hiç bir abartıya da gerek yok. Filmin başrolünde oynayan ve baba rolünü canlandıran Ryan Reynolds çok ilginç bir tercih. Kariyerinin başlarında romantik komedilerle veya gençlik filmleriyle karşımıza çıkan Reynolds kendini farklı betimleyen filmlerde oynama cesaretini gösterdi. Sadece bir komedyen veya yakışıklı oyuncu tiplemesinden daha çok dramatik rollerde ve bağımsız filmlerde yer aldı. Üstelik benim beklemediğim kadar başarı da gösterdi. Mesela 2010 yapımı Toprak Altında-Buried bir baş yapıttır. Bir tabutun içinde 90 dakika Reynolds’un başarılı performansıyla devam eden film, onun kariyerinin zirvesidir. Bu tür filmler sayesinde Kayıp Çocuk gibi ağır dramatik filmlerde onu seyredebiliyoruz. Fiziğinin taşıdığı doğal yumuşaklık ise bu tür filmlere bir derinlik katıyor sanıyorum. Anne rolünde oynayan Mireille Enos ise The Bridge dizisinden hatırlayacağımız bir isim. O da negatif kadın karakterler için çok iyi bir seçim. Tabii bu iki oyuncu dışında yönetmenden de mutlaka bahsetmemiz gerekiyor. Atom Egoyan önemli bir yönetmen. Ararat filmiyle ülkemizde tepkileri çekse de belirli çizginin üzerindeki üretimleriyle önem verilen yönetmenlerden. Özellikle aile ilişkileri üzerine yaptığı filmler ve belirlemeler en başarılı olduğu konular. Bu filmde de kısmen bildiği sularda yüzdüğü için kariyerinin başarılı filmlerinden birini hayata geçirmiş. Filmde özellikle mekan kullanımı dikkate değer. Bembeyaz karla örtülü topraklar, yalnız çekimler, gri bir gökyüzü filmin karanlık atmosferini güçlendiriyor. Kayıp Çocuk seyredilesi bir film.