SONY DSC

Bu ayın sonunda Sürgün İnek filmi vizyona girecek. Muhteşem bir kadrosu olan filmden Vildan Atasever ile uzun bir sohbet yaptık…

SONY DSC

 Türk sinemasının önemli oyuncularından Vildan Atasever Sürgün İnek setinde kıskacımızdan kurtulamadı. Politik bir alt metni olan filmin hikayesini bir de Vildan’dan dinledik. Kendisinin politikayla hiç ilgilenmediğini söyleyen güzel oyuncu kendini yalanlarcasına röportajın sonunda bize şu soruyu sordu, “Hayvanlar kin gütmez ya insanlar?”

 Nasıl geçti çekimler?

Ayhan Özen ilk filmini çekiyor ama ben ilk filmini çektiğini asla inanmıyorum. Şaşırtıcı bir derecede profesyonel ve gerçekten tıkır tıkır ilerliyor her şey, o gün hangi sahne varsa onu çekiyoruz ve çok profesyonel bir ekip toplamış hocamız. Sakin, güzel, sorunsuz, problemsiz işimizi yaptık. Söyledikleri tarihte başladık söyledikleri tarihte de bitti.

İlk filmini çeken yönetmenlere karşı bir tedirginlik var mı sende?

Hayır ben özellikle yeni kuşaktan insanlarla çalışmayı çok istiyorum çünkü çok daha farklı bakış açıları oluyor, yenilikçi oluyorlar, yeni sinemacılar oluyorlar ve ben de onlarla birlikte olmayı çok istiyorum.

Uzun bir ara verdin sinemaya galiba ya da bize mi uzun geldi?

Bana da çok uzun geldi. İdealist davranmak bu ülkede çok işe yaramıyor galiba. İdealist davrandığınızda uzak kalıyorsunuz. Oyuncu oturarak değil çalışarak öğrenir, tecrübe kazanır ben de paslandığımı hissettim açıkçası.

İdeal derken tam olarak neyi kastediyorsun?

Yaptıklarımdan belli değil mi? Umut var oluyor insanın içinde, ama denk gelmiyor o an siz o yönetmenin aklına gelmiyorsunuz, ya da rol size göre olmuyor, ya da bir tip istiyorlar, mesela daha maskülen bir tip istiyorlar ama bir oyuncunun o maskülenliği ortaya çıkarabileceğini düşünemiyorlar herhalde.

İyi bir oyuncusun ama biraz görüntü olarak “cici kız” izlenimi mi veriyorsun acaba onunla mı ilgili?

“İki Genç Kız”da öyleydi. Çünkü henüz 17 yaşında, hayat tecrübesi olmayan, annesiyle yaşayan ve her şeyi pespembe gören bir kızdı. Ama içine derinlerine girdiğinizde kaygıları olan bir kızdı. Zaten filmin sonunda da o hayatın içinde olmayı istemediğini fark edip çekip giden cesur bir kızdı. Sonra “Uğur” diye bir karakteri oynadım, Zeki Demirkubuz faktörü çok etkilidir burada, müthiş bir hikayeydi çünkü. Ve “Uğur” gerçekten çok delikanlı bir kadındı. Ben Türk sinemasında kadın karakterlerinin çok eksik olduğunu düşünüyorum açıkçası. Ya da erkekler yazdığı için mi, kendilerine torpil yapıyorlar herhalde.

“Kader” çok önemli bir filmdi, “İki Genç Kız” da çok iyi. Onlardan sonra rolünü arıyorsun. Türk tipine yakın değilsin ve güzel bir fiziğin var. Bu biraz önünü kesiyor olabilir mi. Fiziğinden yeterince yararlandığını düşünüyor musun yönetmenlerin? Hamur olarak güzel bir fiziğin var bununla çok rahat oynanabilir. Mesela Demirkubuz’un yaptığı budur.

Evet yani yönetmenin işidir bu. Siz hangi yönetmenle çalışıyorsanız onun ellerinde daha başka bir şey oluyorsunuz. Yönetmen ve hikaye çok önemli. “Monster” diye bir film var örnek olarak Charlize Theron çok güzel bir kadın ama tanıyamayacağınız hale gelmiştir.

Bağımsız sinemada şu an işini bilmeyen yönetmenler daha garantici seçimlere gidiyorlar galiba.

Bir de şöyle bir durum var bir hafta sonra film çekilecek senaryoyu gönderiyorlar. Bir hafta sonra ne demektir? Bir haftada nasıl bir cesarettir bu? Sinema bu kadar dizi gibi… Kalıcı bir şey yapıyoruz, yıllar önce çekilmiş filmleri oturup hala tartışabiliyoruz, derslere konu oluyorlar.

Televizyonda komedi tecrüben var ama sinemada ilk tecrüben Sürgün İnek…

Ben bu filme bir tür adı veremiyorum. Çünkü seyirci girecek, gülecekse komedi olacak, ağlayacaksa onun için dram olacak. Çünkü insani bir hikaye aslında. İnsanların korkuları yüzünden bir dönemin nasıl geçtiğini anlatıyor. Seyirci adına burada konuşmak yanlış olur bence. Salt komedi filmi diyemeyeceğim ben bu film için.

Peki, senaryoyu aldığında bu filmde seni etkileyen şey ne oldu?

İyi niyet kırıntıları hissettim ben bu filmde. Yani iyi niyetli bir söylemi var. Maalesef insanlar artık birbirlerinin gözlerinin içine bakıp konuşamıyorlar. Ya da konuşurken de hep önyargılarıyla değerlendiriyorlar. Birbirimizin gözlerinin içine bakıp konuşamıyoruz. Gerçekten birbirimizi dinlediğimizi hiç sanmıyorum. Bu filmde onu gördüm. Ve kendi rolüm açısından Gülay’ı sevdim çünkü idealist, şefkatli ve öğrencilerine sahip çıkan bir öğretmen. Öğretmenlik mesleğinin aslında ne kadar kutsal olduğunu da anlatan bir rol. Bir de Gülay öğretmen olarak etrafa şaşkınlıkla bakıyor. Koca koca insanlar aslında çok basit bir şekilde halledebilecekleri bir işte geçmişten kaynaklanan korkular yüzünden abuk subuk hallere giriyorlar. Niye? Kaygı yaşıyorlar çünkü gelecek kaygısı var. Biri rant kaygısı yüzünden, biri “Acaba bunun altında başka bir şey mi var, bu olay bizi nereye götürecek” diye korkuyor ve abuk subuk bir hale getiriyorlar olayı. Sakin olmalıyız tek yapılması gereken şey sakin olmak. Sakin olmaya çağırdığını düşünüyorum bu filmin. Bir de koca koca adamlar ne yaptıklarının farkında değiller. Öğretmen “Bir dakika ama yanlış yapıyorsun” dediğinde, adam kendine geliyor. Ama o söz de onu etkilemiyor, çünkü düşünemiyor yani o an düşünemiyor. Gülay Öğretmen onların vicdanını da temsil ediyor gibi düşünüyorum.

Öğretmen tek dışarıdan karakter mi? Herkes köylü ve o dışarıdan tayinle mi gelmiş?

Ben kendimce onun dışarıdan geldiğini yorumluyorum, biz böyle bir şey görmüyoruz. Ama dışarıdan geldi, idealleri için köy öğretmenliği yapıyor. Öğrencileri var, onların eğitim hayatlarına sağlıklı bir şekilde devam etmelerini sağlamaya çalışıyor, o koca koca insanların korkuları yüzünden onların eğitimlerinin engellenmemesine, onlara güzel şeyler öğretmeye çalışan bir öğretmen. Onların kulaklarını kapatıyor yani, “Duymayın çocuklar, sizin duymanız gereken şey bu değil” diyor.

Filmde Eşref Kolçak, Köksal Engür, Tarık Pabuçcuoğlu gibi eskinin çok önemli isimleri, hepsi bir arada.

Sete geliyorum “Eşref Abicim nasılsın?” diyorum. “Gel sana bir şey söyleyeceğim. Sakın oynama, yaşa!” falan diyor bana. “Peki abi” diyorum çıkıyorum. Şebnem Abla’yla (Sönmez) sohbet ettiğimizde güne o kadar güzel, o kadar neşeli, o kadar eğlenceli başlıyorum ki… Hepsinin ayrı enerjisi var. Onlarla o anı yaşamak… Önemli olan o anı yaşayabilmek insanları sınıflandırmadan, ayırmadan, ötekileştirmeden, neye inandığına, ne dil konuştuğuna bakmadan, o anı yaşamak. Muğla’da teyzelerimizle oturup konuştuğunuzda bile o kadar güzel şeyler öğreniyorsunuz ki. Sınıfa “Öğretmen Gülay” olarak girdim ki sözümü dinlesinler beni ciddiye alsınlar diye. “Öğretmenim” demeye başladılar ve bana soru sormaya başladılar. Elim ayağım titredi ya kalbimin atışına inanamazsınız. Mümkün olduğunca sakin, kısa ve doğru cevaplar vermeye çalışıyorum. Ben onun öğretmeniyim çünkü. Yanlış bir şey söylersem çünkü belki oradan başka bir yere gidebilir o. Benim hayatım boyunca unutamayacağım bir şey. Öğretmenliğin ne kadar önemli bir şey olduğunu yaşadım ben. Biliyoruz ama yaşadım, o anda yaşadım ben. Hocaların bana öğrettikleri edebiyat, kimya, biyoloji, coğrafya falan hepsi bir şekilde gidiyor ama öğretmenlerimin söylediği sözler o ders aralarında ya da sohbetlerimizde söyledikleri sözler hiç kulağımdan çıkmamış mesela. Özellikle ilkokul dönemimde. Eğitimci olmak için de eğitim almak gerekiyor.

Büstün kırılması olayı sizin okulda vuku buluyor değil mi? Buradan o öğretmenin ve okulun etkilenmesi nasıl oluyor?

Öğretmen olarak benim için bir tek cümle var, tek düşündüğüm: Yenisini yaptırırız. Benim söylediğim, içimde barındırdığım tek şey bu aslında: Yenisini yaptırırız.

Daha önce festivallerde yarışmış, ödül kazanmış filmlerde oynadın ama bu film içerdiği komedi unsuru yüzünden muhtemelen daha ziyade bir gişe filmi olarak algılanacak. Oyuncu kadrosu da parlak. Bu filmin öyle bir algıya hapsolmasından korkar mısın? Ya da bu filmin de festivallerde diğer filmlerle birlikte takdir edilmesini ister misin? Komedi filmler festivallerde yok çünkü…

Ama yine de filmi takdir edecek, konuşacak, izleyecek, sevecek ya da tartışacak olan zaten seyircidir. Festivale de gittiğinizde seyirciyle birlikte izliyorsunuz filmi. Sonra bir jüri ödül veriyor veya vermiyor. Ama bu bir kıstas değildir bir film için. Geçtiğimiz yıllarda çok çok iyi filmler vardı ama ödül alamadı, çok iyi oyunculuklar vardı ama alamadı. O anki duruma bağlı olarak gerçekleşen bir şey. Şans olduğuna da inanıyorum. Eğer ben gişe filmi, bağımsız film diye ayırırsam zaten işimi yapamam, benim için önemli olan okuduğum senaryo ve oynayacağım karakter ve filmi kim yönetiyor.

Birçok sinemacı ve oyuncu bu ayrımı yapıyor ama.

Ben bu filmi gişe veya sanat filmi veya festivallere katılacak bir film olarak hiç ayırmadım. Senaryoyu okuduğumda sevdim. Sevdiğim, tutunduğum bir şeyler vardı. Gülay Öğretmen’de sevdiğim bir şey yakaladım ve olmak istedim.

Kendi rolünün ne ifade ettiğini söyledin filmde bir de inek var, o neyi ifade ediyor?

Yanlış düşünüyor olabilirim ama hayvanlar unutur kin gütmez, insanlar hep yaşatırlar, hayvan o an anı yaşar. Hayvan bence unutmayı temsil ediyor, artık unutalım yani. Biz bir sürü olayları duyarak yaşadık şimdiki kuşak da öyle yaşayacak

Bu film bence siyasi bir film, içten içe her oyuncu da komedi de olsa bir ciddiyetin, derinliğin olması beklentisi içinde fakat bunu isimlendirmekten çekiniyorlar, bunun sebebi nedir?

Benim siyasetle, politikayla hiçbir ilişkim yok. Hiç bu konuyla alakalı söyleyecek derin bilgilerim, gelecekle ilgili de fikrim yok, bilemem. Çünkü her şey hayatta o kadar çabuk değişiyor ki. Biz değişiyoruz, yani insanlar değişiyor, hayat değişiyor. Bu konuyla ilgili bir şey söyleyemem. Ben sadece bir oyuncu olarak vicdan tarafındayım.

 Siyasi alt metni olan filmler içinde olmak istediğin yapılar olabilir mi?

Ben bu filmin siyasi bir film olduğunu düşünmüyorum. Ben bu filmin insani bir film olduğunu düşünüyorum. Çünkü siyasetten, politikadan hiç anlamam. Ama zaten bireyler olarak her şeyi oluşturan da biziz. Sakin olmamız gerekiyor. Ben bir şeyler anlattım ya Gülay Öğretmen’le ilgili, belki hiç çıkmayacaktır. Bu benim yorumum ama yönetmenimiz nasıl yorumlar, onu izleyince göreceğiz.

Öyle bir endişen var mı, “Çektik ettik ama kurguda başına neler gelecek, başka bir şeye mi dönüşecek?” diye.

Ayhan Hoca (Özen) benden bıktı artık gerçekten. Daha önce Kutluğ Hoca’yla (Ataman) çalıştık üç ay prova yaptık. Zeki Demirkubuz’la çalıştık, o sette zaten çok didikleyen bir hocamızdı. Ben onlarla başladığım için sürekli Ayhan Hoca’nın yanındayım, “Hocam oldu mu, böyle olsa daha mı iyi olurdu, bir de şunu mu denesek hocam?” diye. Muhabbet en son “Olmasa ben zaten bir daha çekerim”e bağladı artık. O haldeyim ben.

 

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.