Vizyona girdiği andan itibaren herkesin aklında tek bir soru olacak belki de. Acaba Bohemian Rhapsody kadar iyi bir film mi? Bu iki film arasındaki benzerliğin tek sebebi sadece aynı yönetmen tarafından çekilmiş olması mı yoksa yaşam tarzları ya da cinsel yönelimleri açısında iki sanatçının benzerlikleri mi?

Bryan Singer’dan sonra yönetmenliğini ele aldığı Bohemian Rhapsody’den tanıdığımız Dexter Fletcher, bu filmde de beyazperdeye yansıttığı görkemli sunumuyla başarısını kanıtlamış gözüküyor. Anlatımıyla seyircinin dikkatini çekmeye hazırlanan film, Elton John’un (Taron Egerton) sanat hayatına nasıl başladığını, ailesi ve ilişkileriyle olan çalkantılı hayatını kamera karşısına çıkarıyor. Filmin adı ise 1972 yılında çıkardığı “Rocket Man” şarkısından geliyor.

Film, Elton John’un rehabilitasyon merkezinde hayatını anlatmasıyla başlıyor. Buraya kadar film normal bir şekilde giderken bir anda müzikal tadıyla sıradan biyografik filmlerden farklı bir havaya bürünüyor. Filmin tamamen müzikal olduğunu söylemek doğru olmaz, ancak bazı sahnelerin aynı büyüyle devam edeceğini bilmekte fayda var.

1960 ve 70’ler İngiltere’sinde küçük yaşlarda gösterdiği olağanüstü müzik yeteneğiyle kısa sürede dikkat çekmeyi başarıyor Reginald Dwight (Elton John). Ailesi tarafında sevgi görmemiş bir çocuk olmasına rağmen bir gün radyoda duyduğu bir parçayı piyanoda çalmaya başladığında annesi ve anneannesi tarafından fark ediliyor ve kısa süre içinde piyano dersleri almaya başlıyor. Babası Stanley (Steven Mackintosh) soğuk, sert ve ciddi biri. Kendisi de büyük bir müziksever olmasına rağmen oğluna bu konuda destek vermekte oldukça katı. Annesi Sheila ise (Bryce Dallas Howard) soğukkanlı ve vurdumduymaz bir kadın. Ailede Reginald “Reggie” sevip destekleyen tek kişi anneannesi Ivy (Gemma Jones). Onun desteğiyle İngiltere’deki en prestijli müzik akademisinden burs almayı başaran Reginald Dwight için sanat hayatı küçük adımlarla başlamış oluyor. Sonrasında barda bir grupla şarkı söylemeye başlayan Reggie’nin yolu Amerika’ya kadar uzanıyor. Ancak öncesinde kendisine bir sahne adı gerekli. Bunun için de gruptaki arkadaşlarından birinin adını “Elton” kullanmaya başlıyor. Soyadı ise plak şirketine gittiği sırada orada gördüğü Beatles resmindeki “John” u kullanmaya karar vermesiyle bütünleşiyor. Soyadını bu şekilde aldığı konusunda başka iddialar olsa da filmde en azından gördüğümüz şey bu.

Tüm dünyada büyük başarılara imza atarak kısa sürede tanınan Elton John’un gösterişli hayatının arkasındaki geçmişi onu ciddi psikolojik sorunlara sürüklüyor. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığına kadar olan süreçte, ailesi tarafından yeterince ilgi görmemesi ve eşcinsel olarak kendini kabul edip John Reid (Richard Madden) ile yasadığı çalkantılı hayatı da onu filmin başında gördüğümüz rehabilitasyon merkezine kadar getiriyor.

Film, bu süreçte bir an olsun canlılığından ya da anlatımından bir şey kaybetmiyor aslında.  Duygu akışlarını en iyi şekilde ifade eden şarkılar ve oyuncuların performansları da takdire sayan. Özellikle Taron Egerton film boyunca Elton John’un şarkılarına kendisi ses vermiş. Belki de Bohemian Rhapsody’den onu farklı kılan en önemli ayrıntılardan biri de bu. Ayrıca Bohemian Rhapsody’de Freddie Mercury’nin hayatı tamamen gerçeğe bağlı kalarak anlatılırken Elton John’un hayatında bazı kurgusal sahnelerin olduğu da söz konusu. Ayrıca Elton John’un cinsel yönelimi cesur ve açık bir şekilde seyirciye aktarılıyor. Bu durum bazı ülkelerde sansüre ve filmin tamamen yasaklanmasına sebep olmasına rağmen filmin doğal akışına ve gerçekliğine katkıda bulunduğunu düşünmek daha doğru olabilir.

Filmin sonuna doğru yaklaştıkça her şeyin başladığı noktaya yani rehabilitasyon merkezine geliyoruz. Son sahnede sadece ailesiyle değil, kendi çocukluğuyla da yüzleşip içsel bir uzlaşmaya varıyor.

Türkiye’de 14 Haziran’da vizyona girecek olan film, bakalım Bohemian Rhapsody kadar popüler olup istediği gişeyi elde edebilecek mi?

Filmin Künyesi

Filmin Adı: Rocketman

Yönetmen: Dexter Fletcher

Oyuncular: Taron Egerton, Jamie Bell, Richard Madden, Bryce Dallas Howard

Yapım: 2019, İngiltere

 

 

1994, Mersin’in Tarsus ilçesinde doğdu. Küçük bir yerde yaşarken bile büyük hayalleri vardı uçsuz bucaksız. Yurtdışına gidecek ve oralarda okuyup kendini geliştirecekti. 2015 ve 2016 yıllarında Amerika’ya gitti. Çocukken izlediği Yeşilçam filmleri ona mutlu bir dünyayı aralarken üniversitede aldığı kültür çalışmaları dersiyle hayatın perde arkasını görmeye başladı. Her şeyin şekillendiği o yıllarda sinemaya her geçen biraz daha fazla gönül verdi. Oscar Wilde’n “Herkes bataklıkta yaşar ama bazılarımız yıldızlara bakıyor” sözünü kendine ilke edinip 2017’de bir çılgınlık yapıp umutları ve cebinde hayalleriyle Kanada’ya gitmeyi kafasına koydu. Yüksek lisans yaparak sinema dünyasını öğrenmeye kararlıydı. Bu gönül uğruna hiç düşünmediği bölümlerde okudu, hiç bilmediği işlerde çalıştı sırf Toronto’da kalmak ve sinema çalışmalarında yüksek lisans yapmak için. Bu koca dünyada tek başına mücadele ederken pes etmeye hiç niyeti yok. İçinde bitmek tükenmek bilmeyen öğrenme aşkıyla daha nelere el uzatacak bilinmez ama o içindeki çocuğu her gün izlediği ve izlemek için küçük kâğıt parçalarına not aldığı filmlerle besliyor. Hayat izledikçe güzel…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.