“Şimdi Nereyi İşgal Edelim?” (Where to Invade Next), lan arkadaş, biz dünyanın jandarması ABD’liler, hep mi savaş, istila, kan, petrol ile anılacağız, artık iyi, doğru, haklı ve başarılı fikirleri işgal edelim ve apardığımız tüm güzellikleri, kapitalizmin elinde giderek çürüyen ve tükenen ülkemize zerk edelim diyen kurnaz ve seyri keyifli bir belgesel.

Evet, Oscar, César, Altın Palmiye derken pek çok ödül toplamış meşhur belgeselci ve aktivist Michael Moore, altı senelik aradan sonra tekrar sahalara dönüşüyor. Yerküreyi kavuran emperyalist, kapitalist, neo-liberal cehennemi, salt Bush yaratmış gibi ona saydıran, bunu harbiden takıntı yapan, ancak Obama gelince, sanki dünya cennete dönmüşçesine susan Michael Arkadaşın, samimiyeti de haliyle sorgulanır olmuştu. Senin biricik derdin özgür, silahsız ve mesut bir dünya değil, Cumhuriyetçiler imiş, aynı bokun laciverdi Demokratlar mı kurtaracak ulan dünyayı diye benim de öfkeli bir sualim var kendisine, her neyse.

Hem döverim, hem de severim kendisini, akıllı ve duyarlı adamdır, her şeye rağmen… Şimdi Nereyi İşgal Edelim?, elbette “Bowling for Columbine”, “Sicko” ve “Fahrenheit 9/11” ayarında değil! Lakin iki saatlik sürede, ülke ülke gezip ve insana dair iyi projeleri görüp, sonra kendi memleketimize ah vah etmedim dersem yalan olur. Kardeşler, biz boşa yaşıyoruz resmen yahu, gündelik hayatımız harbiden perişan, geleceğe dair umut desen, yerle yeksan.

Belgesel, bu ayın ortasında beyazperdeyle buluşuyor, İstanbul Film Festivali’nde de gösterilmişti. Yaz aylarında öbekleşen ve beyazperdeyi kirleten, kötüden öte, tanımsız kurmaca filmleri seyretmektense, bu yapıtı izleyin derim, insanın yüzünde bir gülümseme beliriyor, iyi hissettiriyor. Bittiğinde gördüğümüz ülkeler ve hedefine koyduğu ABD’den ziyade, insan, Türkiye’yi düşünüyor ve güzel duygular tersyüz oluyor, o başka.

Michael Moore, Pentagon’a gidiyor ve rütbelilere, dünya sizin yüzünden cehenneme döndü beceriksizler diyor ve artık siz değil ben işgal edeceğim yeryüzünü diye, omuzu kalabalıklara ayarı veriyor. Özgürlük, demokrasi götüreceğim diye, savaş ve istila politikasını hayata geçirmek, ateşe benzin dökmek ile eşdeğer, en nihayetinde… Bu zalim aksiyon sonucunda, ne mi oluyor? Herkesin belalısı IŞİD doğuyor. Şiddet, şiddeti tetikliyor, hiddet, dehşet ve vahşet beraberinde geliyor. Ha bu arada, savaştaki askerler, ABD’deki evlerinden oluyor, ekonomik problemler büyüyor, sosyal patlamalara gebe bir gerginlik beliriyor. Yani kendi piyonlarına dahi, taze sorunlar yükleyenler, dünyanın dertlerine mi çözüm bulacak? Komik olmayın.

Yeni komutan Michael, alıyor ABD bayrağını, atlıyor uçak gemisine, çıkıyor Avrupa ve Akdeniz seferine… İtalya, Fransa, Finlandiya, Slovenya, Norveç, İzlanda, Portekiz, Almanya ve Tunus… İtalyanlar, neden yeni sevişmiş gibi mutlular? Çalışanlar, yıllık izinler, tatiller ve işçilerini mesut görmek isteyen patronlarla, nasıl mutsuz olsunlar ki? Hamburger yememiş, kola içmemiş Fransız çocuklar, şaşkınlık yaratıyor elbette, yemeğin bir kültür ve ziyafetin, sağlıklı ve dengeli beslenmeyle alakasının olmasını görmek, gayet hoş! Finlandiya, dünya eğitim sisteminin bir numarası… Çok mu çalıştıkları için böyle? Hayır, ev ödevlerini kaldıran, öğrenciyi uzun süreler değil, en az vakitle okulda tutan bir sistem bu, az ama öz, hayata hazırlanmak ve çocukluğunu yaşamak, başarıyı da getiriyor. Slovenya’da herkese ücretsiz üniversite hakkı tanınıyor. Dünyanın çoğu ülkesinde, eğitim borçlanmak ve çok para demek oysa… Üstelik salt kendi halkına değil, dünyanın her yerinden gelen öğrencilere beleş. Oh mis! Norveç’te, cezaevine düşmek bile dünyanın sonu değil! Ceza, eziyet ile karşılık bulmuyor. Topluma kazandırmak asıl mevzu, suçluyu, daha azılı suçluya çevirmek kolay, kötüyü iyilikle çevirmek, anlayış ve hayattan kopartmamak ise zor. Norveç, zoru seçmiş, çok şükür. İzlanda, erkeklerle batmak üzereyken, ekonomik krizi, kadınlar çözmüş. Dünyanın ilk kadın liderini çıkartmış bir ülkeden, tüm dünyaya acil ve önemli bir reçete. Almanya’dan, geçmişi gömmemeyi öğreniyoruz, ataların kötü şeyler yaptığını kabullenmeyi, özetle yüzleşmeyi… Portekiz, yıllardır uyuşturucu kullanan insanları tutuklamamış. Eee onlar da daha mı azıtmış? Aksine, uyuşturucu kullanımı azalmış.Tunus ise kadınlar isteyince, siyasi İslamcı bir partinin bile, devlet politikasını değiştirmesine ve kadın haklarını tanımasına örnek oluyor, ne güzel!

Belgesel, biraz kibirli bir finale uzanıyor, diyor ki, bu iyi fikirler dünyaya, eski ABD’den yayılmıştı. Şimdi onlar, bunu geliştirmiş, biz ise kendi fikirlerimizden vaz geçip, dibe vurmuşuz. Teori ve pratik arasındaki fark bu işte, fikirler, hayat bulmadıkça, pek bir anlam ifade etmezler, unutulmaya yatkın düş gibi kalırlar, o kadar. Meşhur Amerikan Rüyası da böyle bir şey işte, ona doğru koşanlar, gerçekle yatıp, kâbusla uyanıyorlar.

Alper Turgut, Adana’da doğdu, üniversitede gazetecilik okudu. Uzun seneler, çeşitli gazetelerde çalıştı, farklı alanlarda görev yaptı, sendikacılıkla uğraştı. Sonra bir gün (Haziran 2006), şans eseri, çocukluk aşkı sinemaya bulaştı, işte o tarihten beridir, filmler üzerine düşünmeyi, konuşmayı ve yazmayı sürdürüyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.