Hayatın işleyip yol almasını sağlayan şey nedir? Yaşama içgüdüsü mü? Bağlılık mı? Sevgi mi? Yoksa küçük bir kızın gördüğü rüya mı? İşte tüm bu soruların cevaplarını aramaya çalışan felsefik western “Jauja” hazmetmesi kolay olmayan bir yapım. Ancak sinemada farklı tatlar aramayı kendine görev edinmiş sinefiller için de enfes bir çalışma.
1882’de, yerli halka karşı soykırım harekâtı sırasında Patagonya’da bir ileri karakoldayız. Danimarkalı yüzbaşı Gunnar Dinesen’in 15 yaşındaki kızı Ingeborg genç bir askere tutulup evden kaçınca, yüzbaşı genç çifti bulmak için tekinsiz düşman bölgesine girmeyi göze almaya karar verir. Ancak bu yolculuk aynı zamanda kendi iç dünyasına doğru bir hesaplaşmayı da beraberinde getirecektir. Filmi yazan ve yöneten isim Lisandro Alonso. Başrollerde ise Viggo Mortensen, Ghita Nørby, Viilbjork Malling Agge ve Esteban Bigliardi gibi isimler var.
Film, seyirciyi girişindeki ufak bir metinle buyur ediyor içeri; “Kadim olanlar demiş ki, kim ki dünya cenneti “Jauja”yı bulmaya çalışır, yolda kaybolur…” Tarih boyunca insanoğlunun yeni topraklar keşfedip, oraları fethetmeye, kolonileştirmeye çalışmasının verdikleri ve aldıklarının muhakemesini yapan bir yapım “Juaja”. Viggo Mortensen’in büyük oyunculuğuyla hayat verdiği Danimarkalı yüzbaşı Gunnar Dinesen’i emperyalizmin vakur temsilcisi olarak hikayeye oturtan film, fani ve zaman zaman çaresiz hallere düşen bir insan üzerinden felsefe okumaları yapıyor. İnsanoğlunun vahşi, acımasız, açgözlü ve hırs dolu ruhunun derinliklerine inmeye çalışıyor. Patagonya’da yerli halkın darmadağın edilmesi görevindeki Gunnar, dünyalar güzeli kızı bir askerle birlikte aşk dolu bir kaçışa çıktığında ne yapacağını bilemez bir hale geliyor. Görevini bir yana bırakarak, ölüm pahasına düşman topraklarına girerek kızının izini sürmeye başlıyor. Bu acı dolu yolculukta kendi dünyasına da ayna tutuyor. Bozkırda, kurak topraklarda, kayalık alanlarda gece gündüz iz sürerken insan varlığının yalnızlığı, tekilliği ve manevi olarak küçüklüğünü iliklerine kadar hissediyor, hissettiriyor Gunnar. Çehov’un ‘kendini yalnız hisseden kimse için her yer çöldür’ sözü Gunnar’ın durumunu ne de güzel özetliyor.
Gunnar’ın içinde bulunduğu ruh halini başka bir taraftan şöyle de çözümleyebiliriz… Drama ve western yapısını bozmadan sınırlarını esnetebilen “Juaja” aranılan cennetin, düşlenen hayatın insanın içinde olduğuna dair silik göndermeler yapsa da, Sartre’ın varoluşçuluk hakkında görüşlerini anımsatıyor. Sartre’a göre tüm var oluşun başlangıcı insandır, insan kendi ile yüzleştiğinde, dünyadaki varlık hissi insanın içini kaplar ve daha sonra birey bu algının içerisinde kendini tanımlar. Birey, zalim bir insan olmak yerine birçok farklı yol içinde hareket etmeyi seçebilir. Burada açık olan şudur ki, insanların iyi veya kötü olmayı seçebilmeleri için, aslında onların elinde zoraki bir esas olabilecek hiçbir şey yoktur.
Bol ödüllü bu filmle ilgili ilginç ayrıntılar var. Başrol oyuncusu Viggo Mortensen’in adeta tek kişilik bir tiyatro sahnesindeymiş gibi devleşen oyunculuğu bu filme tek katkısı değil. Mortensen filmin yapımcılarından biri. Ancak en önemli ayrıntı filmin müziğine tek başına ismini yazdırmış olması. Geçtiğimiz İstanbul Film Festivali’nde Türkiye’de seyirciyle ilk buluşmasını yapan film sabırlı seyirciyi ödüllendiren yapısıyla bile takdire şayan…