Merhaba, Bu ay vizyondan bir film yazmak yerine, bir süredir ara verdiğim bağımsız sinemanın sıradışı bir örneği ile karşınızdayım: Filmimiz, Yunanlı Alexandros Avranas’ın Venedik Film festivali’nde olay yaratan 2013 tarihli yapımı “Miss Violence”.
11 yaşındaki kız çocuğunun bana kalırsa –kusursuz- intihar sahnesi ile başlayan “Miss Violence”, son dönemde izlediğim en sert ama aynı zamanda, benzerleriyle karşılaştırıldığında- en vasat yapımlardan biriydi. Film, bir yandan şiddet kavramının günlük yaşamda ne şekillerde olağanlaştığını gösterirken, bir yandan da cinselliğin, şiddetin en uç biçimi haline geldiği durumları gözler önüne seriyor. Hayır, sado – mazo öğeler falan olmadan. Bu açıdan fikir gayet yerinde, peki bu fikrin işlenişinde aynı başarıdan söz etmek mümkün mü dersiniz?
Önce şiddetin olağanlaşmasıyla başlayalım. Aslında film boyunca şiddetin açık dışavurumunu, çok nadir görürüz. Yine de, her sahnede öyle yoğun bir şiddet kokusu vardır ki, bu beni, dışavurumundan çok daha fazla rahatsız etti. Ailece televizyon izlenirken, oturma odasında sessizce oturulurken ve hatta evin kızları saçlarını tararken bile şiddetin yoğun, sessiz, sinsi bir biçimde ortalarda dolandığını hissederiz. Bir tür fırtına öncesi sessizlik hali, şiddet her an ve her yerde.
Bu atmosferin kaynağı ise, evin tek erkeği, “baba”sı olan karakterdir. Zira kızlarını ve torunlarını 11 yaşından itibaren erkeklere pazarlayan, dahası kendisi de onlarla birlikte olan bu adamın olduğu yer, izleyici için cehennemden farksızdır. Adamın, torununun intiharının ardından devletin takibine girmesi ise sonunun başlangıcı olmuştur. Buradaki söz konusu baba figürü elbette sembolik okunabilir, Tanrı ile özdeşleştirilip, bu yönüyle bu “Tanrı- babaların” kadınların hayatını nasıl boktan bir yere dönüştürme gücünü -hala- ellerinde tuttukları söylenebilir. Söyleyeceğim de. Kadınların, hemen her toplumda hem faili hem kurbanı olduğu bu “Tanrı- baba” olgusu, kimi zaman dışavurduğu, kimi zaman dışavurmadığı şiddet biçimleriyle hayatı zehir etmeye devam ediyor. Bu açıdan filmin, çok hassas bir konuya, çok farklı bir açıdan el attığı söylenebilir.
Ancak açık konuşmak gerekirse “Miss Violence” yine de, işleniş biçimiyle, açılış sahnesinden itibaren her yeni sahnede beni hayal kırıklığına uğrattı. Zira son birkaç yıldır Yunan filmlerinde kullanılan klişeleri burada da görmek beni rahatsız etti. Sanırım benim için hiçbir Yunan filmi Köpekdişi’ni gölgede bırakamayacak, bana her şey onu hatırlatıyorJ
Hepinize sinemanın renklendireceği bir Haziran diliyorum…
MELTEM YILMAZ