İlk sezonu büyük başarı ve ilgi toplayan Better Call Saul iyi ki klasik bir anti-kahraman metni değil. Temelde iyiden kötüye, temizden kirliye, korkaktan cesura, kurbandan katile, başarısızlıktan başarıya ya da tüm bu değerlerin hepsinin birbirinden ayrılamaz şekilde iç içe bağlandığı kahramanın dönüşümü, değişimi yani yolculuğunu konu alan bir metin de söz konusu değil.
Bu kez sıradanlığın affedilemez bir suça dönüştüğü günümüzde, kahramanın sıradan olmadığını ispat etmek için çırpınması söz konusu. Daha fenası yani! Çünkü bir türlü ne tam kötü ne de tam iyi! Sıradan, ortalama ve herhangi biri olmanın dayanılmaz ve affedilmez ağırlığı altında yeni tabirle ‘ezik’ bir karakterin kahraman olma çabası. Üzücü ama komik, gerçek ama absürt kahramanımız Saul kendi reklamını kendisi yazan, oynayan ve sonra kendisini performe eden bu çağın kurbanlarından. Sonunda kazansa da kurban çünkü benliğini en baştan feda etmeye koşullanmış bir karakter.
Saul günümüz ‘sıradan’ insanının bitmek tükenmek bilmez yırtma ve kendini farklı, özel, istisna gösterme çabası ve çilesinin temsilidir. Amerikan kültürünün her kanaldan pompaladığı ve kendi içinde yenilerini üreterek doğruladığı mottolar artık tüm dünyada yerini çoktan buldu bile. Bu yüzden şu haliyle hiç yabancı durmuyor, herkesin çevresinde kendisinin olduğundan çok daha fazlası olduğuna inanan ve inandırmak için çırpınan bir dolu insan var. Herkes özel olduğuna, mutlaka başaracağına ve kesinlikle fark edileceğine emin bir şekilde seminerlere, kulüplere, gruplara katılıp pozitif düşünceyle hiç vazgeçmeme öğretilerinin çeşitlilerine koşuyor ve kişisel gelişim kitaplarını en çok satanlar listesinde tutuyor çoktandır. Saul’da onlardan biri ve her zaman başka bir yol olduğu öğretisinden hiç şüphesi yok.
Koşullar ne olursa olsun bugünün insanı illa ki başarmak zorunda. Zira dünya kaybedenler ve kazananlar olarak ikiye ayrılmış durumda. Kitaplar, filmler, reklamlar ve hatta din haline gelen yeni kişisel gelişim peygamberleri ‘çok istersen başarırsın’, ‘asla vazgeçmemelisin’, ‘çalışırsan, daha çok çalışırsan, inanır ve yine çalışırsan mutlaka olur’, ‘kalbin ve aklınla baş koyarsan, hiçbir şey imkansız değildir’ gibi mottolarla ümidi sürekli kılıyorlar. Kendine inanma duygusunu başarıyla birleştiriyor ve bugünün zavallı bireyine, birey olabilmeleri için yeni paketlerle satıyorlar. Saul’da kendisinin kendisi için uydurduğu bir sloganla telefonlarını açıyor, bir avukat olarak kanunlarla ve bilgisiyle değil önce kendisini pazarlamayla var olabileceğini biliyor. Haliyle traji-komik sahneler ve diyaloglar güldürürken hüzünlendiriyor. Çünkü artık başarılı olmak için çalışkan, bilgili ve dürüst olmak yetmiyor, çok daha fazlası gerekiyor. Çalışkandan çok daha çalışkan, bilgiliden kat kat üstün ve dürüstlükte nasıl olacaksa sınır tanınmamalı. Hep daha fazlasını sunarak ancak ikna edilebiliyor insanlar. Çağ insan olmak değil insan olmayı performe etme çağıdır çoktan.
Saul yaratıcılık, serbest teşebbüs, özgüven, cesaret ve disiplin değerlerinin ne kadar yüksek olduğunu ispat etmek için farklı davranmak, konuşmak ve üretmek zorunluluğuyla komik ve acıklı hallere düşüyor. Zamanında basit bir hata yüzünden hapse girip çıktığı için ağabeyi Chuck tarafından güvenilmez, işe yaramaz ve kapasitesiz biri ilan edilmesi ise Saul’u ekstra eksik, az ve defolu hissettiriyor. Daha fazla başarmaya herkesten çok açlık duyduğundan performansı akıl almaz bir ısrara, yer yer arsızlığa, bazen haksızlığa veya çocuksu bir arzuya dönüşüyor. Performans çağının sıradan avukatının azimle dağları devirirken çuval çuval inciri berbat etmesi şaşkınlık ve keyif dolu seyirlikler sunuyor. Bu sırada tamamen haklı olmanın ve adaletin imkansızlığı küçük ve temiz bir anlatımla ispatlanıyor. Adaletin yerini bulması için birilerine mutlak haksızlık yapılması kendiliğinden gelişiyor, çünkü sistem böyle işliyor. Zaten haklılık ve haksızlık kavramlarının girift, kişiye ve koşullara göre değişkenlik göstermesi, ayrıca adaletin sadece sistem mekanizması olduğu ve adil bir dünyanın imkansızlığı nefis bir akıcılık ve tatlı bir kıvamla anlatılıyor.
Dolayısıyla Saul hep daha çok çalışarak dışardan bitirdiği Hukuk Fakültesinin geçerliliğine inandırmak, geçmişiyle ilgili önyargıları temizlemek ve bugün başarılı bir avukat olmak için gece gündüz çalışıyor. Revaçta bir avukat olduğuna ikna etmek için güzel ve orijinal söylemlerle kendisini ambalajlayan ve böylece meslektaşlarının ötesinde bir paket sunmaya çalışan Saul öyle acayip yalanlar söylüyor ki gösteri toplumunun foyalarını da kendi üzerinden epeyi soyup döküyor… Çöp tenekesinden konuştuğu rakip avukata operada olduğunu söylüyor. Zar zor çalışan eski ve dökük arabasını çalışanlarının aracı olduğunu laf arasında anlatırmış gibi yapıyor. Bir güzellik salonunun arkasındaki küçücük hücreyi çalışma odası, evi ve ofisi gibi kullanırken bir sürü basit yalan dolanla müşterilerini kandırmaya çalışıyor. Çünkü çağ performans çağı ve olduğundan çok daha fazlası olduğunu ilan etme ve bangır bangır kendini övme zamanıdır.
Herkes dönüşmeli, değişmeli, ilerlemeli ve bu kadarı dünyanın neresine sığacaksa lider olmalı, önden koşmalı, göstermeli ve hiç yorulmamalıdır. Değerli olmak için bilgili ve tutarlı olmak yerine süratle değişen bilgiyi yakalamak ve dahası bu bilgiyi inşa ederek peşinden koşturmak gerektiğinden yeni bilgiler (yalanlar) inşa edilmelidir ve herkes kendini yeniden icat etmelidir. Bu yüzden sıradan olmak illeti affedilmez bir hastalık, utanç ve ayıptır. Saul sıradanlıktan sıyrılıp kendini inşa etmeye devam edeceğini müjdelediğinden yeni sezonlar geliyor ve çok merakla bekleniyor.