Catherine Breillat sinemasının en fazla cesur kelimesiyle fazlaca örtüştüğünü söyleyerek başlayalım yazıya. Cinselliğin kompleks hallerine eğilen yönetmenin eski filmleri şimdi vizyonda ne tür kısıtlamayla vizyona girerdi bilmiyorum ama birçok filmini Alkazar’ın üçüncü salonunda izlemişliğim vardır. Cinselliği ‘olağan’ ama aynı zamanda seyirciye karışık gelecek bir yöntemle sunma anlayışında olan yönetmen beş yıl sonra gelen yeni filmi Abus de faiblesse/ Zayıflığın Esareti’nde karakterinin dediği gibi ‘bendim ama ben değilim’ tarzı bir filme imza atmış.
Kendi hayatından bir kesit taşıdığını söyleyen yönetmen bir kadın ve erkek arasında bu kez cinselliğin esamesinin okunmadığı ama cinsel gerilimin sürekli tekrar edildiği, dostluğa benzer ama bir yandan da çıkarlar ilişkisinin fazlaca döndüğü bir ilişki modeline odaklanıyor. Bir sabah felç geçirdiğini anlayan Maud’un ‘ki bir kadın yönetmen kendisi’, hayatını idame etmekte zorlandığı, güçsüz kaldığı ama buna rağmen kafasından film çekme fikrini çıkarmadığı ilginç, inişli çıkışlı süreci anlatıyor.
Vilko ise Maud’un yeni filmi için seçtiği dolandırıcılık suçundan yatmış, zerre güven vermeyen ama kompliman yapmayı iyi beceren bir adam tiplemesi. İkilinin arasında herkesten bağımsız, para üzerinden dönen bir ilişki var. Vilko’nun yeni kurbanı Maud ama Maud’un bu kurban rolüne pek çabuk ısındığını ve sevdiğini görüyoruz. Kısa telefon konuşmaları ve yazılan çekler filmin büyük bir kısmını teşkil ediyor. Yani belki de çekilemeyecek filmin döngüsü Maud’u rahatlatıyor. Ama seyirci bu tekrarlar silsilesinin içine çekilmiş gibi görünse de bir süre sonra etkisini yitiren, sonunu belli eden bir anlatımla karşı karşıya kalıyor.
Bir derinliği ve katmanı olmayan film, filmin diğer kahramanlarını da eleyerek iyice sığ sulara çekiliyor ki, bir süre sonra yönetmenin bu filmi neden çekmiş olabileceğini sorgulamaya başlıyorsunuz kendi içinizde. O yüzden genelde zorlayıcı ve şaşırtıcı bir seyirlik sunan yönetmenin filmleri arasında kaybolup gidecekmiş gibi duruyor. Keşke filmde kasına yüklediği acizliğin keyfini çıkartmayı başarabilseydi Breillat diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Böyle bir karaktere can verecek neredeyse en doğru ismi seçmiş yönetmen. Isabelle Huppert fiziksel ve ruhsal olarak değişik bir bilinmezliğe taşınan kadına iyi bir boyut katıyor. Hatta kendini parçalıyor ama olmuyor. Film belki işin psikolojik yanına kafa yorsaymış diyorsunuz ama oradan da eliniz boş dönüyorsunuz, dolayısıyla beş yıl sonra gelen film bir yönetmenin kendi hayatına bakışının bir temsili olarak algılanabilir.