Bu ayın en önemli filmi Yunus Emre: Aşkın Sesi böyle olunca biz de filmin yönetmeni Kürşat Kızbaz ve başrol oyuncusu Devrim Evin’i konuk ettik…

Türk sineması bir ülke sineması olacaksa kendi değerlerini ortaya çıkarmalı. Eğer Anadolu’dan bahsediyorsak dervişleri evliyaları anlatmadan kendimiz olabilir miyiz? Olamayız tabii. Peki sinemamızda bu anlamda ne var. Yeşilçam döneminden kalan kalitesi yerlerde sürünen birkaç çalışma. İşte bu açığı kapatacak belki bir yol da açacak önemli bir film vizyona giriyor. Yunus Emre: Aşkın Sesi kendini bulma yolculuğuna çıkmış bu milletin köklerini bize hatırlatıyor. Filmin yönetmeni Kürşat Kızbaz ve başrol oyuncusu Devrim Evin konuğumuzdu. Önemli bir röportajdı. İyi okumalar.

Senaryo nasıl başladı?

Kürşat Kızbaz: Üç yılı aşkın bir sürenin sonunda filmi izleyebiliyoruz. Üç yıldır proje ile ilgili çalışıyorum özellikle bir yılı senaryo süreciyle geçti. Fikir nereden ortaya çıktı derseniz, ilk sinemalarda gösterilen Mevlana Aşkın Dansı isimli dramatik belgeseli çekerken Yunus Emre’yi keşfettim. Daha doğrusu Mevlana’yı anlamaya çalışırken Yunus Emre’yi de anlamaya çalıştığımı bir anda hissettim. Mevlana projesi dünyayı gezerken, 65 ülkede gösterildi, Yunus’u okumaya başladım. Aslında okumalarım beş yıl öncesine varıyor. Mevlana biterken ben Yunus’u okuyordum. Şimdi de başka bir şey okuyorum o süreç de devam ediyor. Okuma süreci ardından yazım süreci ve son iki yılın bir yılı hazırlık süreci, son bir yılı da çekim süreci bizi şu an buraya getirdi. Hazreti Mevlana’yı okurken Yunus’u keşfettim ve Yunus’la ilgili bir şeyler yapma heyecanı hissetim. İlk önce ben projeyi belgesel gibi, yani Mevlana: Aşkın Dansı gibi kurgulamıştım çünkü dikkat ederseniz Türkiye’de o tarz bir belgesel yok. Dramatik belgesel olup vizyona çıkabilecek bizi anlatan bir şey yapılmadı. Ama baktık ki drama gibi bir şey yapabileceğiz baştan sona, daha fazla sesimizi duyurabileceğiz, proje daha da büyüyecek… Ardından proje büyüdü uzun metraj film olarak kurgulandı. Benim ilk uzun metraj filmim çünkü Mevlana bir belgeseldi.

Senaryo size geldiğinde ne düşündünüz? İlk filminiz 1453’de Fatih Sultan Mehmet ikinci filminiz de Yunus Emre. Aslında bu bir risk olarak görülebilir.

Devrim Evin: Benim için tam tersi. Dünyayı gezdi 1453 Fatih Sultan Mehmet, belki 100 tane ülkede gösterildi, Avrupa’da 1.5 milyon gişe, Arap dünyasında 1.5-2 milyon gişe, Türkiye’de 6 milyon gişe yaptı. Geçen gün Fransızcasını izledim filmin. Almanca, Arapça, İngilizcesini izlemiştim Fransızcasını izledim. Fatih’i oynadığım dönemde bana “Fatih Sultan Mehmet’i oynadıktan sonra ne oynayacaksın” dediklerinde “Yunus Emre” demiştim, o zaman Yunus Emre gibi bir proje yoktu, böyle bir şeyden haberim yoktu. Bunu hedeflemiş bir oyuncuyum zaten. Nitelikli işlerin içinde olmayı ve özellikle yaşamış karakterleri canlandırmak üzere bir görüş oluştu bende Fatih döneminde. Zaten televizyona falan çok sıcak bakmayan bir adamdım, tiyatroda çalışmalarım zaten devam ediyordu. Avrupa’da da aynı şekilde tiyatro çalışmalarım devam ediyordu ve Yunus Emre benim için risk değildi tam tersine güneş gibi doğdu bana. Zatem içimde olan bir şey önüme geldi, tabakta sunuldu. Yunus’la benim tanışmam da çok eskiye dayanır. Devlet Tiyatrosu’nda 2009-2010 sezonunda Recep Bilginer’in Yunus Emre tekstini oynamıştık. Orada tekrar okumaya başlamıştım ama bizim dönemimizde ben ortaokul lisedeyken zorunluydu zaten Yunus Emre okumak, şimdiki gibi değildi. Dolayısıyla Yunus’la zaten ciddi bağı olan bir adamdım onun deyişlerini şiirlerini, Risaletü’n-Nushiyye’yi kütüphanesinde bulunduran bir adamdım dolayısıyla hiç bir zaman risk olarak görmedim ve çekimlere başladığımız ilk günden adeta ben Yunus gibi hazırdım.

Bazı roller vardır onlara hazırlanırsınız Yunus Emre’ye hazırlanmaksa zor, iyi bir genel kültür ve belki dini bir yorum gerekiyor.

Devrim Evin: Fatih Sultan Mehmet için de böyleydi ben o zaman da bu cevabı vermiştim. Ben şu an 35 yaşındayım. Konservatuardan 22 yaşında mezun oldum ve o dönemlerde bu roller bana gelmiş olsa, oynuyor olsam belki bu kadar sakin yaklaşamayabilirdim. Ama bu süreç içerisinde, konservatuara 97’de girdim, bu sene 17’inci yıla giriyorum, 17 yıl bir sürü okumalarım var, mesleğe dair bir birikim var, o birikimler bugün bu rollerle ortaya çıkıyor. Geçmişteki okumalarım, bu rollerin bana geldiği süreçteki okumalarım, gözlemlerim vesaire… Sadece o karakteri okumak değil, o dönemi okumak, o dönemdeki yaşamı, sanatçıları okumak, şairleri okumak, filozofları okumak, o dönemdeki siyasi durumu gözlemlemek vesaire gibi şeyler… Zaten oyuncu bir role hazırlanırken böyle hazırlanır, en son karaktere gelir. Son aşamadır karakter. Yunus Emre ve Fatih özelinde bunlar yaşamış karakterler olduğu için tabii ki haklarında çok fazla şey var. Görsel materyal yok ama yazılmış anılar var. Yunus’la alakalı biraz daha kısır. Çünkü Yunus’un şiirlerini bile yakmışlar o dönemde, tahammül edilememiş Yunus Emre’ye. Halk onu sahiplenmiş ve onun şiirlerini dilden dile dolaştırmış. Yedi tane ayrı şehirde mezarı olan çok büyük bir filozof. Bir halk adamı, halk ozanı, bir devrimci, bir filozof. Böyle bir insana yaklaşırken, ben de kendi hayatımda daima ezilenden yana, merkezine insanı almış ve ezilenden yana bakmaya çalışan bir insanım. Kendi hayatını yaşayıp dışarıyı umursamayan değil başka insanların dertleriyle dertlenen bir insanım, ki Yunus böyle bir insan. Ben daha çok bir karaktere yaklaşırken kendimden de bir nefes katmaya çalışırım ona. Sadece bir şeyi taklit etmek değil kendimden de bir nefes katmaya çalışırım dolayısıyla buradaki Yunus Emre aynı zamanda Devrim Evin’in nefesidir.

Bu filmi önemsiyorum, bir ulusal sinemadan bahsediyoruz fakat Türkiye dediğimiz zaman bizim değerlerimiz dediğimiz şeyin kökünde bunlar yatıyor. Anadolu dendiği zaman kökünde yatan şeyler, Anadolu kültürünü oluşturan şeyler bunlar. Ama sinemamızda bunlarla ilgili çok az şey var. Sizce bunun sebebi nedir, bu sizin için bir zorluk değil mi, çünkü önünüzde böyle bir örnek yoktu.

Kürşat Kızbaz: Ben 1981 doğumluyum. Yunus Emre filmi yapılmış 71 yılında. 40 yıldır kimse yaklaşmamış, hiç bir sinemacı yaklaşmamış. Ekonomik açıdan daha güçlü olan büyük yapımcılar, büyük şirketler kimse ilgilenmemiş. Aslında zor bir şey. Bu filmin ortaya çıkması aslında bir şeylere meydan okuma belli değerleri anlatan filmlerin de Türkiye’de yapılabileceğini, dünyaya ulaşabileceğini gösterme. Ben dün Dışişleri Bakanlığı’ndaydım söyleyeyim size Bahreyn, Tiflis, Kopenhag, Bosna, Budapeşte… Şu anda daha film yok ama bu ülkelerin büyükelçileri filmi göstermek istiyor kendi ülkelerinde. Bizim böylesi insanları anlatacağımız filmlere ihtiyacımız var. Çok açık konuşmak gerekirse bir mücadeleydi bu filmi ortaya çıkarmak, böylesi bir kadroyla, böylesi bir teknikle, böylesi bir müzikle. Dünya standartlarında belli bir kalitede olan bir film yapabilmek önemliydi. Bizim amacımız uzun yıllar izlenebilecek bir Yunus Emre filmi yapmaktı. Sinematografisiylme içeriğiyle, mesajıyla.

Devrim Evin: Kimlikleri, bir fikri sömürmeye çalışarak kullanmamak lazım. Yunus’u bugün herkes istediği şekle, şemale çekebiliyor. Bunu yapmamak gerekiyor, bu filmde o yok. Yani Yunus Emre isteyenin istediği şeye çekeceği bir adam değil, çok sade bir adam. Dediğim gibi merkezine insanı almış bir adam ve bunu Avrupalı, Amerikalı çok daha iyi görebiliyor. Bizim şu anda sadece fragmanımız çıktı ama fragmanı Alman, Amerikalı, İngiliz olan arkadaşlarım da izlediler ve müthiş bir merak var, sadece fragmandan bile çok büyük elektrik, enerji almış durumdalar. Umuyorum gerçek sahibi Anadolu, bu coğrafya bunu alır ve sahiplenir tekrar. En azından yeniden okumaya başlar. bu film onu sağlayacaktır. Bu film asla Yunus’u sömürmüyor, Yunus’u bir yere dayandırmıyor, tamamen çok sade bir şekilde anlatıyor.

Bu filmin odağında Yunus olabilir ama bu film aslında bir yolculukta Yunus’u kullanıyor. Birçok derviş, Taptuk Emre, Edebali dolaşıyor, hümanist olan bir dinin Türk yorumunu en iyi gösteren örneklerden biri. Sadece Yunus yok diğerleri de var. Buradaki bakış açınızı merak ediyorum. Dikkat ettim aynı döneme denk gelmeyen isimler bile bir arada bulunuyor, bunların hepsini toplamanın bir sebebi olması lazım.

Kürşat Kızbaz. Aslında her şey bir yolculuk. Fiziksel de bir yolculuk aslında manevi de bir yolculuk. Bir kişinin derviş olması hayatında yaptığı bir yolculuk bu vesileyle Yunus hem fiziksel bir yolculuk içerisinde hem de manevi bir yolculuk içerisinde. Kendini arayışının öyküsünü anlatmaya çalıştık. Tabii bu yol içerisinde Anadolu’da yüzyıllar boyunca farklı tarihlerde de olsa iz bırakmış, sevgiyi barışı anlatan, Yunus’un olgunlaşmasına zemin hazırlayan fikirleri oluşturan kişilerle Yunus’un buluşmasını istemiştim. Belki Yunus yaşadığı dönemde köydeki yaşlı bir anadan bu maneviyatı aldı, ama onun karşısına Barak Baba’yı çıkarmak, Sarı Saltuk’u çıkarmak, Mevlana Celaleddin Rumi’yi çıkarmak, aynı coğrafyada bile yaşamadığı Hallacı Mansur’u çıkarmak bir rüya sahnesi gibi, Anadolu coğrafyasının o evrensel felsefesini oluşturan kişileri ete kemiğe büründürüp Yunus’la karşılaştırmak istedim senaryoyu yazarken çünkü daha anlamlı olacaktı. Daha güçlü olacaktı mesajları o iletişimi sağlamaları. Bunu müthiş oyuncularla canlandırmak da çok güzeldi, ayrı ayrı hepsine teşekkür ederim. En başta Devrim tabii ki. Anadolu coğrafyasına felsefi anlamda renk katan ve değer katan, ışık saçan kişilerle Yunus’u bütünleştirmek değerliydi. Bu senaryo üzerinden yola çıktım. Hem bir yol hikayesi olacaktı hem de manevi yolculuk olacaktı.

Devrim Evin: Bir de bütün bunların dışında bir bireyin var oluş yolculuğu var. Her birey kendi dünyasında doğumdan itibaren ölümüne kadar bir var oluş mücadelesi verir ve kendini arama yolculuğu yapar aslında. Zaaflarına yenik düşerek tırnak içinde gidebilir, ya da temizleyebilir. Burada Yunus’unki insanoğlunun zaaflarından tamamen arınarak nefsini terbiye etme yönüne giden bir yolculuk, bir var oluş yolculuğu. Aslında burada Yunus’u da dışarıda bırakırsak eğer bir insanın var oluş yolculuğu, bu yolculuk içerisinde kendini bulma hikayesi. Yunus diyor ki “Bir ben vardır bende benden içeri.” En önemlisi burada demek istediğine bakmak lazım. İkincisi “Ne ararsan ara kendinde ara.” Bir insan şu yaşamdaki her şeyi dönüp kendi içinden çıkarıp dönüp kendi içine tekrar koyabilir.

İki rolünüz var birisi Fatih Sultan Mehmet, Batı’dan baktığınız zaman kılıcıyla İstanbul’u fetheden komutan. Yunus Emre ise bizim manevi dünyaya gönderdiğimiz bir şey. O da aslında bir önder ama çok daha hümanist.

Devrim Evin: Şöyle bir şey var, sonradan fark ettim ben bunu, Yunus filmini çekerken altınca ayda falan. Sultan II. Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra Fatih Sultan Mehmet oluyor. Köyden çıkan Yunus Emre de bizim Yunus olduktan sonra Gönüllerin Fatih’i Yunus oluyor. Ben de burada İstanbul’un fatihi Sultan Mehmet’ten Gönüllerin Fatihi Yunus’a yolculuk yapmış oldum oynadığım iki karakter açısından. Bu çok enteresan bir şey ama bunların hiçbirisi tesadüf değil. Dediğiniz doğru Sultan Mehmet aynı zamanda bir komutan ve savaşarak hedefine ulaşıyor ve daha sonra fikirlerini yayarak, sonuçta yedi dil bilen, edebiyat bilen, felsefe bilen aynı zamanda şair, aynı zamanda bir düşünce adamı Fatih. Yunus Emre döneminde savaşan şairler de vardı dergâhtan çıkıp, Türkmen katliamı var ve mücadele eden dervişler de vardı. Yunus daha çok fikirsel boyutta, felsefe filozof boyutunda kalıp fikirlerini halka yaymakla, onları sade diliyle harekete geçirmekle çabaladı ve hiç bir zaman sermayenin yanında yer almadı. Mollalar o dönemde sermayenin yanında yer alırken, Yunus’un şiirlerini, deyişlerini yakarken o halkın yanında, halkın hareketinin içinde bulundu. Çok önemli bir şey. O yüzden gönüllerin fatihi oldu zaten. O yüzden bugün Anadolu’da yedi tane şehirde mezarı var Yunus’un. Yunus Emre’den belki yüz sene sonra dünyaya gelen bir derviş de Yunus olmuş, onun adı da Yunus olmuş. Başkasının yüz sene sonra yazdığı şiirler de Yunus’a atfedilmiş sanki o yazmış gibi.

Kadrodan mutlaka bahsetmek gerekiyor çünkü inanılmaz bir kadro. Bülent Emin Yarar, Ahmet Mekin, Altan Erkekli, Burak Sergen, Altan Gördüm… Say say bitmez. Bu kadroyu nasıl oluşturdunuz?

Kürşat Kızbaz: Filmdeki her karakter çok önemli. O karakterleri çok iyi taşıyabilecek oyuncularla çalışmayı çok istedim ve çok şükür hepsi benim kadar inandılar işe. Orada sayabileceğimiz Nesimi Kaygusuz var, Tamer Levent var, onun yanında Sinan Albayrak var. Hepsi aslında bugüne kadar kendi filmlerinde başrol olmuş insanlar. Senaryoyu gönderdim önce, sağ olsunlar karakteri çok sevdiler. Ama masaya oturduğumuzda zaten hepsi inanarak gelmişti. Hepsi işi çok isteyerek geldiler. Ve risktir aslında bu kadar oyunculu film. Filmin minutajına baktığınız zaman mesela Altan Erkekli’nin topu topu iki dakikası vardır. Ama çok severek, onur duyarak geldi.

Yönetmen için çok zor bir film. Çok rahat sürdürülebilecek performanslarla gitmek zorunda olan bir yapı ve yönetmenin çok sağlam durması gerekiyor. Yönetmenin ne istediğini çok iyi bilmesi gerekiyor performansları kontrol edebilmesi için. Bu kadar tecrübeli isimlerle savaşmak nasıldı?

Kürşat Kızbaz: Aslında savaşmadım hepsi çok yardımcı oldu. Aslında ortak bir iş yaptık. Setten önce çok konuştuk, sahneden önce çok konuştuk ama gelen hepsi zaten çok hazırdı. Biz Devrim’le çok vakit geçirdik film çekiminden önce ama sahneleri konuşurken ya da çekerken konuşmuyorduk çok fazla. Çünkü Devrim çok hazırdı ben de ne çekeceğimi biliyordum, o da benim ne istediğimi biliyordu. Ya da Bülent Emin Yarar’la, öncesinde biraz konuşup senaryoya çok hazır geliyorlardı. O anlamda benim için de çok büyük avantajdı. Hiç sorun yaşamadım aksine birçok sahnede beklentimin üzerinde performans gördüm. Birçok oyuncuya “Ben bu kadarını hayal etmemiştim” demişimdir. Bütün süreçte “Çok güzel oldu” cümlesini çok söyledim çünkü bir yönetmen için bazen hayal ettiğiniz bir çıta vardır, oyuncu gelip o çıtanın üzerinde bir performans sergilerse sizi daha çok tatmin eder.

Bu filme başlarken kimse sizden bu filmi yapmanızı istedi mi, Kültür Bakanlığı ya da başka resmi bir kurum?

Kürşat Kızbaz: Kimse hiç bir şey istemedi. Sorunuz tama olarak bitirmediniz ama kimse bir şey istemedi.

Yani bu bir sipariş değil…

Kürşat Kızbaz: Tabii ki değil.

Eğri oturup doğru konuşalım, Türkiye’de bu tür filmlerin çoğunluğu sipariş filmdir. Bu değil, bence bunların içindeki en başarılısı. Sizce bunun sebebi nedir? Yani bizim sinemamız gerekli tepkiyi gösteremediği için üst kurumlar sipariş filmleri istiyorlar ve gelen filmler de birbirinden kötü çıkıyor. Neden sizce?

Kürşat Kızbaz: Ben sipariş bir filmin çok başarılı olacağına inanmıyorum zaten. Çünkü en başta o işin çıtasını kuran yazan ekip, yöneten ekip, inanan oyuncular ekibi. Para odaklı sipariş bir işle çok büyük yerlere götüremezler, ortaya iyi bir şey çıkaramazlar diye düşünüyorum. Bu işin sipariş olmamasının en büyük kanıtı bu filmin yapım sürecinin beş yıl sürmesi. Üç yıl diyoruz ama benim önceki hazırlıklarım şu anda reel üç yıl. Sipariş bir film altı ayda biter. Ben en başta inandığım bir filmi yapmak istedim. 10 Ocak’ta bu film vizyona girdiği zaman ben kazanacağım aslında yönetmen olarak kazanacağım. Çünkü Türk sinemasında yüzüncü yılı kutladığımız 2014 tarihinde Yunus Emre’yle ilgili bugüne kadar yapılmış olan en büyük filmi yaptım bunu gururla söyleyebilirim. Ve Yunus Emre de Anadolu’da yetişen bütün kültürleri bir araya getirmiş bir kişi. Halkın içinden, bizden biri. O anlamda bu filmin en büyük başarısı filmin ortaya çıkması. Sonrası nasıl bir teveccüh olur onu bilmiyorum ama benim içimi rahatlatan böylesi bir filmi gerçekleştirdim ve özgür irademle gerçekleştirdim, istediğim bir filmi yaparak gerçekleştirdim. Çok teşekkür etmek istediğim kurumlar da var, Kültür Bakanlığı olmasaydı ben bu filme başlayamazdım. Her şeyden önce finansal ama en başında motivasyon açısından bir destekti bu benim için. Çünkü Bakanlık tarafından her film desteklenmiyor nihayetinde. Yüzlerce film başvuruyor. Onların kriterlerini, içeriğini hiç konuşmuyorum ama birilerinin bu filme destek olma heyecanı yola çıkarken benimle çıkma heyecanı benim için manevi anlamda değerliydi.

Devrim Evin: Bu filme Kültür Bakanlığı’nın vermiş olduğu destek miktarı asla yeterli değildir bence çok da azdır. Bunu da söyleyeceğim neredeyse vermeseler daha iyi noktasındadır. Çünkü yazıktır. Neden biliyor musunuz? Çünkü bu kadar güzel bir film ortaya çıkmış ve biz bu röportajda bunu söylüyorsak bunun çoğunu hak etmesi lazım Bakanlığın çünkü Yunus Emre’den bahsediyoruz.

Etmemesi de iyi olabilir çünkü Kültür Bakanlığı çok daha fazla para verseydi, yaratıcıların kendi endişesinden doğan bir şey olmazdı. Bu soruyu sormamın da amacı şuydu, demek ki problem asıl bizim yaratıcılarımızda.

Kürşat Kızbaz: Benden milyonlarca dolar çok daha zengin olan Türkiye’de birçok yapımcı var. Her filmleri olmasa da üç, beş yılda bir bu coğrafyayı layıkıyla anlatabilecek filmler yapılabilirse en azından dünya sineması içerisinde bir duruşumuz olabilir. Bugün Messi’yle Kobe Bryant yapıyor THY reklamını ne kadar güzel dünya izliyor, en çok tıklanan video oluyor. Ama bizim Anadolu’da anlatacağımız çok fazla değer de var bunun yanında.

Devrim Evin: Türkiye’nin en büyük bütçeli filminde başrolünü oynayan bir adam olarak, üç yıl Fetih filmi çekmiş bir adam olarak şunu söyleyeyim ki 17 milyon dolarlık bir filmden sonra bu filmde oynadım bu film benim için 25 milyon dolarlık filmdir.

Hollywood’da Budizm çok işlenir çünkü hümanist, insana dokunan bir yaklaşımdır ve Hollywood bunu kullanır. Aslında tasavvufu da kullanır. Birçok filmde tasavvuftan öğeler vardır. Türk sinemasında ise tasavvuf neredeyse yok.

Devrim Evin: Biz sadece kahramanlık destanlarını kendimize feyz alarak ilerleyen bir toplum haline geldik. Eskiden böyle değildi. Sadece kahramanlık destanları arıyoruz. Sadece bir yerlere giden, kılıçla alan, yıkan… Biz böyle bir toplum değiliz. Biz Anadolu’yuz, biz binlerce yıldır birçok kültürü, dili, dini, birçok yaşam biçimini bir arada tutmuş, türküleri, şarkıları, deyişleri olan, capcanlı, müthiş renkli bir coğrafya. Bu coğrafya kılıçla o hale gelmedi. O savaşlardan önce de coğrafya o haldeydi. Hatta o coğrafya kılıçlar devreye girince bozulmaya başladı. Biz nedense o kılıçların devreye girdiği dönemi dikkate alıp öbürlerini almıyoruz. Ama Avrupa daha çağdaş bir dünyaya bakıyor artık, daha insani. Sınırların, dilin, kültürün, dinin vesairenin dışında insanı temel alan bir yaklaşım içinde baktığı için bizden daha iyi görüyor. Ben Mısır’a gittim geçen sene galaya Kahire’de Yunus Emre Kültür Merkezi var ve Kahire’de bizi misafir edenler, orada galamızı yapanlar da Yunus Emre Kültür Merkezi’ndeki adamlardı. O ekipti, Amerika’da, Belçika’da, İsviçre’de. Ve bugün bizde ne var, bizde sadece ilköğretim okulunun adı olarak kalmış Yunus Emre.

Benim size sormadığım ama filmle ilgili sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Devrim Evin: Ben bütün yüreğimle söylüyorum bu filmin Türkiye’de gerekiyorsa kasaba, kasaba herkesin izlemesi gerektiğine inanıyorum. Ve bir şey anlamak üzere değil, biz bir şeyi anlatmaya çalışmadık bu filmde. Biz Yunus’un felsefesini verdik insanların hissiyatlarına bıraktık. Herkesin bu filmden bir şey almasını istiyorum. Özellikle bu günlerde, bugünlerde yaşadığımız bu saçma sapan savaşlar, karşılıklı kılıçların çekildiği bu dönemde yeniden kendimize dönmemize neden olacak. O yüzden köy, köy bu filmin mutlaka gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum. 50 ülkede gösterilecek, Amerika’ya da gideceğiz bu filmin gösterimi için. Oradaki bir insanın bizi tebrik etmesindense Anadolu’da köydeki, kasabadaki insanın bunu sahiplenmesini istiyorum.

Kürşat Kızbaz. Çok güzel şeyler söylediniz öncelikle teşekkür ederim. Bu filmin değeriyle ilgili sorularınız hepsi bu filmin bir değer oluşturduğunun ispatıydı. Böylesi sevgi insanını anlatan bugüne kadar yapılmış böylesi bir filmin insanlar tarafından anlaşılmasını istiyorum. Ne kadar izlenir bilmem ama insanların buna sahip çıkmasını istiyorum ki devamı gelsin. Ortak fikrimiz böylesi filmler yok, yapılmadı ve bu tarz filmlere sahip çıkarak ülke sinemamızı da geliştirebileceğimizi ve fikirlerimizi evrensel platformlara çok doğru bir şekilde yayabileceğimizin, anlatabileceğimizin bir kanıtı olsun istiyorum.

Filmde Yunus Emre’nin şiirlerini, deyişlerini kullanıyorsunuz. Bunlardan bir kolaj yapıyorsunuz ama o şekilde yapıyorsunuz ki filmin başlayan gelişen ve biten bir hikayesi de var. Diğer yandan yerel bir hikaye anlatırken ona evrensel bir derinlik de katmanız gerekiyor. Bu elemeyi nasıl yaptınız?

Kürşat Kızbaz: O yazım sürecinde ortaya çıktı. Çok okudum. Son on yıldır tasavvuf okuyorum zaten. Yunus’la ilgili Türkiye’de hangi kitap varsa hepsini okudum. Ama şunu biliyordum ki bu insanın sözleri yüzyılları aşmış ve evrensele ulaşmış birisi. Bunu o mantıkla yola çıkarak anlatmam gerekiyordu. O anlamda bir yol hikayesi olmalıydı ama düşünsel bir yol hikayesi olmalıydı, bir manevi olgunlaşma hikayesi olmalıydı. Bir Anadolu köylüsünün önce bir derviş, ardından şair olma öyküsünün nedenlerini vurgulamalıydım senaryo içerisinde. Çok okuyarak o felsefeyi çok iyi anlamış kişilerle de konuşarak öyle bir yolu çizdim. Ve çok şükür başardığıma da inanıyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.