Geçen Sene Altın Portakal’da özel bir gösterimle izledik Menekşe’den Önce’yi… İnsan aklının almadığı galeyan ve vahşet duygularından bir tanesidir Sivas Katliamı benim için.

Kabul edemiyorum bu duyguyu ve hiçbir zamanda kabul edemeyeceğim sanırım. Soner Yalçın tanıklıklarla yani bu vahşeti yaşayan ve hayatta kalanların anlattıklarıyla karşımıza getirmiş bu belgeseli. Salonda çıt çıkmıyordu önce, nefesler tutulmuştu, olayı yaşayanlar nefes alamadıklarını anlatırken biz de nefes alamamaya başladık, gerçekten de olan buydu… Onların gözyaşlarıyla beraber çıkardık biz de içimizde gizli tuttuğumuz nefesi…

2 Temmuz 1993’te meydana gelen katliamı duyunca bir Sivaslı olarak inanılmaz acı çektim. O zamanlar ortalıkta dolaşan ‘yakanlardan mısınız yoksa yananlardan mı’ lafına kimi zaman kızarak, kimi zaman utanarak ‘yananlardanız elbet’ yanıtını verdim. Başka türlüsü nasıl mümkün olurdu ki! Madımak otelinin karşısına dikilmiş ve tek amaçları içerideki insanları yok etmek olan bir kitle vardı ve bu kitlenin uğultusu uzun süre gitmedi kulaklarımdan. Ellerinde gazlarla, kibrit ve ağızlarından köpükler saçarak bekleyen kitlenin öfkesi (neyin öfkesi!) giderek artıyordu, karşılarında onlara müdahale edecek bir polis ordusu da yoktu üstelik. Ve bu onların işine geliyordu, yaşlılar meydanda tekbir çekerken, gençler otelin camlarını kırıyor, otele tırmanmaya çabalıyor ve oteli yakmaya çalışıyordu. Belgeseli izlerken de elim ayağım boşaldı, sanki olay karşımızda oluyordu ve biz hiçbir şey yapamıyorduk. Aziz Nesin’in yangın merdivenlerindeki halini hiç unutmayacağım, içim parçalanmıştı… Sonra otelin merdivenlerine oturmuş, bitkin, şaşkın ve çaresiz ellerine aldıkları yangın tüpü ve fırçayla aslında kendilerini savunmayan Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar…

Belgesele ismini veren Menekşe’nin abisi ve ablası Madımak’ta yanarak öldü. Bu acıya nasıl dayanacağını düşünen annesi onların anısına Menekşe’yi doğurmuş. Onların yerine koymak için değil elbet, onları yaşatmak için. Abla ve abisi hiç tanıyamayacak olan Menekşe ise onların mezarıyla avunuyor, omuzlarında büyük yük var, ailesine destek olmak zorunda. Bütün gözler onun üzerinde, küçük Menekşe 12 yaşında ölen abisi Koray’ı ve aynı adı taşıdığı 15 yaşındaki ablası Menekşe’nin nasıl öldüğünü, nasıl böyle bir vahşete kurban gittiklerini öğrenmek istiyor. Menekşe’nin yolculuğu Lütfiye Aydın’ın katliamı anlattığı kitapla başlıyor ve tanıklıklarla devam ediyor.

Belgesel çok özenli hazırlanmış, o zamana kadar görmediğimiz, öğrenemediğimiz birçok ayrıntı bir anda önümüze serilince gerçekten de engel olamadık gözyaşlarımıza. Ben uzun zamandır bir salonu toplu olarak ağlarken görmemiştim ama ne ağlama! Hıçkıra hıçkıra ağladık, güzel insanları öldürmeye yemin etmiş, insanlıktan nasibini almamış o çirkin yüzleri görmenin acısıyla, çaresizliğin, adalet beklemenin, zamanaşımına uğramanın ve elimizden bir şeyler gelmiyor olmasının acısıyla ağladık.

Sivas katliamı olduğunda yüreğim nasıl yandıysa belgeseli izlerken de o derece yandım kavruldum. Yaşanan vahşet çok etkiliyor elbette ama insanın aklının almadığı şey ‘neden’ sorusu oluyor. Neden yaptınız bunu? Neden bu kadar vicdansınız, insanlıktan nasibini almamışsınız? Orada bidonlarla insanları yakmak nereden aklınıza geldi, neden sizin gibi olmayanlara tahammülünüz yok ve neden bu kadar çabuk galeyana geliyorsunuz? O kadar çok sorulacak soru var ki, bitmez, bitmez… Sonra Yeni Akit gibi Gezi olaylarında da pis yüzünü gösteren gazetenin yalan haberi var ki, senin çıkarın ne katliamdan diye sormak istiyoruz? Onlar zehirlenmedi, kurşunlanarak öldüler diyerek saçma bir yalanın arkasında eşelenen, yalan söyledikçe iyice batan bir gazete. Yalancı olduğunuzu biliyoruz ve sizleri dikkate almıyoruz, sadece birazcık insanlık beklediğim için sizden de bahsetme gereği duydum bu masumca katledilen insanları derin bir hüzünle andım bu yazıda!

Sonuçta 20 Eylül’de vizyona giriyor Menekşe’den Önce. Çok daha önce girmeli yüzlerce salonda gösterilmeliydi. İbret alınacak bir belge, yürek acıtan bir ölüm hikayesi… Mutlaka izleyin, ölüme ve faşizme inat, gericiliğe ve yobazlığa inat!

 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.