Yeni sezonda yüzde yüz yerli ilk 3D bilimkurgu tanımını çok rahat yapacağımız bir film geliyor. Uzay Kuvvetleri 2911. Uzun yıllar yurt dışında yaşayan Şahin Michael Derun imzası taşıyan film Final Fantasy tarzında. 2911 yılında geçecek olan filmde TCG Savarona Türk uzay gemisi ve mürettebatının yaşadıkları anlatılıyor. Şahin Michael Derun’la konuştuk…

BANU BOZDEMİR

Bizim ülkemizde animasyon çok gerilerde ve gelişmesi için de pek bir şey yapılmıyor, önce bunun nedenlerini sizde öğrenip sonra filminizle ilgili ayrıntılara geçebiliriz?
Bunun sebeplerini çok fazla bilmiyorum ben Avustralya’dan geldim. Ama şunu söyleyebilirim Türkiye’deki mantalite yüzünden olmuştur. Birisinin yol açması, önayak olması gerekiyor, animasyon da gerçekten bir cesaret işi. Biz yapıyoruz çünkü benim işim bu. 89’dan beri bu sektördeyim, dünyanın dört bir tarafında yaptım. Ama yapılması gerekiyor. Mesela Saidi Nursi yapıldı, o farklı bir görsellikteydi. Buradaki şartlar nedeniyle o filmde dünyada kullanılan birçok şeyin kullanılmadığını görüyoruz. Umarım devamı gelir, sektörün ilerlemesi demek bizim de daha çok iş yapmamız demek.

Peki siz birçok yerde çalışmışsınız, yurt dışı imkanlarının da daha iyi olduğunu söylüyorsunuz, burada çekme nedeniniz?
Bu hep hayalimdi. Oralarda da çektim sonuçta. Buraya bir faydam olsun istedim artık. Her şeyi hazırdı, hayvanlar yerine bilimkurgu olması, konusu hepsinin bir sebebi var. Şu an yaptığımız iş bu işin en zor kısmı. Gerçeğe yakın olması. Teaser’ı izleyenler animasyon izlediğini unutuyor…

Bu da hep derler ya oyuncuların yerini sanal karakterler alacak diye, ona mı işaret aynı zamanda!
Aldı zaten! Bunu James Cameron yaptı Avatar’la.

Avatar şu an için son nokta mı peki?
Hayır. Yapılamayan o kadar çok şey var ki! Seyirci algılayamıyor o ayrı bir şey. Daha çok başındayız bu işin yani dünyaca.

Biz de sizin filminizde Avatar tarzı bir şey mi izleyeceğiz?
Evet, o tarz ama Avatar’da gerçek de var. Avatar aslında bir animasyon film değil, gerçek oyuncular, gerçek yüz ifadeleri var. Her şeyin gerçeği çekildi onda. Ama bizim ki Final Fantasy tarzında. Gerçeğe mümkün olduğunca yakın, Beowolf tarzı. Shrek ya da Neşeli Ayaklar gibi değil yani. Daha yüksek standartları olan bir şey.

Karakterler yerli mi?
Dört ana karakterimiz var. Yıl 2911 olunca, Türk Hava Kuvvetleri’nin bininci yılı.

Onlarla ortak bir çalışma mı?
Hayır değil. Herhangi bir tarih olabilir, neden olmasın ki? Ben çocukken uzay 1999 vardı, biz geçtik oraları hala öyle şeyler yok. O yüzden tarihin genel anlamda hiçbir manası yok. Ama ben sembolik bir tarih olsun istedim. Gemide bir Asyalı, bir Japon, bir Amerikalı iki de Türk var. Dünyadan yola çıkan kadro bu. Bir de uzaylılar var. Filmin konusu bir araştırmaya gidiliyor ve Nebula’daki kara deliğe giriyorlar. Kara delik onları üç aylık bir mesafeye atıyor. Orada başka bir ırkla karşılaşıyorlar, savaş oluyor. Onların teknolojisi Nebula’nın bu tarafına geçmeye yetmezken, bizim teknolojimizi çalıp bize saldırıyorlar.

O anki dünyayı nasıl hayal ettiniz?
Ayasofya’nın çevresini bayağı bir yeşil yaptım mesela. Daha iyi ve yeşil bir şekilde duruyor İstanbul. Kimliğini bozmadık eskisi de var yenisi de! Bazı şeylerin değişip geliştiğini düşündüğüm için şehri de öyle kurdum, iç içe ve kozmopolit yine.

Peki bin yıl sonra aya gidiş gelişleri çok kolay bir şekilde kurdunuz sanırım…

Şimdi de öyle , Ayases’te araştırma yapan bir sürü insan. Uzayda ciddi seyahat yapılamamasının sebebi gidilecek yerlerin uzaklığı ve insan hayatının yetmemesi. Farazi olarak ışık hızının keşfedildiğini ve maymunun kullandığını düşünürsek, tabii bir de karşı madde var yakıt sorunu. Bu iki küçük engel aşılır aşılmaz ben de gidiyorum, hepimiz de gidiyoruz. (Gülüşmeler)

Bizim bilimkurgu hazinemiz bayağı zayıf. Hala Dünyayı Kurtaran Adam’ımız var, sonra Cem Yılmaz bir şeyler yaptı.
Komik gelecek ama keşke Dünyayı Kurtaran Adam’dan sonra devam etseydi Türkiye. Star Trek’ler 1963-64’te çıktığında gerçekten çok kötüydü. Yayından da kaldırıldı zaten, ama sonra her sene neredeyse dizisi yapılıyor. Ben yedi sene çalıştım Star Trek’lerde. Ben çocukken TRT’de Uzay Yolu vardı Ben onları seyrederek büyüdüm ve sonunda Star Trek’lerde çalıştım. Dizilerimize bakın, kimse insanlara yıldızları gösterecek bir şey yapalım demiyor, ben de bunu anlamıyorum. 70’lerde yapılan yerli filmler daha iyiydi. Bugün Cüneyt Arkın yok, atan atlayacak bir tane jön yok. Polat Alemdar sekiz senedir o silahla geziyor ve o silahı tutmayı öğrenemedi. Bir işi yapacaksan doğru yap yapamayacaksan hiç yapma. İki çeşit oyuncu yetişiyor. Biri tiyatrocular ki onlar çirkinler. Karakter oyuncuları onlar, manken olamıyorlar çünkü. Manken olanlar da gelip dizilerde oynuyor. Onlarda da oyunculuk yok, kopukluk oluyor arada.

Siz de insan yok mesele de yok, yeniden yaratıyorsunuz… Ne aşamada şu an film?
Yarıladık. Eylül’de vizyondayız zaten.

Kaç dakika olacak?

89-90 dakika olacak. 90 dakika 135bin kare yapıyor. Tridi yapıyoruz bu ikiye katlanıyor270 bin kare kadar işimiz var. Ama biz sistemi buraya getirdik, getirmeseydik yapamazdık. Motio capture sistemi getirdik mesela, bu dünyanın en iyi sistemlerinden biri. X-Man, Iron Man falan bununla yapılıyor. Gerçek insanı tamamen tarayan bir sistem var en ince ayrıntısına kadar. Biz her şeyi mükemmel yapabiliriz çünkü biz dijitaliz. Biz her detayı yakalarız, işi bozarız yani genelde.

Dağıtımcı? Kaç kopya çıkacak?

Evet Uip. Şu an ikiyüzün üstünde gözüküyor. Ağustos sonunda tridi olmayan sinemaların çoğu tridiye geçecek.

Bunu sormak anlamsız olabilir ama niye tridi?
Bir adım sonrası zaten. 80’lerde üç boyutlu filmler vardı. Onlar mide bulantısı, baş ağrısı falan yapıyordu. Artık öyle bir yere geldi ki çok rahat seyrediyorsunuz. Herkes de seviyor, madem bunu yapıyoruz tridi yapalım dedik.Ayrıca dünya pazarımız var. Siigraph’a davet edildik. Bu büyük bir şey. Bizim sektörde Oscar’dan iyi. Hiçbir politikası yok, kalite göstergesidir, net.

Maliyetli bir iş yapıyorsunuz…
Evet çok maliyetli.. Biz tırnak altıyla yüzün rengini her karede uydurmak zorundayız. Eziyetli bir durum. Ekip günde 12 saat çalışıyor. Temmuz 2011’de başladık. İki yıllık bir planımız vardı. Pixar falan bir işi 600 kişiye veriyor, altı ayda bitiriyorlar. Biz şu anda 25 kişi falanız. Ben 21 saat falan çalışıyorum.

Sizin filmin üç boyut tekniğini biraz anlatır mısınız?
Sinemadaki üç boyut iki kamerayla yapılan bir şey. İki kameranın aralıklı durması ve onda sonra o ikisinin odak noktasının çatışması, sizi farklı görmeye itip üç boyut algısı yaratıyor. Biz üçüncü kamerayı da koyabiliyoruz. Bakalım nasıl olacak. Oturma açılarına göre de değişir üç boyut. Onu da aşamıyoruz, aşınca dördüncü boyut olacak zaten.

Peki bu film tutarsa ve sevilirse devamı gelecek mi?

Bu konuda iki tür planımız var. Birincisi bunun devamı olarak ikinci senaryo hazır. Benim en büyük hayalim bunu Star Trek haline getirmek. Gençlerin sürekli izleyeceği, kendilerine ait kahramanların olacağı bir dizi yaratmak. X Files gibi bir film yapıp hem çocuklara hem de büyüklere hitap etmek istiyoruz, çocuklar da izleyebilecek yani.

Filmde öne çıkarmak istediğiniz bir karakter var mı?

Kısaca Murat Kaptan diyoruz. Sungu Babacan yaptı onun dublajını. Karakterimiz Mel Gibson’ın Forever Young filmindeki tipine benziyor.Yakışıklı bulunuyor, bildiğiniz klasik Türk erkeği tipi. Bıçkın, hazırcevap, geçmişe çok meraklı.

Kadın karakter var mı?
Evet var, bayağı zeki, hareketli falan. Aralarında bir çekim de var Murat Kaptan’la ama bir yere kadar koyuyoruz, çocuklar da geleceği için. Amerika’yla dalga geçiyorlar, her filmde mutlaka bir sarsak vardır ya burada da var. Japon karakter ciddi biri.

Aksiyon var mı?

Aksiyon çok ama silah yok. Dövüş var ama gerektiği yerde ve şekilde. Çocuklara da hitap eden filmde insanlar ölmemeli zaten. Filmdeki mantık doğrudur, her şeyi okuyarak ederek, sorarak yaptık. Kafadan atma bilimsel bir bilgi yok orada. Ama sinema bir dil, onunda bir grameri var. Beklentiyle doğruluğu birleştirip bir yere koyuyoruz. Uzayda bir şey görmezsiniz, sadece siyah, kör nokta diyorlar. Ama onu da koyamayız. O yüzden geçip giden mavi ışıklar falan koyuyoruz.

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.