Jale Arıkan Ve Erdem Tepegöz’le Zerre’yi konuştuk… Zerre filmi Altın Portakal’dan En iyi ilk film, en iyi yönetmen ödülleriyle döndü, tabii en iyi sanat yönetimini de unutmayalım.
Filmin atmosferi bir hayli başarılı ve gerçekçiydi. Filmin kadın oyuncusu Jale Arıkan çok başarılıydı, Altın Portakal’da neredeyse herkesin favorisiydi ama en iyi kadın oyuncu ödülünü kucaklamayamadı. Ama başka bir festivalde mulaka alacak, ben inanıyorum.
Banu Bozdemir
Her yönetmenin ilk filmi daha kişisel ve özeldir sizi bu filmi çekmek konusuna tetikleyen şey neydi?
Erde Tepegöz: Başka bir proje için mekan araştırması yaparken Tarlabaşı, Dolapdere civarında çok benzer bir öyküye teğet geçtim. Çok içine giremedim ama yine engelli kız ve annesiyle yaşayan bir kadına tanık oldum. Kadın hafta bir iki kere iğne işi çıkarsa hayatta kalmaya çalışıyordu. Bakışlarındaki ve tavırlarındaki kabuksuluk ben de kaldı ve kadının ne yaptığını merak ettim hep. O süreçte de yoğun olarak varoluşla ilgili şeyler okumaya başlamıştım. Yalın bir öyküyü varoluş üzerinden anlatabilir miyim soruyu bu öyküyü doğurdu.
Böyle insanlar görünce yardı etmek isteriz ya, bu insanların filmini çekerek vicdanını rahatlatmış olabilir misin?
E.T: Onun durumundan etkilendim ama ona bir güç vermek istedim. Ona milli piyangodan para çıkartmak değil ama içinde bulunduğu güç koşullarla mücadele etme gücü vermek istedim. Bu filmdeki karakterde öyle, zorluklar karşısında ağlamıyor, yıkılmıyor. Güçlü olması benim daha çok istediğim şeydi.
Zaten kadın yaşadığı semtten, oradaki profillerden de ayrıksı duruyor…
E.T: Evet biraz erkeksileşmiş bir kadın diyebiliriz, o kadar kabuksu bir hayatı var ki! Saldırıya uğradığında bırak diye kuvvetli bir biçimde bağırıyor ve daha sonra o odaya tekrar gitmeye çekinmiyor. Çünkü mücadele etmeye o kadar alışmış ki, önünde bir engel olarak görmüyor.
Senaryoyu okuduğunuzda ilk neler hissettiniz ve bu rolü oynamaya iten şey ne oldu sizi?
Jale Arıkan: Kadında değişik bir enerji ve devam etme gücü vardı. Bir tünelden geçiyormuş gibi, beni de sürükledi, beraber koştu. Çok ilgilendirdi beni böyle bir hayatın içine girmek. Daha fazla öğrenmek ve daha fazla yaklaşmak istedim. Yönetmeni ve prodüksiyonu tanımama rağmen kısa zamanda oynamaya karar verdim.
Her rol oyuncuda bir şeyler bırakır, bu rolden size kalan ne oldu?
J.A: Ben Zeynep’in hayatı üzerinde iyi ya da kötü yorum yapmamaya çalıştım. İnsanlara acımak istemiyorum, öyle hissettiğim zaman da başka türlü bakmaya çalışıyorum. Bilmiyoruz çünkü o insanın iç dünyasında neler yaşadığını. Zeynep’in bana bıraktığı cesaret. Zerre olmayı umursamasa, görmese kabullenmese bile yaşıyor. O cesaret çok büyük bir şey.
Kadının yaşadıklarının ağır, zaman zaman abartı olduğunu düşündünüz mü? Haftaya 90 liraya çalışmak falan?
J.A: Ben de senaryoyu okurken öyle düşündüğüm yerler oldu, abartma mı diye? Ama bazı hayatların öyle anları var ki inanamıyorsunuz yüklenen şeylere. Evet her dakika başlarına bir şey gelen insanlar var. 90 lira olayı beni de çok zorladı ama Erdem olduğunu söyledi.
E.T: Bir belgesel yapıyordum ve birçok yeri gezme imkanım oldu. İnsanlar inanılmaz paralara çalışıyorlar 90 liranın da altında.
Peki filmden çıkınca insanlar şöyle bir eleştiri getirdiler niye bu kadın evlere temizliğe gitmiyor vs. diye?
J.A: Ben de düşündüm onu, neden başka işler yapmıyor acaba diye düşündüm ama Erdem orada ilginç bir şey söyledi. Onun dünyası başka, bilmiyor, bulamıyor yolunu dedi. Yani onun yolu kapalı bir şekilde. Olmayınca olmaz ya…
Evet insanlar iş talep edince kapılar bir şekilde yüzlerine kapanır, talep sizden gelince karşı taraf kabul etmez. Biraz sizin buralara kadar uzanan serüveninizi dinleyelim…
J.A: İstanbul’da doğdum ama Almanya’da büyüdüm. Türkiye’de daha evvel çalışmalarım oldu 15 sene evvel. Sonra Amerika’ya gittim. Sonra Almanya ve tekrar burada yaşama ve çalışma isteği geldi. Sonra Zenne filmi geldi. Orada orta boyda çok hoş bir rolüm vardı. Sonra Zerre geldi.
Zenne ve Zerre’ye ne diyorsunuz?
J.A: Çok komik ve değişik tabii. Tesadüf!
Türkiye’deki sosyal yapıyı ve böyle bir karakterin yapısını nasıl içselleştirebildiniz?
J.A: Fazla bir şey bilmiyorum sosyal yapıyla ilgili. Çok naif bir yapım var, ben güzellikleri, beni doyuran şeyleri görüyorum. Çoğunluğun nasıl yaşadığını bilmiyorum ama çok iyi yaşamadıklarını tahmin ediyorum. Türkiye’den yola çıkarak değil ama genel olarak fakirlik ve insanların bir tünelde olduklarını biliyorum. Oradan kolayca çıkamayacaklar, ışığın öbür taraftan doğmasını bekliyorlar umutla. O genel bakış açısıyla bakarak oynamaya çalıştım..
Kesinlikle yargılayıcı bir soru değildi bu. Tam olarak işçi sınıfı filmi değil bu, ezilenlerin filmi diyebiliriz… Tam bakış açınız neydi sizin bu filme ilişkin?
E.T: Sosyal gerçekçilikten etkilenmiş biriyim zaten. İşçi sınıfı filmi demek pek doğru değil ama iş arayan bir kadının filmi demek daha doğru olabilir. Ana tema olmasa da bir dokunuş ve selam duruş var işçi sınıfına. Öyküyü bir sınıfa dahil etmekten çok bir insana adamak vardı kafamda ve o zaman yine Zeynep’e döndüm. Ondan ayrılmamaya karar verdim. Ama otobüsteki insanlar ve onların daha yoldayken yorgun olmaları.
Filmin sonuna ilişkin neler söylersin, donuk bir kare, sanki daha devam edecekmiş hissi…
E.T: Senaryonun farklı versiyonları vardı bu film 120 dakikada olabilirdi. Ama ben öndeki öyküyü ne kadar yalın tutarsam arka tarafı o kadar fazla hissettirebilirim diye düşündüm. Öyküye kurban olmak istemedim. O yüzden kısa ve başa yani döngüye bağlayan şekilde çıktım öyküden.
Sizin Jale Arıkan’ı tercih etme nedeniniz, daha önce izlemiş miydiniz?
E.T: Benim altı yedi isimlik bir listem vardı. Birisi Jale Hanım’ı önerdi onun fotoğrafını gördüğümüz anda elimizdeki listenin ne kadar cılız kaldığını gördük. Bizim için keşif oldu. Ben Zenne’yi izlememiştim ama izleyen arkadaşım önerdi zaten.
Oyunculuk kalıbı çok aynı herkeste aynı bakışlar, dudaklar, burunlar… Sizde bir anlam, ifade var. Aranan bir oyuncu tipisiniz bence.
J.A: Uzun zamandır bir oyuncu olarak bunu elde edebilmek için uğraşıyoruz. Sonuçta bu, iç dünyasını yaratmak, bir şeyler hissetmek. Bunları elde edebilmek için çalışıyorum, diğer oyuncular da çalışıyordur mutlaka.
Kadın odaklı filmler, oyunculuklar azdır bizim sinemamızda. Zerre tamamen böyle bir film, siz oynarken bunun farkını hissettiniz mi?
J.A: Dünya sinemasında da kadın rolleri daha azdır, kadın genelde erkeğe eşlik eder. O yüzden senaryoyu çok beğendim, erkek gibi koşturan bir kadın. Çaresizliğinin habire üstüne çıkmaya çalışıyor ama tamamen kadın odaklı bir film olarak algılamadım. Erkekler kesinlikle daha fazla alışkın zorluklara ama kadınlar da artık yalnız kalmanın ve mücadele etmenin farkında.
Filmde kendinizi nasıl buldunuz?
J.A: Çok beğendim, çok etkilendim. İşin bu kadar içinde olmama rağmen izlerken çok etkilendim. Bu hikayenin rahat, huzurlu ve insanların birbirine iyi davrandığı bir akışı vardı. Ama bizimkinin farklı olarak derinliği vardı, benden fazla bir şey isteniyordu. Zeynep’in bana katacağı şeyleri gördüm. Çok şey olabilir bakışı vardı ama yine de parlayan ve sönen işler de var. Bizimki yükselmeye devam ediyor. Esas konu bence bir varoluş hikayesi olması.
Filmde umut var ama bir yandan da umutsuzluk hakim… Siz umudu göstermeye çalışıyorsunuz ama üzerine eklemlenen hep umutsuzluk oluyor, tam olarak sizin bakış açınız nedir?
E.T: Seyirciyi mutlu göndermek istemedim açıkçası. Böyle bir filmden mutlu gidilirse sorgulama sistemi devreye giremiyor. Orada bir son olsaydı filmi orada bırakmıştınız. Ben kendi adıma elbette olumlu bakıyorum, oradaki Remzi karakter bunu az da olsa hissettiriyor, o ışığı gösteriyor bizlere. Filmdeki tek umut ışığı o.
twitter.com/BanuBozdemir