Arabalar iyice gaza geldi!
İtiraf etmeliyim ki, 2006’da gösterilen serinin ilk filminde oldukça sıkılmış, biran önce filmin bitmesini istemiştim. 117 dakikalık süresiyle de popülist bir animasyona uygun değildi kanımca. Ancak bu kez işler değişti. Ağırlıklı olarak çöldeki kasabada geçen ilk hikaye bu sefer dünyanın dört bir yanına yayılan, aksiyon dolu bir hal almış.
Yıldız yarışçı Şimşek McQueen ve çekici Mater dünyanın en hızlı arabasını belirlemek için düzenlenen ilk Dünya Grand Prix’inde yarışmak için denizaşırı ülkelere gidince dostluklarını da heyecan verici yeni yerlere götürüyorlar. Fakat şampiyonluğa giden yol Mater’in entrikalı bir maceraya girişmesiyle birlikte çukurlarla, dolambaçlarla ve şamatalı sürprizlerle dolar. Mater kendisini iki arada bir derede bulur: Ya Şimşek McQueen’e bu büyük yarışta yardım edecektir ya da usta İngiliz casusu Finn McRoket ve stajyer ajan Holley Shifwell’in yürüttüğü çok gizli görevde yer alacaktır.
Konusundan da az çok anlaşılabileceği üzere bu kez çekici Mater üzerine kuruluyor senaryo. Şaşkın ve saf Mater yanlışlıkla kendini bir ajan hikayesinin içinde buluyor; başta McQuenn olmak üzere tüm yeni nesil arabaları tehdit edecek bir suç örgütünün foyasını ortaya çıkarmak için bilmeden de olsa canını dişine takıyor… Bir yandan dostluğun öneminin altını çizerken bir yandan da istendiği takdirde her şeyin üstesinden gelinebileceğini vurguluyor. Tabi bunu yaparken de, John Lasseter’in önderliğinde hızlı bir senaryodan ve de başarılı 3D tekniğinden yararlanıyor. Orijinalinde Owen Wilson, Michael Caine, Larry the Cable Guy ve John Turturro’nun seslendirdiği film, ülkemizde ise Osman Gidişoğlu, Yekta Kopan ve Cem Yılmaz tarafından seslendirildi. Casusluk filmlerine olan düşkünlüğünü her fırsatta dile getiren yaratıcı yönetmen John Lasseter, filme kattığı ajan hikayesiyle hedefi on ikiden vurmuş. Zira böylece küçük izleyicilerin yanı sıra, büyüklerin de ilgisini ayakta tutmayı başarmış. Üstelik bunu yaparken de akıllıca bir fikri yedirmiş işin içine; karakterleri dünyanın dört bir tarafına göndermek. Amerika’nın yanı sıra Japonya, Fransa, İtalya (Buradaki sahil şehrine bayılacaksınız) ve İngiltere’de geçen yarışlar heyecana heyecan katıyor.
Gelelim ilginç bir tespite… Maceranın alt öykülerinden biri de petrol meselesi. İlk bakışta çevre dostu izlenimi veren ve hızla azalan petrole alternatif bir yakıtmış gibi sunulan Alinol, filmin sonunda kötüleniyor. Bu açıdan özellikle de küçük izleyicilerin kafası iyice bulandırılıyor. Hatta filmin sonunda durum öyle bir hal alıyor ki, sanki petrol olmazsa dünyanın sonu gelecekmiş gibi bir izlenim yaratılıyor. Dolayısıyla da, gelecek konusunda kalıcı çözümler üretilmesi gereken günümüzde çocuklara daha net ve yapıcı mesajlar vermesi gerekirdi filmin.
Neticede, dinamik yapısı ve hiç düşmeyen temposuyla “Arabalar 2”, büyük küçük herkese eğlenceli dakikalar armağan ediyor. Ancak bir üçüncüsü daha gerekli mi, işte bundan şüpheliyim…