Aslı Atasoy çok fazla kitap kapağı tasarlayıp, belli bir hafıza yaratan Birol Bayram’ın tasarımlarıyla bir hikayenin peşine düşüyor ve kitap kapaklarını röportaj yaptığı diğer insanlarla beraber tartışmaya açıyor… Bu sorgulamalardan dinamik, popüler dili olan bir belgesel ortaya çıkmış…

Merhaba Aslı seni biraz tanıyalım mı?

Bağımsız gazeteciyim. Ankara Radikal’de başlayan muhabirlik serüvenim devam ediyor. Daha çok yakın geçmişe yönelik dosyalar, haberler hazırlıyorum. Bir çeşit yakın tarihe yönelik kültürel arkeolojik kazı çalışması yapıyorum diyebilirim. Uzun zamandır da Youtube, televizyon ve Instagram’a video haber içerikleri hazırlıyorum. 2022 yılında “Gezi 9 Yaşı’nda” isimli bir kısa belgesel çektim.

Kitabın Rüyası belgeselinin fikri nasıl ortaya çıktı? Seni bu belgeseli yapmaya iten şey ne oldu?

Geçen sene T24 için Gırgır dosyası hazırladım. Orada dergiye damgasını vurmuş çok önemli isimler olan Ergün Gündüz, Mehmet Çağçağ gibi çizerlerin yanından kitlesel olarak bilinmeyen ama genç kuşağı temsil eden Birol Bayram ile de söyleşi yaptım. Daha sonra beni sosyal medyadan ekledi. Paylaşımları dikkatimi ekti. Bir yayınevinde çalıştığını söylemişti, yüzlerce kitap kapağı paylaşımını görünce, 26 yılda 6000 kitap kapağı tasarladığını keşfettim. Sayılara baktığımda bir istatistiğin peşine düştüm. Kişisel bir hayranlık değil, gazetecilik merakı tetikledi beni. Hem bir rekor hikayesi hem de kitap kapakları evreni üzerine yerelden dünyaya uzanan bir belgesel yapma fikrim böyle çıktı. Kitap kapağını bir nesne ve bir araç olarak ele alırken, sinemanın en güçlü anlatım damarlarından biri olan metaforik bir yüzeye de dönüştürdüm. Kapaklar filmde hem biçim hem anlam taşıyan birer hikaye alanına dönüştü.

Çocuk kitapları yazdığım için biliyorum kitabı sattıran şeylerden biri de kapak tasarımıdır, Bayram’ı ilginç kılan şeylerde birisi de tasarım kadar ürettiği kitap kapağı sayısı sanırım. Burada kitap kapağı tasarımına bir sanat eseri gözüyle mi bakmalıyız, yoksa sayısal olarak mı değerlendirmeliyiz, sen iki yönden de bakmışsın ama senden dinlemek isterim…

Kitap kapağı sanat eseri değil diyerek kendi görüşümü hemen belirteyim. Filmde bunun tartışmasını uzun uzun yapıyoruz. Tanıklar fark etmeden birbirleri ile konuşuyor. Bazen olumluyorlar bazen de reddediyorlar. Kitap kapağı bir sipariş ve endüstriye hizmet ediyor. Yayınevinin daha çok belirlediği kalıplar üzerinden yapılıyor. Tasarımcı da renkler ve imgeler üzerinden yayınevinin kurumsal kimliğine uygun olarak üretimler yapıyor. Bu sayede kitaplar daha çok satılıyor. Tamamen ticari ama elbette tasarımcı hem kendi markası hem de piyasadaki sanatsal kaygıları gözeterek işin estetik boyutuna çok önem veriyor. Geçen gün “Kitap kapağını Picasso yapsa da mı sanat eseri değil” diye sordular. Evet, “Picasso bir yayınevinde tasarımcı olarak çalışsa ve her gün bir kitap kapağı tasarlasa o da sanat eseri değil” dedim.

Seni en çok etkileyen kitap kapağı hangisi oldu ve Birol Bayram kitapları içinde hangisi oldu diye sorsam…

Çocukluğumu şekillendiren kapaklar Behrengi’ninkilerdi. Belki de bu yüzden kapakla gerçek sanat arasındaki farkı erken yaşta öğrenmiş oldum. Zaten bu nedenle filmi Behrengi’ye adadım. Onun kitaplarında eşsiz bir dünya ideali vardır. Kitapları, onları okuyan çocukların adalet ve mutluluk konusunda içsel bir çaba geliştirmelerini sağlar. Çocukken Behrengi okuyanlar mutlaka onu hayatlarının her döneminde hatırlar. Bunun dışında günümüzde ise minimalist tasarımları olan kapak tasarımlarını seviyorum. Bana göre tasarım çok yalın olmalı.

Kitaplar her ülkede o yayınevinin belirlediği tasarımlarla baskıya giriyor, çok az orijinal kapak tasarımıyla baskıya giriyor. Burada telif vs gibi etkenleri dikkate alırsak kapak tasarımın evrenselliği ve yerelliği hakkında neler söylersin?

Kapaklar okuma yazma bilmeyen insanlara bile kitabı anlatacak, kitap hakkında fikir verecek güce sahip. Dijital varlıklar nedeniyle artık yerellik özellikle görsel sanatlar alanında deforme olmaya başladı. Tek tip, nöro-plastisitenin yaptığı araştırmalar sayesinde insan beynindeki alıma yönelik motivasyonu tetikleyecek tasarımlara evriliyor. Bu da genel olarak küresel bir atmosfer yaratılmasına neden oluyor. Aynı kapağı, üzerindeki lisanı değiştirip dünyanın her yerinde satabilirsiniz.

Belgesel seyirciyle buluşmaya devam ediyor, nasıl tepkiler alıyor, nasıl hisle ayrılıyor insanlar belgeselden… Festivallerin belgesel ve kısa filmlere olan tavrından da bahsedelim.

Kitabın Rüyası, yurtiçinde ve dışında festival yolcuğuna devam ediyor. İzleyenlerin geneli belgeseli entelektüel buldular. “Kitap kapaklarını işlemek nereden aklınıza geldi” sorusu en çok çok duyduğum yorum. Bu da çok hoşuma gidiyor. Daha çok izleyicisini seçen bir belgesel oldu. İzmir ve Antalya gösteriminde tasarım sanatçıları ve öğrencileri geldiler. Filmi izleme listeleri için işaretlerken konusundan etkilendiklerini söylediler. Dünyada ve ülkemizde bu içerikle başka bir film yok. Bu da bu belgeseli zamansız ve arşivlik kılıyor. Bu açıdan mutluyum. Festivallerin kısa film ve belgesellere yaklaşımları malum. Belli formüller üzerinden ilerliyorlar. Ancak iyi filmler festivallerden bağımsız kendi varlıkları ile her şeyin ötesine geçme gücüne sahip. Çok değil 5 yıl sonra bu networkler, yöneticiler kalmayacak ama filmler kalacak. Şu anda programlarında yer vermeyen festivaller, daha sonra özel seçkilerinde, saygı kuşaklarında zamanında yüz vermedikleri iyi filmlere yer verecek. Bu da sinemanın gücü.

Antalya’da izlediğimde diğer belgesellerden ayrılan, daha popüler kültür kavramını sorgulatan bir yapım olduğunu düşündüm. Festival seçkisine renk katmış, farklı bir yerde duruyor, öyle mi?

Sen de çok iyi biliyorsun, festivaller ve satış için belli formüller maalesef sinemada çok etkin. Her festivalin ya da platformun belli karakteri var. Yapımcılar da özellikle iş yapabilmek için bu formüllere yönelik üretimleri destekliyor. Benim gibi bağımsız isimler ise ellerinde yeterince güç varsa kendi istedikleri işleri çekebiliyor. Bu açıdan ben herhangi bir formül için üretim yapmama özgürlüğüne sahip olarak bu işi çektim. Muhtemelen bir yapımcıya gitseydim işi proje aşamasında hemen reddederdi. Bu açıdan özgün ve farklı oldu. Festivallerin genel atmosferleri için sıra dışı sayılabilecek bir iş oldu. O nedenle de sanatı destekleyen festivallerin seçkisinde yer aldık ve ödüle layık bulunduk.

Belgeselin dinamik bir anlatımı var, bir kişiye angaje olduğu halde onu çevreleyen birçok kişinin de olması bu dinamizmi sağlamış. Belgesel dilini nasıl kurdun?

Aslında bir portre olsun istemedim. Onun için meseleyi çok geniş açıdan ele almak istedim. Orta metraj için çok fazla sayıda tanık ile konuştum. Normalde kimsenin kolay kolay yapmayacağı bir şeyi yaptım. Onlara çok nitelikli sorular sordum ve kafamdaki kurguyu çekime girmeden yapmıştım aslında. Mekanları da buna göre seçtim. Uzun bir araştırma sürecinden geçtim. Kurguda da çok zaman harcadım. İşin derinliğine önem verdim.

Belgesel ne kadar zamanda çekildi, destek alınan bir kurum oldu mu? Biraz da kısa film ve belgesel çekmenin maddi ve manevi koşullarından bahsedebiliriz?

Aslında çok uzun sürede çekmedim. Malum kendi bütçem ile yaptım. Ama post aşamasında çok yoğun bir süreç geçirdim. Mekan desteği dışında kimse desteklemedi. Zaten ben de kimse ile görüşmek istemedim. Bağımsız olmak her şeyden önemli. Eğer destek olsaydı daha uzun bir belgesel ortaya çıkardı. Sinema artık daha da pahalı. Sanat işi yapıyorsanız çalıştığınız ekiplerin desteği olması lazım.

Başka belgesel var mı çekeceğin, hazırlık aşamasında olduğun?

Şimdi bir Mardin hikayesi için çalışıyorum. Bu kez fonlara başvurmak zorunda kaldım. Aralık ayında keşif için gideceğim sonrasında ise Nisan gibi çekimler olacak. Çok sayıda çekmek istediğim proje var onları da zamanla yapmayı düşünüyorum.

Son olarak neler söylersin?

İnsanın filmini izlemiş bir gazeteci ile konuşması çok keyifli. Teşekkürler…

 

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.