Yönetmen-Akademisyen Mehmet Ali Sevimli ile tanışmam 23. Adana Film Festivali’ne uzanıyor. O yıllarda henüz öğrenciydi; “En Yeni Gerçeklik” adlı kısa filmiyle öğrenci filmleri kategorisinde Kurmaca dalında Jüri Özel Ödülü kazanmıştı. Filmine bayılmıştım. Nasıl ironik, nasıl sade ama bir o kadar derin bir şekilde anlatmıştı meselesini… Kahkahalarla güldürürken hissettirdiği güçlü bir eleştirel ton vardı.

Zaman içinde çeşitli festivallerde karşılaştık. Hem akademik hem de sinema çalışmalarıyla hep kadrajımda oldu. Bugün artık genç bir akademisyen, aynı zamanda üretken ve dikkat çekici bir yönetmen.

Bu kez yollarımız 16. TRT Belgesel Ödüllerinde kesişti. Yeni filmi “Yıkılmak” ile ulusal belgesel kategorisinde yarışıyordu. Filmi izledim ve kendisiyle bir söyleşi yapmak istediğimi söyledim. “Tabii ki hocam,” diyerek gülümsedi ve hemen kabul etti. Ben sorularımı yönelttiğimde ve röportajın kapak fotoğraflarını çektiğimizde henüz ödüller açıklanmamıştı. Aslında bir ödül alacağını içten içe hissettim ama ona söylemedim. Sadece, “Eğer ödül alırsan, röportajın kapak fotoğrafını yeniden çekeriz,” dedim. Ve gerçekten de Mehmet Ali Sevimli “İkincilik Ödülü” aldı. Ödül açıklandıktan sonra kameralar ona döndü, tebrikler çoğaldı, fotoğraf çektirmek isteyenler sıraya girdi. Ben ise ilk çektiğimiz kareyi kullanmaya karar verdim. Çünkü o fotoğraf, ödül öncesinin heyecanının gülen karesiydi.

 “Yıkılmak” fikri kez nasıl doğdu? Muhtarlık seçimi gibi küçük görünen bir sahneden yola çıkmak seni nasıl cezbetti?

Fikir, geçmişteki yerel seçimlerde köyümdeki muhtarlık yarışlarını yakından gözlemlememle ortaya çıktı. Hatta bir seçimde, muhtar adayı olan amca oğlum için propaganda çalışmalarına bizzat dahil olduğumu fark ettiğim an, bu sürecin düşündüğümden çok daha büyük bir anlam taşıdığını gördüm. O noktada, muhtarlık yarışının yalnızca bir idari görev için yapılan sıradan bir seçim olmadığını; aksine, yerel düzeyde bir “onur meselesi” olarak algılandığını keşfettim. Bu gözlem ve duygusal yoğunluk, “Yıkılmak” filminin temelini oluşturdu.

Filmin başlığı oldukça güçlü: Yıkılmak. Filmde kim ya da ne yıkılıyor?

“Yıkılmak” ismi ilk bakışta fiziksel bir çöküşü çağrıştırsa da, filmde bu kavram çok daha derin bir anlam taşıyor… Yerel seçimlerde bir adayın kaybetmesi, genel olarak Çukurova bölgesinde ve filmin geçtiği Pirsultanlı Köyü’nde yalnızca bir siyasi başarısızlık değil, toplumsal hafızada bir “yıkılma” olarak kodlanıyor. Bu durum, bir iktidarın veya siyasal yapının yıkılmasıyla benzer bir sembolik anlam içeriyor. Yıkılmak, basit bir kaybetme eyleminin ötesinde, bireyin ve topluluğun uzun süre etkisinden kurtulamadığı bir “ruhsal çöküş” hâline dönüşüyor. Bu duygu neredeyse varoluşsal bir korkuya evrilmiş durumda. Muhtar adaylarının ve destekçilerinin tüm çabaları, aslında bu yıkılma hissini yaşamamak üzerine kurulu. Burada mesele yalnızca bir makam değil; onur, statü ve aidiyetin korunması. Sosyolojik açıdan bakıldığında, bu durum yerel iktidar ilişkilerinin mikro düzeyde nasıl bir güç mücadelesine dönüştüğünü gösteriyor. Dolasıyla kaybetmek, yalnızca bir sonuç değil, kimliğin ve anlamın sarsılması olarak algılanıyor. Dolayısıyla film, bir adayın veya destekçilerinin hikâyesini anlatmakla yetinmiyor; tüm köyün muhtarlık seçimleri üzerinden şekillenen “yıkılma” korkusunu merkeze alıyor. Bu korku, bireysel hırsların ötesinde, kolektif bir psikolojiyi ve yerel kültürün kırılgan dengelerini görünür kılıyor.

Köy halkıyla güven ilişkisini kurmak nasıldı? Kamera karşısında doğal kalmalarını sağlamak için nasıl bir yol izledin?

31 Mart 2024 seçimlerinden 20 gün önce çekimlere başladık. Bu süreçte tamamen oradaydık. Çoğuyla akrabalarım olmasına rağmen; güven ilişkisini kurmak pek kolay olmadı açıkçası. Çekimlere başlamadan önce bu güven zeminini oluşturmak için oldukça fazla çaba harcadım. Her iki muhtar adayı, aileleri ve çevresiyle kritik konuşmalar yaptım. Bir yönetmen olarak iki aday arasında eşit bir mesafede kalacağımı, filmin anlatısının da herhangi bir şekilde bir aday üzerinde ağır basmayacağını, temel amacımın bu rekabetin sosyolojik kodlarını sinematik bir şekilde anlatmak olduğunu ifade ettim.

Ayrıca bunu karşılıklı muvafakatnameler imzalayarak yasal zemine taşıdık. İlk başta doğal olarak biraz mesafeli davrandılar; ancak zamanla ekibimle birlikte ne kadar dikkatli davrandığımızı fark ederek bize tamamen güvendiler. Çekim boyunca çektiğimiz hiçbir görüntüyü ya da kareyi kimseye izletmedik ve kayıtlarımıza yansıyan hiçbir bilgiyi ekip dışında kimseyle paylaşmadık. Tüm bunlar bir araya gelince bir süre bizim varlığımızı unuttular. En önemlisi de onların her şeyden çok daha önemli bir davası vardı: “Muhtar olmak, yıkılmamak!” Dolayısıyla zaten bir süre sonra bizi unuttular. Bu tahmin ettiğim bir şeydi.

Güven inşa etmeden belgesel film çekmek neredeyse imkânsız, bu sabır ve etik duruşun yansımaları da kaliteli, özenli ve samimi bir filmin inşasında büyük rol oynamış. “Yıkılmak” yerel bir hikâyeden yola çıksa da, izlerken insanda büyük bir Türkiye alegorisine dönüşüyor. Bu geçiş nasıl oluştu?

Belgesel anlatılarında “alegorik bir dünya” kurmak, kurmaca sinemadaki kadar her zaman yönetmenin kontrolünde olan bir durum değil. Çünkü belgeselin dünyası “gerçek” ve müdahale şansı oldukça sınırlı. Bu nedenle ortaya çıkan büyük Türkiye alegorisi, büyük oranda kendiliğinden oluştu. Ancak bu kendiliğindenlik, tesadüfi değil; çünkü yerel hikâyeler, toplumsal yapının mikro ölçekteki yansımalarıdır. Çukurova’daki muhtarlık seçimi, aslında Türkiye’nin siyasal kültüründe kök salmış güç ilişkilerinin, onur kavramının ve kaybetme korkusunun küçük bir laboratuvarı gibi işliyor.

Akrabalık, aidiyet ve güç ilişkileri filmde sürekli iç içe geçiyor. Bu süreçte senin bu kavramlara bakışında bir değişim oldu mu?

Bu üç kavramın gündelik hayatta tüm akrabalık ilişkilerinin derinlerinde var olduğunu zaten gözlemliyordum. Bu kavramlara ve aralarındaki ilişkilere dair bakışımda radikal değişiklikler olmadı. Ancak, çekim sürecinde en dikkat çekici durumlardan biri, akrabalık bağlarının her zaman oy tercihlerini belirlemediğini görmek oldu. Akraba olmalarına rağmen farklı adaylara yönelen seçmenler vardı; hatta bazı ailelerde bölünmeler yaşandı. Bir yönüyle bu durum demokratik bir refleks gibi görünüyor—kişisel tercihlerin, kan bağının önüne geçmesi. Ancak diğer taraftan, özellikle “yıkılan” aday ve çevresi için bu durum oldukça sarsıcı olabiliyor. Çünkü taşrada akrabalık, yalnızca bir sosyal bağ değil; aynı zamanda bir dayanışma beklentisi. Bu beklenti kırıldığında, kaybetme duygusu sadece politik değil, aynı zamanda kişisel bir hayal kırıklığına dönüşüyor. Bu gözlem, filmin sosyolojik katmanını güçlendirdi: Akrabalık, aidiyet ve güç ilişkileri arasındaki gerilim, seçim sürecinde görünür hâle geliyor. Bir yandan demokratikleşmenin mikro düzeydeki işaretleri, diğer yandan geleneksel bağların çözülmesinin yarattığı duygusal kırılmalar…

Evet, tam da o ikili durumun altını çiziyorsun: Bir yandan modernleşme, diğer yandan duygusal çözülme. Belgeselin bu çatışmayı çok iyi hissettiriyor. Peki, film bittikten sonra köy halkının tepkileri nasıldı? Onlar filmi izlediğinde sen de hangi duygular oluştu?

Filmi şu ana kadar yalnızca iki muhtar adayına izlettim; ki bunlardan biri seçimi kazanarak muhtar olmuştu. Festival sürecini başlatabilmek için onaylarını almak gerekiyordu. “Yıkan” aday filmi oldukça sevdi; doğal olarak, kazanmanın getirdiği mutluluğu yeniden yaşadı. “Yıkılan” taraf ise filmi etkileyici bulmasına rağmen, yenilme duygusunu tekrar deneyimlemenin yarattığı burukluğu gizleyemedi. Yakın zamanda Pirsultanlı Köyü’nün tamamının katılacağı özel bir gösterim yapmayı planlıyoruz.

Sana sorulmasını istediğin bir soruyu kendine sor ve cevapla lütfen?  “Yıkılmak’ fikrinin sahaya uzanan yolculuğu nasıldı? Araştırma, hazırlık ve çekim sürecinde seni en çok zorlayan ve en çok dönüştüren anlar hangileriydi?”

Aslında bu filmi yapma fikri ve altyapısı yaklaşık 6-7 yıldır çekmecemde duruyordu. 2024 seçimleri yaklaşırken tüm koşullar olgunlaştı ve çekmeye karar verdim. Sinema Genel Müdürlüğü’nün projeye yapım desteği sağlaması da bu süreci tetikleyen önemli bir unsur oldu. Uzun bir araştırma ve ön hazırlık sürecinin ardından altı kişilik bir ekiple çekimlere başladık. Yirmi gün süren çekimlerde ekip ikiye bölünerek iki adayın tüm süreçlerini takip etti. Tamamen gerilla tarzında bir set deneyimi yaşadık.

Çekim sonunda elimizde devasa bir veri vardı; bu nedenle kurgu süreci oldukça zaman aldı. Çekimler de dahil olmak üzere filmin tamamlanması bir yılı buldu. Bu bağlamda, yoğun emek veren ekip arkadaşlarıma minnettarım. Ama en büyük teşekkürü, bir yandan bu onur mücadelesini verirken bizlere kapılarını açan ve güven duyan Pirsultanlı Köyü’nün tüm güzel insanlarına ve akrabalarıma gönderiyorum.

“Yıkılmak”, salt bir belgesel film değil; Türkiye’nin yerel siyasetine, onur kavramına ve toplumsal hafızasına ayna tutan bir sosyolojik metin.  Mehmet Ali Sevimli’nin kamerası, yalnızca bir köyün seçim meydanında yükselen sesleri değil, o seslerin ardındaki sessiz korkuları da yakalıyor. “Yıkılmamak” arzusu, bireysel bir direnişten çok, bir topluluğun varoluş çığlığına dönüşüyor.

Ve belki de bu yüzden “Yıkılmak”, yalnızca bir köyün hikâyesi değil; hepimizin içindeki küçük iktidarların, büyük yıkılışlarının sessiz yankısı…

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.