Rıza Oylum, 62. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Yerli Yurtsuz belgeseliyle jüri özel ödülü kazandı. Yervant Demirci’nin hayatıyla çok şeyin farkına varan ve bizleri de bu farkındalık duygusuyla tanıştırmak isteyen Rıza Oylum doğaya uygunsuz yaşamdan, bozulan komşuluk ilişkilerine ve festivallerin ön jürilerine kadar geniş bir çeperde yerli yurtsuz duygusuna temas ediyor….
Merhaba Rıza, öncelikle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde jüri özel ödülü kazandın, duygularını öğrenebilir miyim?
Yerli Yurtsuz’un ilk kez gösterildiği festivaldi. İlk festivalde ödüle değer görülmesi beni çok mutlu etti. Bunu kişisel bir mutluluk olarak söylemiyorum. Ermeni bir karakterin yer-yurt ve aidiyet arama derdinin görmezden gelinmemesi beni umutlandırdı diyebilirim.
Yerli Yurtsuz yabancı olmadığımız, hatta birlikte yaşadığımız insanların hayatlarını anlatıyor, her biri hikâye değerinde. Yervant Demirciyle yolunuz nasıl kesişti… Onu nasıl ikna ettin?
Yervant ahparig benim daha önceden tanıdığım bir insan. Onunla Samatya’da tanışmıştım. Samatya’da ağabeyimin komşusu. O’nun 4. nesil bir demir ustası olması, Bizans’tan kalan bir yapı kompleksi olan Samatya Surp Kevork Kilisesi’nin kadim mimarisinin bir parçası olan demir atölyesinin varlığı bana ilk günden itibaren hep ilginç ve cazibeli gelmişti. Önce bu kadar kapsamlı bir iş olacağını konuşmadık. Ufak bir söyleşi yapalım dedim. Bütün yaşamını anlatan 2-3 saatlik bir kayıt aldım. O kaydı tekrar tekrar dinleyip üstüne çalışıp hikayeyi kafamda oluşturduktan sonra proje büyüdü. Sağ olsun beni sevdiğinden beni hiç kırmadı. Aramızda bir güven ilişkisi baştan kurulmuştu zaten.

O dönem yaptıkları işler insanlara soyadı olarak verilmiş, Yervant demirci ustası olarak devam ediyor. Biraz o iş devri hikayesini senden dinleyebilir miyiz?
Ermeniler malum zanaatkârlıklarıyla tanınan bir toplum. Anadolu’da da ekseriyet ustalıklarıyla var olmuşlar. Derik’in aşiret reisleri onları korumuş. Komşu ilçelerde aynı Ermeni popülasyonunun olmayıp da sadece Derik’te kalmalarının temel nedeni bu aslında. Oradaki Necimoğlu aşireti bu zanaat ustası yaklaşık 30 aileyi sabuncular, yontanlar demirciler gibi soy isimleri olan Ermeni ailelerin yaşamlarını devam etmelerine olanak tanımış. Bu olanak onların günümüzdeki varlıklarının da en önemli nedeni aslında.
Yervant’la beraber doğduğu, annesinin yaşadığı ve asıl memleketleri olan yerleri gezdik, hepsinden bir aidiyet ve aidiyetsizlik gizli aynı zamanda. Onu Ermenistan’da bıraktık en son ama geriye dönüp baktığımızda annesi adalarda yaşıyor, işi Samatya’da… Hepsinde izler bırakan Yervant’ın yolculuğu daha devam edecek gibi!
Bu röportajı vermeden hemen önce kendisiyle görüntülü görüşme yaptım. Bahçesinin etrafına yaptığı verandanın çevresini kapatıyorlardı. Ermenistan’daki arazisinde aidiyetini arttırmaya, kök salmaya çalışıyor. Tabi ki burada onun önemli değerleri var. Artık yaşlandı. Demir ustalığına devam etmeyecek. Böylece 4 kuşaklık demir ustalığı sonlandı. Ama tabi ki akrabalarının, dostlarının yanına gelip gidecektir. İki ülkeli bir yaşam olacak onun yaşamı.
Dünyada göçmenlik her geçen gün artıyor, yer değiştiren çok insan var ama yaşadığın kök saldığın topraklarda yabancı kalmak başka bir şey, bu belgesel senin için nasıl bir deneyim oldu? Neler öğretti, nasıl hissettirdi?
Acilen bir toprak bulup içine bir konteynır da olsa koymamız lazımmış. Yervant Ahparime de söyledim bir 500 metre de bize ayır yazları gelip kafa dinleyim dedim. Bu çok komplike ve derin bir problem esasen. Temel sorun bence doğaya uygun yaşamıyor olmamız. Sakinlikten, kendi başına kalmaktan yavaşlıktan çok uzaklaştık. Evlerimiz kira, her şeyimiz emanet, sokaklarımız değişiyor, komşularımız yok. Sürekli bir geçmiş özlemi içindeyiz. Zamansız bir dönem aralığına denk geldik. Bu da genel bir huzursuzluk yaratıyor gibime geliyor.
Seni sinema yazarlığından sonra belgesel çekmeye iten duygu ne oldu, daha çok hangi konular dikkatini çekiyor? (Bundan sonra ne var)
Sinema yazarlığında 10 yılı geride bıraktım. 2019’dan yakın zamanda kapanan kadar Gazete Duvar’da sinema merkezli köşe yazıları yazıyordum. Beş yıl oldu üniversitede sinema TV öğrencilerine film analizi ve ülke sinemaları dersleri veriyorum. Altı tane sinema kitabım var. Dünya Yönetmenlerinden sinema Dersleri kitabım Farsça ’ya çevrildi. Türkiye’de yazılıp da yurtdışına çevrilen tek sinema kitabı olabilir. Kore’de dergilerde Türkiye ve İran sinemalarına dair dertlendirmelerim yayımlandı. Belli bir literatür ürettiğimi düşünüyorum. Tekrardan, monotonluktan hoşlanmıyorum. Denemek, öğrenmek eksik yapmak tamamlanmak uğraşı bana iyi geliyor. Belgesel çekmeye başlayarak yeni bir sahaya geçmek istedim. Bazen anlatmak istediklerimi yazarak anlatmak mümkün olmuyordu. Ama bu sinema literatürü çalışmalarımı sonlandırdığım anlamına gelmiyor. Çok yazarlı bir 2000 sonrası dünya sineması kitabının editörlüğünü yapıyorum. Yakında piyasaya veririz umarım.
Yeni belgesel projeme gelecek olursak; bu projeye ben Yerli Yurtsuz’un çekimlerini tamamladıktan hemen sonra başlamıştım. Çalışmamda Alevi-Bektaşi inanç yapısının varlığını devam ettirdiği coğrafyaları gezdim. İnancı tanımlamak yerine hâlihazırda yaşam alanlarında bu inanç silsilesinin varlığını nasıl devam ettirdiğini, ritüellerini, adet ve törenlerini göstermeyi amaçladım. Temel çıkış noktası olarak da Hz. Ali’nin temsili resmini aldım. Çünkü bu resim hemen her Alevi-Bektaşi yaşam alanında, kurumsal mecralardan sivil mekanlara, köylerden kentlere kadar kendine yer bulmuş bir inanç unsuru artık. Buradan hareketle; farklı ülkelerde Hz.Ali tablosunu yaşam alanında duvarına asmış insanları fotoğraflayıp hikayelerinin görsel kaydını alarak 12 farklı karakter üzerinden 6 ülkeden zengin bir kültürel çeşitlilik ve benzerlik örneği göstermeyi amaçladım. Finalinde de bu 6 ülkeden 40 farklı portre göstereceğim. Böylece hem çeşitli hem de benzerlikleri içinde barından bir çerçeve çıkarmaya çalışacağım. Umarım 2026’nın bu aylarında Ali’nin İnsanları’nın festival yolculuğuna başlarız.

Film izlerken biraz daha Ermeni nüfusunun genel halini görmek isterdim, Yervant’ın o topluluk içindeki halindeki…Ama sen onu daha yalnız anlatmayı tercih etmişsin, bunun bir sebebi var mı?
İnsan sayısı arttıkça 60 dakikalık bir belgeselde karaktere odaklanma problemleri, kafa karışıklıkları, karakter inşasıyla ilgili sorunlar olabiliyor. Ben Yervant ve onun birinci derece yakınlarının çeperinde kalmak istedim. Kiliselerde, sohbetlerinde Ermeni dostlarını görüyoruz onun dışında her gittiği lokasyonda onun dışında en az bir kişi de ona ortak oluyor esasen. Daha fazlası odağı dağıtacak diye düşündüm.
Peki bir yönetmen olarak sen bu belgesele karşı hangi noktada duruyorsun, Yervant’la benzer şeyler yaşıyor musun, kendi aidiyet ve sizlik noktan var mı? Birçok insanın son dönemde benzer duygular yaşadığını bilerek sormak istedim bunu…
Sezai Karakoç’un meşhur şiirinde dediği gibi ‘Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği… Dünyaya gelen insan göçlerle; ülkeler, şehirler değiştirmesi gibi büyük göçlerin yanında doğduğu evden dahi ayrılması bir travmanın ilk adımlarının oluşturuyor. Hepimiziz üstünden bunun irili ufaklı yansımaları var. Kimisi dışarı çıkıyor kimisi çıkmayı bekliyor. Ben doğduğum şehirde yaşıyorum. Ailemle aynı şehirdeyim doğduğum semtimin insanları aynı yerde durmaya devam ediyor. Bunun ne denli önemli bir konfor olduğunu daha iyi anladım Yerli Yurtsuz’u çekerken.
Son olarak festivallerle ilgili fikrini merak ediyorum, birçok festival gezeceksin muhtemel. Yervant da sana eşlik edecek mi? Antalya’da yoktu mesela…
Festivalleri sorarak çok dertli olduğum bir konuya değindin. Sen çok festival gezeceksin muhtemelen diyorsun ama ben senin kadar umutlu değilim. Yerli Yurtsuz’u; Burçin Yalçın, Necla Algan, Meltem Cemiloğlu’dan oluşan ön jüri Adana Altın Koza belgesel yarışmasına uygun bulmadı.
107 başvuru arasından 7 filmi yarışmaya uygun bulan (neden 7?) Ankara Film Festivali’nin Ön jürileri ilgili basın bülteninden aktaracak olursak; hayvan belgeselleri çeken Ece Soydam, podcaster Esra Ece Kuleci ile TRT’de yapımcı ve yönetmen Özgür Yılmazkol da Ankara Film Festivali’nde yarışmamıza uygun görmediler. Ankara Film Festivali yönetimi; belgesel çekmemiş, belgesel üstüne akademik çalışma yapmayan ya da belgesel üstüne yazmayan kendini podcaster olarak tanımlayanları ön jüriye koyarak festivallerini hangi yöne taşımak istiyorlarsa umarım o yolda başarılı olurlar.

Boğaziçi Film Festivali de oluşturdukları Ulusal Belgesel Yarışması’nda bize yer vermeyi uygun bulmadılar. Onlar bir ön jüri açıklamadıkları için Yerli Yurtsuz’u uygun bulmayanların doğrudan Festival Artistik Direktörü Enes Erbay başkanlığındaki festival yönetimi olduğunu söyleyebilirim. Festivallerin ön jüri tercihleri oldukça önemli. Bu yüzden ödül konuşmamın başında öncelikle ön jüri üyelerine teşekkür ettim.
Yurtdışında kabul aldığımız yerler var. Onlar açıklamadan biz duyuramıyoruz. Oralara Yervant Ahparigle birlikte gideriz umarım. Festival dışı da çok sayıda davet var. Hem ulusal hem de uluslararası yerlerden. Festival trafiğine göre bu talepleri organize edeceğiz.
Son olarak neler söylersin belgesel yolcuğunla ilgili…
Türkiye’de bütün şehirlerde filmimizi göstermek ve empati duygusunun gelişmesine katkıda bulunmak istiyorum. Bütün gösterim davetlerine açığız.























