Festivallerin ve kültür sanat etkinliklerinin moral bulmakla ilgili dinamikleri var, ülkenin morali düştükçe festivallerin morali yükseliyor diye bir denklem ne yazık ki yok. Bu sene 32.si yapılan Adana Altın Koza Film Festivali’ne buruk başladık, ‘Adana gibi başkan’ Zeydan Karalar, asılsız bir suçlamayla hapiste. Onun yokluğunu hissettirmemeye çalışan festival yönetim, olabildiğince programa sadık kalmaya çalıştı ve tanıklık ettiğimiz bir festival daha sona erdi!

Yine ağırlığımız ulusal uzun metrajlı yarışma filmleriydi, biraz da yurt dışı festivallerinden ilgi çeken filmleri izlemeye çalıştık. Ulusal yarışmada kelimenin tam anlamıyla gecenin galibi Pelin Esmer oldu. Sinema yazarlarının en çok İşe Yarar Bir Şey filmini sevdiği yönetmen, bu kez O da Bir Şey mi filmiyle karşımızdaydı. Pelin Esmer incelikle bir dille anlatmaya çalıştığı filminde karşılaşmayan iki insanın hayalleri ve kırıklıkları üzerinden zor, seyirciden sabır isteyen ve bazı tekrarlı hislerini yineleyen bir anlatımla karşımıza çıkıyor, bu da jürinin gözünden kaçmıyor. Hem filmini hem de kendisini ödüllendiriyor bu yüzden! Pelin Esmer’in ödül alırken içeride olanlara gönderdiği selamlar ve anmalar samimi bir şekilde bir dilek, bir temenni olarak bizlere de yansıdı, geçti.

Festivalden Uyarlama senaryo dalında jüri özel ödülü ve Yılmaz Güney Ödülü kazanan Orhan Eskiköy, ödül töreninde Erdoğan’a seslenerek nefes alamadığımızdan bahsetti. Eskiköy belgesel ve kurmacanın harmanını seven bir yönetmen, bir şekilde sinemanın yolunda kalarak çekmeye devam ediyor. Bu kez ev kavramını, depremde zarar gören bir ailenin günlük yaşamını takip ederek sorguluyor. Şimdilerde geçtiğimiz ekonomik yıkımdan dolayı ev alma umutlarının yerle yeksan olduğu zamanlardayız, Eskiköy bir şekilde devlet tarafında derme çatma inşa edilen evleri ve yine bu eller tarafından enkazda bırakılan insanların barınma sorununu anlatıyor. Filmin kimi yerleri araya atılmış kurmaca sahneler varmış gibi hissettirse de ev üzerinden girişilen aidiyet kavramı doğru bir şekilde ulaşıyor bize. Gerçeklik zor bir süreç, o yüzden karşımıza gelince kurmaca ile gerçek arasında ince bir çizgiye yerleşiyor.

Benim festivalde en yakın olduğum filmlerden biri de Gündüz Apollon Gece Athena Kadir Beycioğlu Jüri Özel Ödülü (sevgili Kadir, özleniyorsun) ve En iyi Müzik ödülü ile ayrıldı geceden. Defne’nin annesini arama yolculuğunda karşılaştığı ve arada kalmış, gidememiş ruhlarla kurduğu iletişimin hem mizahı hem de düşündürücü tonu gayet samimi bir şekilde geçiyor seyirciye. Senaryonun düşmeden kalkmadan ilerleyen yapısı etken aslında bu kavrayışta! Arayış bir süre sonra antik kentin taşları arasında kişisel bir arayıştan kadim bir kolektivizm yaratma algısına dönüşüyor ve kalanların türküsü kulaklarımızda uzun süre çalmaya devam ediyor! (yazının uzun hali beyazperde.com)

Özcan Çelik Perde filminde festivalde ayrı bir rüzgar estirmeyi başarıyor, biraz Fikret Reyhan tarzına yakın bulduğum Perde, konusuyla uyumlu anlatımı, mizahı, gerilimi ve oyunculuklarıyla dikkat çekti, özellikle de sinema yazarları arasında olumlu bir rüzgar estirdi. Bu da filme en iyi senaryo ödülü getirdi, filmin oyuncusu Bedir Bedir de yardımcı rolde en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandı.

Rezan Yeşilbaş da kısa filmlerinden tanıdığımız yönetmen, Uçan Köfteci iyi bir çıkış noktasına rağmen, film boyunca aynı havayı estiremiyor, bir süre sonra tekrarlı bir anlatımın tuzağına düşüyor ama İstanbul Film Festivali’nde de en iyi erkek oyuncu kazanan Nazmi Kırık, burada da aynı ödülü alarak filmin adını burada anmamızı sağlıyor. Bige Önal (Buradayım, İyiyim), Tülin Özen (Perde) filmlerindeki rolleriyle en iyi kadın oyuncu ödülünün sahibi oldu iyi performanslarıyla. Bige Önal’ın gerçekten de iyi, değişik bir ışığı var ve bu yer aldığı filme kesinlikle etki ediyor, Tülin Özen zaten her zaman iyi…

Festivalden tek ödülle dönen Gözde Kural’ın filmi  Cinema Jazireh iki hikayeyi birbirine yapıştırmaya çalışsa da olmuyor, her hikaye kendi içinde kaynadıkça kaynıyor, uzun kararsız sahneler, gelmeyen son ve karakter güzellemeleri filmi sığ bir sinematografi, yönetim ve bakış açısına hapsediyor, sakal ise ayrı trajedi… Filmin tek başına göstermeye çalıştığı detaylar anlamlı ama bit bütün haline gelince maalesef etkisi azalıyor, filmin sinemaya kazancı en iyi umut veren oyuncu ödülü kazanan Mazlum Sümer oluyor.

Onun dışında festivaldeki beş filmi İstanbul Film Festivali’nde izlemiştik zaten, başvuran ve seçilmeyen diğer filmler hangisiydi acaba diye düşünmeden edemiyor insan. Bu arada sinema kişisel dertlerin kıskacı olmaya devam ederken bir yandan da toplumun acı çeken belleğine ilaç olmaya devam ediyor diyebiliriz. Bu devirde, bu ekonomik koşullarda film çekebilmek bile büyük özveri gerektiriyor, bunu başaran arkadaşları ayrıca tebrik etmek gerekiyor.

Bu arada Ulusal Kısa Film Yarışması’nda Alis filmiyle en iyi film ödülünü kazanan Beril Tan, yalnız yaşayan Alis’in yazlık evinin yıkılmasına karşı gösterdiği direnci ve bu dirençle beraber başlayan çocukluk travmalarının artışını naif, akıcı ve dirençli bir dille anlatıyor. Çevresel kuşatmanın, herkesi her yerden uzaklaştırmanın tepkisini deniz şemsiyesi ve sandalyesiyle pek güzel ortaya koyuyor Alis. Deniz Türkali’nin performansı görülmeye değer doğrusu.

Festivalde kesinlikle ayrı bir paragraf açılması gereken filmlerden biri de Sepideh Farsi’nin Yüreğini Eline Al ve Yürü.  Filistinli Hatem’in ağzından yaşanan trajediyi anlatan bir günlük gibi. Yönetmen ve Hatem’in görüntülü konuşmalarından oluşan film yaşananlara Hatem’in sesiyle, gözleri, kimi zaman kahkahası, dağılan algısıyla ayna tutuyor, çok sarsıcı, yıkıcı ve Filistin’de yaşananların özeti. Sonuçta karşımızda yapılan görüşmelerden oluşan bir film var, arada sırada Hatem’in çektiği fotoğraflar giriyor kadraja ama filmin eli kalbimizin üzerinde. İsmi de çok güzel, yüreğimiz ağzımızda deriz ama burada korkunun yerini başka bir cesaret, başka bir yaşam sevinci almış. Ah Hatem ve binlercesi keşke elimizden bir şey gelseydi.

Diğer filmleri de bir şekilde izlemeye çalışarak, festival ruhunu bir sürede daha bünyemde yaşamayı sürdürmeyi düşünüyorum. Ülkede politik baskılara rağmen bir çıkış yolu bulabilmek, filmlere, salonlara, birbirimize sığınabilmek güzel, nefes alabilmek istiyoruz, adil bir yaşama düzeni istiyoruz!

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.