FESTIVAL DU FILM FANTASTIQUE DE GERARDMER 2024 on 1 26, 2024 in Gerardmer, France. © Camilla Canalini

Bina ve Cenaze filmleriyle dikkatimizi çeken, korku ve distopik evrene farklı bir çerçeveden bakan, cesaretli işlere imza atan Orçun Behram’a sorularımı ilettim. Cenaze, vizyon yolculuğundan sonra şimdilerde MUBI’de yayında. Farklı hikayesi, iki kişi arasında gelişen insanüstü ilişki, yol ve dünyadaki hesabını görememiş bir kadın üzerinden ilerleyen hikayesiyle Cenaze kesinlikle izlenmeyi hak eden bir film. Orçun Behram da bir sonraki filmi merak edilen bir yönetmen…

Merhaba Orçun bey, ilk uzun filminiz Bina ile dikkatleri çekip festivaller açısından daha görünür oldunuz ama Cenaze filmiyle daha etkili ve sıra dışı bir işle biraz daha tür sevenlerin hayranlığını kazandınız, ülkemizdeki festivaller daha bildik sularda yüzmeyi tercih eder. Öncelikle sinema diliniz hakkında sormak isterim, ilhamı nasıl ortaya çıktı, korku ve distopya türüne yakınlığınız nasıl başladı?

Korku sinemasına yakınlığım çocukluk yıllarında başladı. VHS kasetler, gece geç saatlerde televizyonda yayınlanan korku filmleri, ardından VCD ve DVD döneminde elime geçen ne varsa izleyerek büyüdüm. O zamanlar küçük bir kuzen grubu olarak bu korku filmi gecelerini bir ritüele dönüştürmüştük; türe olan aidiyetimiz de zamanla iyice pekişti.

Bu izleyicilik süreci, ortaokul yıllarında amatör kısa korku filmleri çekmeye, ardından deneysel işler üretmeye evrildi. Dolayısıyla sinema eğitimi alıp daha profesyonel bir üretim sürecine geçtiğimde, korku türüne yönelmem benim için oldukça doğal bir devamlılık oldu.

Yaz vizyonu olmasına rağmen, her hafta mutlaka cinli bir korku filminiz vizyonu süslediğini görüyoruz, Bina ve cenaze tarzı işler bizim sinemamızda başarılamama korkusu nedeniyle genelde kalkışılmayan işler olarak görülüyor, sizin cesaretiniz nereden geliyor?

Cin gibi korku referanslarını bize ait kültürel mitlerden alan bir çıkış noktanız olduğunda, korku duygusunu oluşturmak için eliniz oldukça güçlü oluyor. Haliyle, gerek ülkemizde gerek başka ülkelerde, haklı sebeplerle ilk eğilim genelde bu şekilde oluşuyor.

Ancak özellikle son 20-30 yılda, toplumsal dönüşümlerin de etkisiyle, korku sinemasında yeni alt türler gelişmeye başladı. Dini öğelerin geri planda kaldığı, farklı korku nesnelerinin öne çıktığı bu yeni yönelim bana göre bilinçli bir tercihten ziyade, dünyanın farklı yerlerinde eşzamanlı gelişen doğal bir evrim süreci.

Çıkış noktam bu harekete aidiyet olmasa da, geriye dönüp baktığımda kendimi bu evrimin doğal bir parçası olarak görüyorum.

Yani bir cesaret örneğinden çok, kendi çekmek ve izlemek istediğim filmlere sadık kalarak ilerlediğimde ortaya Bina ve Cenaze gibi filmler çıktı.

Bina filminizdeki bir kısım medya güdümü el arttırarak devam ediyor hatta algı operasyonları toplumun büyük kesiminde derin yaralar açmış durumda. Toplumsal olarak gerçeklik algımız bozuldu, zedelendi. Sanki distopik bir filmin içinde gibiyiz, bu tarz filmler çeken birisi olarak siz nasıl yorumluyorsunuz bu yaşananları?

Post-truth olarak da adlandırılan bu dönem, gerçekten de gerek ülkemizde gerek dünyada ciddi sorunlara yol açıyor. Özellikle demokratik işleyişin adil bir şekilde sürdürülebilmesini sağlayan, hatta belki de kuvvetler ayrılığının en önemli unsuru olan medyanın bu süreçte büyük oranda felç olması oldukça kaygı verici. Bu dezenformasyon ablukasının insanları ne kadar çaresiz ve yalnız hissettirdiğini görmek ise son derece üzücü.

Dünya, buna karşı gerek hukuki gerek teknolojik panzehirler arayışında. Ben uzun vadede iyimserim. Böyle bir kaosun sürdürülebilir olmadığını ve mutlaka bir çözüm bulunacağını düşünüyorum.

Ne yazık ki biz bu dezenformasyona karşı daha da savunmasız bir noktadayız; çünkü kuvvetler ayrılığı farklı alanlarda da ortadan kalkmış durumda. Yine de toplumsal yapımızın ve özellikle gençliğin bu sancılı süreci aşacağına inanıyorum.

İlham aldığınız yazarlar, yönetmenler muhakkak vardır?

David Cronenberg, Wes Craven, John Carpenter, Clive Barker,  Andrej Zulawski, Dario Argento gibi isimler çocukluk yıllarından beri beni etkileyen yönetmenler arasında. Son dönemden ise Ari Aster, Robert Eggers büyüleyici işler yapıyorlar.

Gelelim Cenaze’ye. İzlerken şaşkınlığımı, hayranlığımı gizlemediğimi söylemeliyim. İskandinav sinemasına yakınlığı, güçlü atmosferi, derinlikli ve zaman zaman biraz sıkıcı olması istenmiş senaryosuyla dikkat çeken bir iş. Nasıl bir hazırlık sürecinden geçtiniz, orası da merak uyandıran bir film oldu ben de! 

Şehirlerarası cenaze nakil işlemlerinin nasıl yürüdüğünü öğrendiğimde, bu konunun şiirsel bir korku öyküsüne dönüşebileceğini düşündüm. Filmi yazarken, hikayedeki yolculuğu birebir deneyimlemek istedim ve Doğu Anadolu’ya, filmden yaklaşık iki yıl önce uzun bir yolculuk yaptım. Filmin ruhunu ve yapısını belirleyen süreç aslında bu yolculukla başladı.
Ardından mekân seçimleri, senaryo yazımı ve prodüksiyon hazırlıkları yaklaşık 3-4 yıla yayıldı. Bir yol filmi olması, atmosfer anlamında büyük bir zenginlik sunsa da, prodüksiyon açısından da ciddi zorluklar yarattı diyebilirim.

Vizyona girdi ama sanırım kısa kaldı. Daha kalıcı ve etkili tepkiler için dijital platformların daha iyi olduğunu düşünüyor musunuz?

Sinema tüketimi ciddi biçimde değişiyor. Pandemi bu geçişi hızlandırdı. Salon seyircisinin azalması hem üretimi hem de izleme ritüelini olumsuz etkiliyor.
Dijital platformlar ise hem daha geniş kitlelere ulaşma şansı tanıyor hem de sektörün finansal sürdürülebilirliğine katkı sağlıyor. Kalıcılık ve uluslararası görünürlük açısından bu gelişimi olumlu buluyorum.

Zombiden farksız olan Cemal’le zombi olan kızın hikayesinde yine ülkemizin geride kalmış ama çokça insanın hayatına el uzatan bir konuya değiniyorsunuz, tarikatlar, cemaatler.  Zombi meselesinin vodoo büyüsüyle ilgisi var elbette ama filmde bu bağlantı biraz havada mı kalıyor? (Kızla adamın çaresiz ilişkilerinin boyutunu izlemek daha keyifliydi diye soruyorum.)

Film, alegorik bir yapıya sahip ve birden fazla katmanda çeşitli söylemler barındırıyor. Bunların başında, cemaat ve tarikatların oluşturduğu feodal yapının eleştirisi geliyor. Ancak süresi ve genel yapısı itibarıyla, bu dünyayı derinlemesine anlatmak yerine daha tanıdık ve yüzeysel bir çizgide bırakmanın, anlatım açısından daha doğru olacağını düşündüm. Korku türünün bazı klişelerine yaslanarak izleyicide bir aşinalık hissi yaratmak istedim.
Bu tercih, Zeynep’in geçmişi ve dönüşümünün sınırlı yansıtılmasına yol açtı; fakat bu aşinalığın, bu eksikliği çok da hissettirmediğini düşünüyorum. Hikayenin ilerleyen bölümlerinde olayların yoğunlaşması ve intikam öyküsünün ön plana çıkmasıyla birlikte, Cemal ve Zeynep arasındaki ilişki de bu eksende şekillendi.
Dolayısıyla, karakterlerin ilişkisini derinlemesine irdelemek ile olay örgüsünü tamamlamak arasında bir denge kurmaya çalıştım. Tabii, bu dengeyi kurarken aralarındaki bağı derinlemesine işlemek konusunda anlatının belli ölçüde sınırlı kaldığını kabul ediyorum.

Oyuncu seçimi nasıl oldu, Ahmet Rıfat Şungar sevdiğimiz bir oyuncu ama filmin asıl kazanımı genç oyuncu Cansu Türedi sanırım. O süreç nasıl geçti, oyuncular rollerine nasıl hazırlandı?

Ahmet Rıfat Şungar’ın, Cemal karakteri için hem oyunculuk çizgisi hem de fiziksel duruşuyla çok uygun olduğunu düşünüyordum. Senaryoyu gönderdikten sonra yaptığımız görüşmede, projenin ruhunu yakalayabildiğimizi ve birlikte rahat çalışabileceğimizi hissettim. İlk andan itibaren iyi bir iletişim kurabileceğimiz çok belliydi.
Cansu Türedi’yle ise gönderdiği son derece etkileyici bir audition sayesinde tanıştım. Yaptığımız ilk görüşmede hem senaryoya hem de türe çok hakim olduğunu gördüm. Ayrıca Zeynep’e dönüşmek konusunda ciddi bir isteği vardı. Bu kadar ayrıksı bir rol için böyle bir sahiplenme duygusu benim için çok kıymetliydi.
Çekimlerden önce detaylı bir ön hazırlık süreci geçirdik. Karakter analizleri, motivasyon çalışmaları, sahne provaları…  Ayrıca belirtmem gerekir ki, Cenaze çekim şartları itibariyle oldukça zorlu bir projeydi ama oyuncuların gösterdiği özveri benim için büyük bir şans oldu. Cenaze oldukça zorlu bir projeydi ve oyuncuların filmi benimseyerek özveri ile çalışması benim için büyük bir şans oldu.

Filmde dijital efektler yerine daha doğal olan plastik makyaj ve sade efektlendirmeler tercih etmişsiniz, amaç gerçekçilik yoksa maddi kaynaklı mı?

Aslında her iki yöntemi de bir arada kullandık. Setteki plastik makyajları dijital efektlerle desteklemek, hem görsel olarak daha inandırıcı hem de teknik olarak daha esnek bir çözüm sunuyor.
Tabii ki bütçesel planlama da bu kararların şekillenmesinde etkili oldu. Ama genel tercih, daha fiziksel ve sahici duran bir efekt estetiğiydi.

Bir de kanlı bir film olması için elinizden geleni yapmışsınız demek istemiyorum ama gore sahnelerini rahat ve bolca kullanmışsınız o konuda da görüşlerinizi almak isterim.

Her ne kadar öykü fantastik olsa da, çekim dilini olabildiğince gerçekçi tutmaya çalıştım. Filmde bir çok cinayet işleniyor ve bu şiddeti göstermemek kurduğum gerçekçi anlatım diline ters düşerdi. Ayrıca Cemal’in dönüşümünü ve karakterlerin yaşadıklarını izleyiciye daha derin hissettirebilmek için bu vahşetin görünür olması gerektiğini düşündüm.

Bundan sonraki proje ya da projeleriniz neler olacak, yine farklı sularda yüzen filmler mi izleyeceğiz sizden zaman içerisinde?

Şu anda yeni bir proje yazıyorum ve yine korku türünde. Belgesel filmler çektiğim başka bir kariyer çizgim de var ama kurmaca sinema söz konusu olduğunda, korku dünyası bana hala en yakın gelen alan. Yeni projem de bu dünyanın içinden, ama başka bir alt türe göz kırpıyor diyebilirim.

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.