Başrollerinde Anthony Hopkins ve Olivia Colman’ın rol aldığı The Father, Florian Zeller’ın 2012 yılında ilk defa sergilenen Le Père oyunundan beyazperdeye uyarlanan bir film olarak karşımıza çıkıyor. Film, birçok dalda ödüle aday gösterilmekle birlikte, 93. Oscar ödüllerinde En İyi Uyarlama Senaryo dalında, Anthony Hopkins ise En İyi Erkek Oyuncu dalında ödül aldı. Kendisi aynı zamanda En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde BAFTA’yı kazanan en yaşlı başrol oyuncusu oldu.

Film konusunu, kimimizin günlük hayatını bir ucundan yakalayan, kimimizin de bizzat kendisini içerisinde bulduğu bir hastalık ve onun çevresinde yaşananlar oluşturuyor. Hastalığının seyri her geçen gün artan bir adamın, kızının yardım çabalarını ısrarla reddetmesi ile yaşananlar, Anthony’nin gözlerinden perdeye aktarılıyor. Anthony’nin zihninden seyirciye açılan bir pencere, bizlerin farklı bir deneyim yaşamasına olanak sağlıyor. Böylece bizler, Anthony ile aynı durumu paylaşan babalarımız veya annelerimiz gibi hayatımızda yer alan birilerinin, belki biraz da olsa onların pencerelerinden hayata bakabilmenin fırsatına erişiyoruz. Hastalığın yanı başında yaşayan kimilerimiz ise, babasına yardımcı olmak için çabalarken kimi zaman bocalayan, çaresizliğine, yorgunluğuna ve üzüntüsüne rağmen güçlü durmaya çalışan Anne’de kendisinden bir parça buluyor. Bununla birlikte,  Anthony Hopkins ve Olivia Colman’ın sergilediği üstün performanslar filmi türevlerinden daha farklı bir konuma taşıyarak, kalplerimize dokunmayı başaran oldukça etkileyici bir yapım olmasını sağlıyor.

Filmin henüz başlarında, seyircide yaşanan kafa karışıklığının sebebi kısa bir süre sonra anlaşılıyor.  Anthony’nin penceresinde oturan bizler, kendi zihinsel bulanıklığımızın değil Anthony’nin bulanık sularında gerçeği görmeye, anlamaya çalışıyoruz. Ancak o su hiçbir zaman berraklaşmıyor. Geçen zamanla birlikte, gerçeği aramak ve onu anlamlandırmaya çalışmak daha da zorlaşıyor.  Bir süre sonra ise  ‘gerçek’  kendini tamamen terk ediyor. İnsanlar, mekanlar ve ayrıntılar birbirlerinin içerisinde eriyor. Kimilerimiz perdede gördüklerimizi anlamlandırmaya, tıpkı bir bulmaca gibi ayrıntıları birleştirmeye gayret ederken, çabamızın nafile olduğunu fark edip, kendimizi Anthony’nin akıntısına bırakıyoruz. Hastalık; yaşananlara, insanlara, mekanlara ve en sonunda ise Anthony’nin kendisine yabancılaşmasına neden oluyor. Anthony, akıntıya kapılıp gitmemek için anılarına tutunmaya çalışırken, anıların ve ayrıntıların her biri eriyip akıntıya karışıyor. Bir akıntıya kapılır gibi, rüzgarda yaprakları savrulan bir ağaç gibi benliğini yavaşça kaybediyor.

Yalnızca birkaç saniyeliğine bakımevinin bahçesinde gördüğümüz heykel ise Anthony ve onun gibi hastalığın pençesinde olan kimilerimizin hüzünlü, yalnız ve kendine yabancı ifadesinin bir portresini çiziyor. Filmdeki birçok ayrıntı başarılı bir şekilde kendini tekrar ediyor. Kimi zaman bizlere tebessüm ettiriyor kimi zaman ise bizleri hüzünlendiriyor. Yıpratıcı bir hastalığın pençesindeki bir baba ile kızının ilişkisi,  Anthony Hopkins ve Olivia Colman tarafından gerçekçi ve dokunaklı bir biçimde ekrana yansıyor.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.