Sinemanın bizimle birlikte evlere kapandığı Korona günlerinde dijital platformlar da seyir yelpazesini genişleterek, farklı alternatiflerle #Evdekal’mamızı daha az sıkıcı hale getirmeye çalışıyorlar. Bu girişimlerden biri de dijital platform MUBI ve İstanbul Film Festivali’nin iş birliği oldu. Malum, önceki yıllarda olduğu gibi hayat normal akışında seyretseydi şu haftalarda İstanbul Film Festivali’nde seans seans koşturup, hatta bu hafta ödül töreni bile yapardık! Uzun zaman sonra ilk kez Nisan ayı İstanbul’da festivalsiz geçti; fakat bir nebze ilaç olması niyetiyle İstanbul Film Festivali Özel Seçkisi (geçmiş yılların ödüllü filmleri) 11 gün boyunca MUBI üzerinden seyircilerle, üstelik ücretsiz olarak buluştu.

Bu seçkiden istifade festivalde kaçırdığım ve başka yasal platformlarda muhtemelen bulamayacağım Papusza (2013) filmini izleyebildim. Çağdaş Polonya sinemasının uluslararası festivallerde iyi bilinen iki ismi,  Krzysztof Krauze ve Joanna Kos-Krauze (aynı zamanda evliler) çiftinin imzasını taşıyan Papusza, Leh topraklarında yaşayan Çingenelerin 20.yy tarihine bir pencere aralayan, biyografik bir dram filmi.

Çingenelerin kendi dilinde ‘Taş Bebek’ anlamına gelen Papusza aslında, şair ve şarkıcı Bronisława Wajs’ın lakabı. Film, Çingene toplumunun bu ayrıksı kadın şairini merkeze alıyor ve göçebeliği bir yaşam biçimi olarak benimseyen bu insanların genel bir panoramasını sunuyor. 1910 yılında Wajs’ın doğum sahnesi ile başlasa da doğrusal olmayan bir zaman çizelgesiyle ilerliyor öykünün akışı. Bir çocukluğu, bir yaşlılığı, bir genç kızlığı ve şair Papusza arasında yavaş ilerleyen gelgitler ile genç ve naif bir kadının, sadece okuma ve yazma öğrendiğinden dolayı değişen yaşamını seyrediyoruz. Zira Çingene toplumu içerisinde kendi çabasıyla okuma-yazma öğrenen Papusza, gün geliyor ruhuna gelen ilham ile dudaklarından dökülen mısraları da yazmaya başlıyor…

Tüm film boyunca “Ben şiir falan bilmem, hiç şiir yazmadım” dese de Bronisława Wajs, şiirin ne olduğuna karar verenler tarafından Çingenelerin o günlerdeki parlak şairi olarak kabul ediliyor Polonya’da. Aslında aralarına dahil olan ve birkaç sene onlarla yaşayan yazar ve şair Jerzy Ficowski  (II. Dünya Savaşı’nda Nazilere karşı örgütlenen eski direnişçilerden) tarafından fark edilmese, bugün kendi toplumu tarafından bile muhtemelen hatırlanmayacak bir isim olacaktı Papusza.

Zira Çingene toplumunda kadınlar birden çok kez öteki olan, hatta yok sayılan konumdalar desek, biraz da filmin bize gösterdiklerine istinaden, çok da yanlış sayılmaz. Kuzey topraklarının göçerleri, meslek erbaplığı olarak ya hırsızlık ya da çalgıcılıkla yaftalanan Çingeneler 1900’lerin başında da Leh toplumunun ‘ötekisi’; falcılık ve şarkıcılık ile para kazanan kadınların bu toplum içindeki yegâne fonksiyonu ise soyun devamı için erkek çocuk doğurmak! Okuryazarlığın ise kara büyücülük ile denk görüldüğü bir ortamda varın okuması yazması olan Çingene kadın olmayı siz hesap edin! Ayrıca filme göre Çingeneler bu anlamda okuryazarlığı kendi dillerinin ve kültürünün devlete ifşa edilmesi olarak yorumluyor ve bu yüzden kendilerinden olmayanı, dışarıdan geleni de sevmiyorlar. Kendi içlerindeki okuryazarlara da hep şüpheyle bakıyorlar. Belki de bu bilinmezlikleri yüzünden hep bir ‘ötekilik’ çemberi içinde yaşıyorlar…

Film, bir alt metniyle de devletin yıllar boyu Polonya topraklarında yaşayan Çingenelere bakışının pek de değişmediğini de önümüze seriyor. Zira Çingeneler’in hali ahvali Nazi zulümden önce de, sonra da çok parlak değil maalesef. Polonya hükümeti, ormanda durduk yere kafalarına sıkmıyor belki; ama fakir ve özgür yaşamları, savaştan sonra ciddi denetim altına alınıyor. Konar-göçer yaşamları yasaklanıp, asgari insani koşulların bile zor sağlandığı tek göz evlere sıkıştırılıyorlar. Kendilerine en has, en özgü olan yönleri, çalgıcılıkları, şarkı söylemleri sınırlı izne bağlanıyor; Çingenelere sadece kendi aralarında eğlenme ‘özgürlüğü’ kalıyor… Üst sınıf eğlenmek istediğinde hatırlanan bir alt sınıfa dönüştürüyor Çingeneleri; tıpkı Papusza’nın yüreğine dolan ilhamı edebiyatçıların kalıplara sokup, şiirselleştirip ondan çalması gibi… Mısraları devlet orkestrası tarafından bestelenip, çalınmasa onun hapishanede ya da tımarhanede olmasının kimsenin umurunda olmayacağı gibi…

Papusza’nın, yer yer şen şakrak olsa da dramatik dozu hiç eksilmeyen hikâyesini Polonya sinemasının ödüllü aktristi Jowita Budnik çok başarılı biçimde sırtlıyor. “Ben şair değilim” dese de, yazan insana has o kendi içine kapanık, naif ruh halini, yaşadığı tüm sıkıntıların ve acıların harmanıyla seyirciye aktarıyor Budnik. Özellikle Papusza’nın Çingenelerin başına gelen tüm felaketleri kendisine bağlayıp siniri krizi geçirdiği sahne, insanın yüreğine dokunuyor… Antoni Pawlicki, filmde Papusza’dan sonra en öne çıkan karakter olan Jerzy Ficowski’ye hayat veriyor; karakterini yaşayan bir ‘Gadjo’ya dönüştürmeyi başaran Pawlicki’nin de yeni dönem Polonya sinemasının popüler isimlerinden olduğunu ekleyelim.

Polonya sinemasının pek çok dönem filmi gibi siyah-beyaz çekimin tercih edildiği yapım geniş açılı panoramik görüntülerle Çingene toplumuna karşıdan bakmamıza olanak verirken, özellikle yakın plan çekimler seyirciyi bir anda karakterlerin duygu dünyalarına çekiyor.

  1. İstanbul Film Festivali Jüri Özel Ödülü de dahil olmak üzere yarıştığı uluslararası mecralardan ödül ve övgülerle dönen Papusza, Polonya sinemasında farklı bir karakter hikayesi seyretmek ve tarihe adını kadın Çingene şair olarak yazdırmış Bronisława Wajs’ı tanımak için iyi bir fırsat. MUBI’de ya da denk geldiğiniz başka platformlarda seyretmeniz dileği ile.

Sağlıklı günlerde, evde kalın, sinemayla kalın!

Egeli bir ailenin ilk kızı olarak 1984’te İstanbul doğan Duygu Kocabaylıoğlu Arazlı, lise eğitimini İzmir Bornova Anadolu Lisesi’nde tamamladı. Lisans eğitimindense, İstanbul Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nden 2007’de Edebiyat Uyarlamalarının Sinemadaki Yansımaları üzerine hazırladığı bitirme projesi ile mezun oldu. İlkokul çağında başlayan edebiyat sevgisini görsel sanatlarla birleştirdi ve Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini sürdürdü. Türkiye’de ilk kez ele alınan Polonya Sinemasında Ahlaki Kaygı Sineması bitirme projesi ile 2010’da yüksek lisans eğitimini tamamladı. Kısa film senaryo ekiplerinde, web sitesi projelerinde yer aldıktan sonra 2010 Ekim ayında Beyazperde.com sitesinin editör kadrosuna katıldı. 6 yılı aşkın süre dizi, sinema editörlüğü, proje yönetimi ve genel yayın yönetmenliği pozisyonlarını sürdürdüğü Beyazperde.com’dan 2017 Mayıs ayında ayrıldı. Sinema yazılarına Beyazperde’nin yanı sıra Popüler Sinema, Cine Dergi ve Öteki Sinema gibi farklı yayın organlarında sürdürmektedir. Sinema dışında en çok bisiklet sürer, koşar ve Heybeliada’nın tadını çıkartır. Evli ve bir ayağı İzmir’de olan Arazlı, sinema-kültür projelerine çok yönlü devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.