Bu yıl 4.sü düzenlenen Marmaris Kısa Film Festivali’nde Halk Jürisi Özel Ödülü’nü kazanan “Beyazlar Sönsün” adlı belgeselleriyle takdir toplayan bu ay sorularımı yanıtladı. İyi okumalar…

Öncelikle biraz kendinizden bahseder misin?

Aycan KARADAĞ:

Ben Aycan Karadağ, 24 yaşındayım. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nde Radyo ve Televizyon bölümünden mezun oldum. 2-3 uzun metraj set deneyimin ardından işler iyi gitmedi. Ailemin yanına Zonguldak’a gittim. Burada ‘Kaset’ dergi adında bir edebiyat dergisi çıkardım. Derken yerelde, ‘Halkın Sesi’ gazetesi ile tanıştım. Gazetede çalışmak hiç istemediğim bir işti ama biraz para kazanmam lazımdı. Önce kültür-sanat muhabiri olarak başladım. Ardından politika muhabiri oldum. Patronum Mustafa Özdemir sayesinden gazeteciliği de çok sevdim. Bu iş öncelikle vicdan işi… Birilerin sesi olmak, haksızlığı ortaya çıkarmak ve bunun karşılığını görmek inanılmaz bir duygu. Zonguldak’ta geçirdiğim bir yılın sonunda artık başka bir kente gitmem gerektiğini düşündüm. Tabii bunda akıl hocalarım Hasan Bostancı ve Nazmi Özden’in de payları çok fazla. Bir buçuk senedir de İzmir’de yaşıyorum. Burada Gerçek Haberci’de Haber Müdürlüğü yapıyorum. Ayrıca BirGün Gazetesi için çalışıyorum.

İbrahim KUCUŞ:

Ben İbrahim Kucuş, 31 yaşındayım. Öğretmenlik yapıyorum, edebiyat öğretmeniyim. Aslında yaptığım işi sinemadan çok bağımsız düşünmüyorum. Tüm zamanım sanatla geçiyor diyebilirim. İki alan birbirini inanılmaz destekliyor. Bu uğraşların dışında çok mutlu bir yapım yok diyebilirim çünkü mutsuz olacak birçok örnekle karşı karşıyayım. Sabah 5’te kalkıp hayvanlara bakıp okula gelen öğrencilerim var, abisinin ayakkabısı, babasının kemeri… Yok çünkü… Bu durumda mutlu olabilmek abes geliyor zaten, olamıyorum da… Sanatla ilgilenirken de ekrana yansıtmak istediklerimi bu gerçeklerden bağımsız düşünemiyorum.

Senin için kısa filmin tanımı nedir?

Aycan KARADAĞ:

Ben sinemayı kısa film ya da uzun film diye kategorize etmeyi doğru bulmuyorum. Filmin kısası uzunu olmaz. Bir fikrin vardır. Onu nasıl yansıtmak istiyorsan öyle yansıtırsın. Bizim gibi fakirler ise, kısa yolu seçerler. Çünkü sinema çok maliyetli bir iş. Kısa yolu seçmenin de farklı güzellikleri ve zorlukları vardır. Örneğin, farklı bir anlatım dili bulmak zorundasın. Öyle konuyu uzatayım, ayrıntılardan genele geleyim diyemezsin. Filmin hızlı bir ritmi olmak zorunda. Kurgu da rahatlık sağlar sana. Farklı alengirli olayları daha rahat yapabilirsin.

İbrahim KUCUŞ:

Kısa film mevcut piyasaya göre biraz daha özgür bir alan. Niceliği çok dert etmemesi, bütçe anlamında daha mütevazi olması sinemayla ilgilenen gönüllüler için bir alan açıyor. Aynı zamanda bir eğitimci olduğum için farklı alışkanlıklar yerine öğrencilerime kısa film çekmelerini rahatlıkla önerebiliyorum. Çünkü imkanları doğrultusunda ulaşabilecekleri bir alan, bu anlamda da değerli.

Biraz “Beyazlar Sönsün”den ve onu çekme nedenlerinden bahseder misin?

Aycan KARADAĞ:

Beyazlar Sönsün, bizim uzun zamandır çekmek istediğimiz bir filmdi. Ben üniversitedeyken İbrahim ağabeyim bana böyle bir fikirle geldi. Ben daha önce hiç pavyona gitmemiştim. Gidenlerden duyduğum, internette gördüğüm ya da film, dizi ve kitaplarda uyarlamaları gördüm ve okudum. Doğal olarak İlgimi çekti. Oranın arka penceresini görmek… İnsanların hikâyeleri dinlemek… Ben de kabul ettim. Derken biz 3 yıl bunu çekemedik. Fırsatımız olmadı. Bu arada sürekli üstünde çalıştık. Özellikle de İbrahim Ağabey… Derken bir gece İbrahim ağabeyi aradım. Artık şu işi çekelim. Konuşmanın ertesi haftası, kendimizi Ankara Ulus’ta bulduk. İnanılmaz keyifli ve de çok zor bir çekim süreci geçirdik. Paramız yok, ortam çok sıkıntılı, çekim imkânlarımız kısıtlı. Dış çekimde, kafamıza silah dayayan bile oldu. Pavyonun fedaileri kurtardı bizi. Kurgu aşaması ise bizi baya bir zorladı. Konu çok zengin ve bu konunun çizgilerini koymak durumundaydık. Yoksa film 10 saate çıkıyordu. Çekim sırasında teknik sıkıntı yaşamamız, bizi montajda epey zorladı. Derken bu süreç bir yılı buldu. Belgeselimizde ise; pavyonun günlük işleyişi, müşterilerin neden oraya geldiği, pavyonun sosyolojik tespitini yapmaya çalıştık. Ayrıca pavyonda çalışanların hayat hikâyeleri ile de yapımı destekledik. Özellikle mizah ve dramı harmanladık. Bu bizim kişiliğimizde de olan bir şey. İkisinin dengesini iyi kurmaya çalıştık.

İbrahim KUCUŞ:

Beyazlar Sönsün şimdiye kadar herkesin önünden geçerken merak ettiği, gidenlerin üçüncü kişili anlatımlarla hep bir arkadaş üzerinden bahsettiği pavyon ve pavyon çalışanlarını anlatır. Şimdiye kadar Türk Filmlerinde çokça bahsedildi bu konudan ama hep bir pavyona düşürülme hikayesiyle anlatıldı. Bu gerçekten böyle mi diye çıktık yola. Ön hazırlık 2 yıl, çekim ve kurgu aşaması 1 yıl sürdü. Ankara Ulus’ta bir pavyonun gün içerisinde nasıl işlediği ve bu işleyişin içindeki çalışanından müşterisine kişilerin sosyolojik ve psikolojik durumlarını ele almaya çalıştık. Çalışmayla Palmiye eğlence merkezinde günlük işleyişin nasıl olduğunu anlatıp, burada çalışanların görev tanımını yapmaya çalıştık. Burada çalışanların bu sektöre başlama hikâyeleri ile bu sektörde neden çalıştıklarını, yapılan işin tam olarak ne olduğunu, bu işin toplumun ne tür eksiklerinden doğduğunu, müşterilerin burayı tercih etme nedenlerini inceledik. Bu tercihlerin birey hayatındaki yansımalarını anlattık.

Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa filme ne gibi katkıları olabilir? Neler götürür?

Aycan KARADAĞ:

Teknoloji ilerledikçe sinema da teknik de değişiyor. Elimizdeki telefonlarla uzun metraj film çekilmeye başlandı. Teknoloji, işlerimizi daha kolaylaştırmak için yapılan şeylerdir. Bu da iyi mi kötü mü bilemiyorum? Evet, teknik anlamda birçok kolaylık sağlarken içerik anlamında o kadar da iyi bir gelişme sergilemiyor. Teknolojinin gelişmesi, insanı tembelleştiriyor ve yaratıcılığını öldürdüğünü gözlemleniyorum. Zor ulaşılan her şey daha keyifli.

İbrahim KUCUŞ:

Teknoloji kolaylaştırır ama bir taraftan da yaratıcılığı yok edebilir…

Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin, yerli ve yabancı yönetmenler kimler?

Aycan KARADAĞ:

Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Onur Ünlü ve Tolga Karaçelik en sevdiğim ve örnek aldığım yönetmenler. Umarım bir gün onlarla çalışma fırsatı yakalarım. Buradan da sosyal mesajımı da vereyim. Yılmaz Güney ise bizim baş tacımızdır. Yabancı yönetmenlerden beğendim ise; Andrey Tarkovski, David Fincher, Martin Scorsese ve Sergio Leone.

İbrahim KUCUŞ:

Yılmaz Güney, başköşede durur benim için her zaman. Ardından Metin Erksan’ın da çok başarılı bir yönetmen olduğunu düşünüyorum. Son dönem bir Zeki Demirkubuz hayranlığım var. Yabancı sinemada da Sergio Leone ve Ken Loach u çok beğeniyorum.

Türkiye’deki film festivalleri ve kısa filmcilere yaklaşımları konusunda neler söylemek istersin?

Aycan KARADAĞ:

Kendi imkânlarıyla sinemayla uğraşanlar için önemli bir alan. Daha fazla festival olmalı. Ben değerlendirme ve şartlarla ilgili bazı sorunlar olduğunu düşünüyorum. Değerlendirmelerin kıstasları daha eşit ve dengeli olmalı.

İbrahim KUCUŞ:

Film festivallerinin varlığı çok anlamlı. Bu işe gönül verenleri teşvik ediyor yalnız bir standarttı olmalı diye düşünüyorum. Mesela teknik olarak bir festivale gönderdiğimiz filmi diğerine gönderemiyoruz. Bunu Beyazlar Sönsün’de yaşadık, kimi festivaller belgeselde 30 dakika üst sınır koyarken kimisi 20 dakika koyuyor…

Son olarak gelecek planlarından bahsedelim…

Aycan KARADAĞ:

Yerel seçim var. Bir muhabir olarak benim için zorlu bir süreç gelecek. İşin şakası tabii. Sinema hayatımda hep var olacak. Profesyonel bir şekilde olmasını isterim ama ne olur bilemem. İbrahim ağabeyimle beraber kafamızda birçok proje var. Onları hayata geçirmek istiyoruz.

İbrahim KUCUŞ:

Gelecekle ilgili, toplumun yaralarını anlatan eserler vermek istiyoruz. Bunu yapmadıktan sonra sanatın çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum, bu benim bakış açım tabi… Haliyle bu doğrultuda önümüzdeki günlerde başlayacağımız projelerimiz var, bakalım neler olacak hep birlikte göreceğiz.

 

1979, İstanbul doğumlu. 2001 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Malzeme Mühendisliği’nden yüksek lisansla mezun olmasına rağmen, üniversite yıllarında yaptığı sinema kulübü başkanlığı sayesinde, geleceğini ve mesleğini sinema-tv üzerine kurmaya karar verdi. Çeşitli kısa film, belgesel çalışmalarıyla işe koyulan ve Yıldız Kısa Film Festivali'nin kurucularından olan Fırat Sayıcı, yurt çapında çeşitli kısa film festivallerinde de jüri üyeliği yaptı, kısa film üzerine workshoplar düzenledi. 2008’de Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünden mezun olan Fırat Sayıcı, Selçuk Üniversitesi Radyo-Televizyon-Sinema Bölümünde yüksek lisans ve doktora öğrenimini tamamladı. SİYAD üyesidir. TRT'de metin yazarı olarak başladığı televizyon macerasında birçok kanalda çeşitli programlarda görev aldı, sinema programları yaptı. Kurduğu Mad Informatics Ajansı’yla sinema-tv ve eğlence sektörüne PR ve sosyal medya hizmeti vermeye başlamıştır. "Türk Sinemasında Gerçekçilik" ve "Yeni Başlamayanlar İçin Sinema" adında iki sinema kitabı yayınlanmıştır. Esenyurt Üniversitesi Radyo Tv. ve Sinema bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.