Herkes festivalin taze taze görücüye çıkan ulusal sinemasının peşinde koştururken, yabancı filmlerden seyredebildiklerimizi yakın markaja aldık!

Öncelikle tüm dürüstlüğümle açık konuşayım şuan 25. Adana Film Festivali’nde değilim; birtakım aksaklıklardan dolayı festivale bu yıl yerinde katılım sağlayamadım ama bu festivalin filmlerine dair fikir sahibi olmamı engellemedi, sinemayı nerede imkan bulsam bulur seyrederim! Hatta bazen o imkanı kendim yaratırım!

Bu sene festivalin ‘gümüş yılı’ da diyebileceğimiz 25. yılının şerefine uluslararası camianın filmleri önceki yıllara göre iyice çeşitlendirilerek farklı coğrafyaların filmleri Adana seyircisiyle buluştu. Uluslararası yarışmada yarışan 8 yabancı filmin (Mahmut Fazıl Coşkun imzalı Anons her iki yarışmada da yer alıyor) yanı sıra festivalin ülke özel bölümü olan Yunan Yeni Dalgası, Dünya Festivallerinden, Akdeniz’in Ötesi, Ustaların Gözünden gibi bölümlerde 40’ı aşkın yabancı yapım festival kapsamında gösterildi.

İşte festivale gitmesek de, yakalayabildiklerimiz!

Domestik – Uluslararası Yarışma

Uluslararası Yarışma’nın 9 filminden biri olan Adam Sedlák imzalı Domestik, Çekya ve Slovakya ortak yapımı ve biraz sıra dışı bir film. Profesyonel bisiklet yarışçısı olan Roman, ekibinden ayrı, kendi evinde yoğun bir egzersiz programı ile performansını artırmaya çalışmaktadır. Bir süredir çocuk sahibi olmak isteyen eşi Charlotte ise çiftin dış dünya ile ilişki kuran tarafıdır. Roman’ın uzun süreli ağır egzersiz programına bir de yatak odasına kurduğıu oksijen çadırı eklenince çiftin ilişkileri bambaşka bir boyuta evrilir. Dünya prömiyerini Karlovy Vary’de yapan filmin yönetmen ve senaristi Sedlak, başarıya – ya da henüz başarısızlığa- saplanmış olan bir sporcunun dört duvara hapsolmuş hırslarından yola çıkarak, ruhsal çalkantıları ciddi bedensel değişimler üzerinden anlamlandırıyor. Üstelik bunu çift taraflı yapıyor. Roman bazı seçimlerinin sonucu bedeninin dönüşümlerine katlanırken, esasen Charlotte beklenmedik bir ‘deri değişimi’ geçiriyor. İki insanın bireysel temsiliyetten sıyrılıp, aynı evin içerisinde başka ifadelere bürünmesinin filmi Domestik. Kesinlikle rahatsız edici ve klastrofobik…

Kristal Kuğu – Dünya Festivalleri

 

Yine Korlovy Vary Uluslararası Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan – Adana’nın Uluslararası Program Direktörü Kerem Akça’ya buradan selamlarla- Kristal Kuğu (Crystal Swan/Khrustal) festival programında gerek görselliği gerek içeriği ile ilgi çeken filmlerden biriydi. 1990’ların ortasında – yani Berlin duvarı yıkılıp, SSCB dağıldıktan sonra- Belarus’ta geçen ve başkent Minks’te açılışını yapan hikaye, tam ‘bir komünizm sonrası bireysel/toplumsal kırılma’ hikayesini beyazperdeye taşıyor. Seyredebildiklerim içerisinde aslında en sevdiğim yapım olan Kristal Kuğu, geleceğini memleketi dışında -Amerikan rüyasında- arayan Evelina ile başta annesi olmak üzere karşısına çıkan tüm geçmiş, komünist, muhafazakar değerler arasındaki uçurumu kısacık bir kesitle beyazperdeye aktarıyor. Komünist dönemde doğan ama gençliği 90’ların ortasına denk gelen Evelina kapağı ABD’ye atmaya çalışan genç bir kadındır. Ama vize başvuru formunda yaptığı ufacık bir hata ile kendisini, ülkesinin hiç bilmediği Crystal kasabasında bulur. Her şey ile tam bir Doğu Avrupa kırsalı olan bu kasaba adını da, komünizm dönümünde orada açılan kristal fabrikasından almaktadır. Filmin bu anlamda Karlovy Vary’de prömiyer yapmış olması da ayrı anlamlı… Yanlış yazdığı telefon numarası her an çalacak diye trajikomik halde birkaç gün, bu evde geçiren Evelina’nın şahit oldukları ve yaşadıkları tüm bir ülkenin, dahası demirperde gerisinin özeti gibi adeta. Spoiler olmaması adına kendimi tutuyorum ama üzerine daha söylenecek çok şey var; ülkemizde vizyona girer mi bilinmez, filmi yakaladığınız yerde mutlaka seyredin!

 

Tunus Gecesi – Akdeniz’in Ötesi

Bu sefer yönümüzü Akdeniz’in Afrika kıyılarına, bir zamanlar Osmanlı toprağı olup sonrasında Fransız sömürgesine giren Tunus’a çeviriyoruz. Senaristliğini ve yönetmenliğini Elyes Baccar’ın üstlendiği Tunis by Night (Tunis Ellil) geçmiş ile gelecek arasındaki kültürel kırılmayı bu sefer Müslüman bir aile dramı üzerinden işliyor…
25 yıl boyunca Tunus’un ulusal radyosunda çalışan ve bunun 20 senesini başlı başına Tunus Geceleri adlı bireysel radyo programına adayan Youssef’in artık emekliliği gelmiştir. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede modernist bir yaşam sürüp, yabancı dil bilen, donanımlı, kültürlü bir adam olan Youssef, her ne kadar eşi muhafazakar bir kadın olsa da biri kız biri erkek çocuklarını da kendi kültürel ortamı içerisinde yetiştirdiğine inanır. Ona göre evde geçmişle şimdi arasında bir köprü kurulmuştur. Öte yandan oğlu Amin annesinin yaşam pratiklerine daha yakınken, her şeye baş kaldırmış gibi görünen, asi kızı Aziza rock barda şarkı söyleyerek sahne alır ve muhafazakar değerlerden toptan biçimde nefret eder haldedir. Youssef kariyerindeki son programın derdine öylesine düşmüştür ki, başta karısı olmak üzere aynı evi paylaştığı insanların sorunlarına oldukça mesafelidir… Film Tunus’un muhafazakarlığını temsil eden değerlerle, kendisini başka türlü ifade etmek isteyen gençlerin pratiklerini başarılı biçimde çakıştırıyor. Aile bireylerini oluşturan dört oyuncunun da performansı oldukça üst seviyede. Nihayetinde biz de bir Doğu toplumunun parçası olduğumuzdan Batı’ya klişe gibi gelebilecek pek çok olgu, ülke seyircimize tanıdık gelecektir…

 

Attenberg – Yunan Yeni Dalgası

 

Festivalin ülke sineması cephesinde bu yıl, ‘komşiii Yunanistan’ yer alıyor. 5 ayrı yönetmenin 5 filmle katıldığı bölümde, geçtiğimiz yıllardan Şövalye (2015) filmiyle aşinası olduğumuz yönetmen/senarist/yapımcı Athina Rachel Tsangari’nin son filmi Attenberg’i izleme fırsatını yakaladım. Öncelikle şunu söyleyelim Tsangari’nin tarzına yabancı olanlar için ilk bakışta kolay bir film değil Attenberg. Düzenli biçimde tedavi görmesi gereken babasıyla, küçük fabrika kasabasında yaşayan 23 yaşındaki Marina’nın kırılma ve mecburi büyüme hikayesi aslında bu film. Bazen bir absürdlük derecesinde masum Marina, tedavi olmaya çalışan mimar babası -ki baba felsefesiyle ülkesinin 20yy.’ını özetliyor-, cinselliği anlamaya çalıştığı yakın arkadaşı Bella ve kasabanın moteline gelen bir yabancı arasında, yaşamının bu kesitini bölüştürür. Ve büyümenin evreleri bazen kaçınılmaz olarak üst üste binerek Marina’yı test eder. Marina, kendisini anlamadan karşı cinsi tanımasının olanaksızlığını kavradığında, özgürleşir aslında… Sert bir baba-kız hikayesi, ancak böylesine biçimsel bir düzlemde yumuşatılabilirdi….

 

Tuzu Kuru – Dünya Festivalleri

Festivalin yabancı sinema kontenjanında bu sefer Orta Avrupa’ya, İsviçre’ye uzanıyoruz. Yönetmenliğini ve senaristliğini biz pek tanımasak da ülkesinin ödüllü sinemacılarından olan Cyril Schäublin’in üstlendiği yapım, en basit haliyle ‘AB kriterleri’ içerisinde nitelikli dolandırıcılığı çok uzun soluklu sürdürülemeyeceğini kanıtlayan bir hikayeye sahip. Zürih’te bir çağrı merkezinde hem hayat sigortası hem internet hattı satan bir grup çağrı merkezi çalışanlarından biri olan Alice, satış yapmak için telefonla aradığı ve hesabında yüklü parası olan yaşlı insanları dolandırmanın bir yöntemini bulur. Bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncüsünde… Doğrudan sonuca atlayarak Schäublin’in tek niyetinin hırsızları çabuk enseleyen İsviçre polisini övmek olduğunu düşünmeyelim. Yönetmen daha ziyade kandırılan yaşlı ninelerin, torunlarından gelecek herhangi bir telefona ne kadar özlemli olduğunun altını çizerek, ilk iki vakada gerçekliğin dahi pek sorgulanmadığını dile getiriyor. Aynı iletişimsizlik, ‘muhabbet soğukluğu’ ülkenin devriye tutan kolluk kuvvetlerinde de, yani genç neslin kendi arasında da görünüyor. Bireysel bir öykü anlatmaktansa daha ziyade toplumsal bir resim çizmek isteyen Schäublin’in özellikle biçimselliğini geniş planlı kadrajlarında net olarak görmek mümkündür.

 

twitter.com/duygkocabayli

Egeli bir ailenin ilk kızı olarak 1984’te İstanbul doğan Duygu Kocabaylıoğlu Arazlı, lise eğitimini İzmir Bornova Anadolu Lisesi’nde tamamladı. Lisans eğitimindense, İstanbul Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nden 2007’de Edebiyat Uyarlamalarının Sinemadaki Yansımaları üzerine hazırladığı bitirme projesi ile mezun oldu. İlkokul çağında başlayan edebiyat sevgisini görsel sanatlarla birleştirdi ve Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini sürdürdü. Türkiye’de ilk kez ele alınan Polonya Sinemasında Ahlaki Kaygı Sineması bitirme projesi ile 2010’da yüksek lisans eğitimini tamamladı. Kısa film senaryo ekiplerinde, web sitesi projelerinde yer aldıktan sonra 2010 Ekim ayında Beyazperde.com sitesinin editör kadrosuna katıldı. 6 yılı aşkın süre dizi, sinema editörlüğü, proje yönetimi ve genel yayın yönetmenliği pozisyonlarını sürdürdüğü Beyazperde.com’dan 2017 Mayıs ayında ayrıldı. Sinema yazılarına Beyazperde’nin yanı sıra Popüler Sinema, Cine Dergi ve Öteki Sinema gibi farklı yayın organlarında sürdürmektedir. Sinema dışında en çok bisiklet sürer, koşar ve Heybeliada’nın tadını çıkartır. Evli ve bir ayağı İzmir’de olan Arazlı, sinema-kültür projelerine çok yönlü devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.