Ezilen kadının sesi Jessica Jones ikinci sezonda şimdiye kadarki en zor dedektiflik işini alıyor, kendi gizemli geçmişini çözmek

İlk Sezonu 2015’de Netflix tarafından hazırlanan Jessica Jones uzun bir aradan sonra sahneye geri döndü. Tabi bu arada boş da durmadı. Marvel’in diğer Netflix kahramanları Daredevil, Iron Fist ve eski sevgilisi Luke Cage ile birlikte zorla kurdukları The Defenders ekibi ile kısa bir dünyayı kurtarma serüveni de yaşadı.

Jessica Jones, Marvel evreninin en nevi şahsına münhasır kahramanlarından biri. Hatta ona kahraman diyebilmek için kısa bir süre düşünüp, yaşadıklarını tartmak gerekebilir. Ama filmler ile birlikte ilerleyen bu koca evrende Jessica’nın en insani, en bizden kahraman olduğunu da söylemeden geçemeyiz.

Erkek egemen çizgi roman dünyasında kadınların rolleri her zaman geride kalmıştır. Onları ancak seksi kıyafetler içinde baştan çıkarıcı vaziyetlerde rol çalarken görürüz. Supergirl ile başlayıp, Batgirl, Catwoman gibi sinema duraklarını hatırlarsak demek istediğim daha anlaşılır olacaktır.

Son yıllarda feminist akımın sinemada kendine yer bulması ile beraber, bizler de güçlü kadın karakterleri görmeye başladık. Gişede büyük başarı yakalayan Wonder Woman son dönemde sinemanın dönüştüğü çizgi roman çevrimi dünyasında kendine özel bir yer edinmeyi başardı bile.

Ancak Jessica Jones tüm bu parlak, patlamalı, gösterişli ve büyük beklentili dünyanın içinde kendi başına farklı bir güç odağı. Çizgi Roman uyarlamalarını sadece eğlence için seyreden ve karakterleri pop kültürü ikonu olarak gören izleyici için bir şey vaad etmiyor. Aksine karanlık, yitik dünyasında yaşadığı dramları, dost kazıklarını, arkadaşlıkları, içkiye olan düşkünlüğünü tüm çıplaklığı ile bizlere sunuyor. Bir gün barda laf atan adamla tuvalette sevişmeyi seçerken, diğer gün hayatının aşkı olabilecek kişiyi kendisinden uzaklaştırmak için elinden ne geliyorsa yapıyor. Pek az dizi Jessica’nın ve çevresindekilerin yaşadığı PTSD, taciz-tecavüz gibi problemleri vermekte Jessica Jones kadar başarılı olmuştur.

Sonunda bu ufak Marvel hazinesinin ikinci sezonuna da kavuştuk. Özel dedektifimiz Jessica Jones karanlık geçmişinden ve kapatmak istediği defterlerden bu sezon da kurtulamıyor ve ailesini kaybettiği trafik kazasından özel güçlerini kazandığı deneylere kadar Jessica Jones’un bütün geçmişi bu sezonda işleniyor.

Jessica’ya can veren Krysten Ritter, Defenders’ın Jessica’nın hayatındaki kısa bir macera olduğunu ve genel karakterini değiştirecek kadar güçlü bir değişim yaratmadığını söylüyor. Jessica’yı asıl değiştiren ilk sezonun kötüsü ve Jessica’nın hayatında büyük bir yıkıma yol açmış olan Killgrave(David Tennant)’in Jessica’nın elinden ölümü olmuştu. Jessica ne kadar meşru müdafaa da olsa bir katil olduğunu bilerek yaşamaktan hiç de haz etmiyor.

Yapımcı Melissa Rosenberg, ikinci sezonu Jessica’nın “Katil miyim yoksa kahraman mı?” sorusunu cevaplamaya çalışması olarak özetliyor. Jessica’nın anti sosyal bir kahraman olarak kendini izole ederek yaşarken ilk sezon ve Defenders sonrası New York’un tanınan süper güçlü insanlarından biri olması kendisine yeni bir yol açıyor. Artık dedektiflik bürosu onu görmek isteyen, kendisinin de süper güçleri olduğunu iddia eden insanlarla dolup taşıyor. Bu yeni durum da Jessica Jones’u derinden sarsan sosyal bir değişime götürüyor.

İkinci sezon öncesinde Jessica’nın Killgrave öncesindeki yaşamını kısa olsa da öğrenmiştik. Ailesini araba kazasında kaybetmiş, gizemli deneylerde kobay olarak kullanılmış, işi bitince Trish(Rachael Taylor)’in ailesinin yanına evlatlık verilmiş, burada yaşadığı zorlu ve mutsuz çocukluğu nedeni ile Trish “Patsy” ‘nin annesini sorumlu tutmuştu.

Yeni sezonda Killgrave gibi kötü bir süper anti kahraman yok. Onun yerine Jessica’nın geçmişindeki hayaletler ile savaşına tanık oluyoruz. Bu kişilerden biri ona deneyler yapan doktor, diğeri ise o deneylerin başka bir aktörü olan, doktorun geçmişini temizlemeye çalışan ve Jessica’nın üzerinde büyük bir yıkıma neden olacak gizemli bir süper kadın(Janet McTeer).

Diğer yeni rollerden biri Jessica’nın alt komşusu ve binanın bakıcısı olarak çalışmaya başlayan Oscar(J.R.Ramirez) kısa zamanda nefretten aşka dönen bir ilişkinin aktörü oluyor. Jessica, süper kahraman sevgilisi Luke Cage ile yaşadığı sert ilişki sonrasında Oscar’da romantizmi ve aşkı tadıyor.

Birinci sezondan tanıdığımız karakterler Trish, Malcolm(Eka Darville) ve Avukat Hogarth(Carrie-Anne Moss) da yeni sezonda daha çok yer alıyorlar. Trish’in hem geçmişte yaşadığı çalkantılı süper star yaşamını, madde bağımlılığını, Jessica ile bu yüzden kopmalarını izlerken hem de günümüzde gazetecilik hırsları yüzünden farklı bir bağımlılığa geçiş yapıp nasıl bir karanlığa çekileceğini görüyoruz.

Malcolm ise Jessica’nın yanında çalışıp dedektifliğin püf noktalarını öğrenirken bir yandan seks bağımlılığına doğru hızla koşuyor, bir yandan da Jessica’nın onaylamayacağı profesyonel ilişkilere giriyor. Tüm bu olayların içinde Hogarth ise Jessica’nın arkasını toplamaya çalışırken ölümcül bir hastalığın tutsağı oluyor. Tüm yaşamı boyunca güçlü kadın imajı çizen Hogarth bu durumda ayakta kalmak için çeşitli süper güçlerin peşine düşüyor. Carrie-Anne Moss’u Trinity göndermeleri ile dolu bir karakterde tekrar görmek gerçekten oldukça zevkli.

Rosenberg bu üçlünün gelişimi hakkında “Bu sezonda birinci sezondan daha çok değinebildiğimiz karakterlerin başında geliyorlar. Onların karakterlerinin gelişimini görmek gerçekten heyecan verici. Seyirciyi şoke edecek ve heyecanlandıracak gelişmeler var.” diyor.

Killgrave’in ölmesi de onun artık dizide olmadığı anlamına gelmiyor. Jessica’nın en zor anlarında onu psikolojik olarak daha da dibe çekmek için Killgrave’in hayali zaman zaman ortaya çıkıyor. İlk sezondaki taciz, tecavüz ve kadına şiddet içerikli bu ilişki ile ilgili Rosenberg “Umuyorum ki son zamanların önemli hareketlerinden Me Too ve Time’s Up gibi kadın hakları farkındalığı hareketlerinde bizim de ufak bir katkımız olmuştur. Aslında varlığımız bile, kadın aktivizmindeki rolümüzü gösteriyor. Jessica Jones sadece devrimci bir güçlü kadın dizisi değil, aynı zamanda kadınların yaşamını tüm yönleri ile anlatmaya çalışan ilk dizi. Bu çok büyük bir sorumluluk. Dizi kendi hikayesini anlatıyor ancak bir yandan da bir politik duruşun da yüzü oluyor.” diyor.

Başrol oyuncusu Ritter ise “Kişisel olarak kendimi bu rolde çok zorluyorum. Tacize uğramış kadınlar yanıma gelip bana Jessica Jones’un hayatlarına nasıl bir anlam kazandırdığını ve onun sayesinde seslerinin duyulduğunu söylüyorlar. Onun hayat hikayesi, kendi travmalarını yenmelerinde yol gösterici oluyor.” diyor.

Dizinin ilginç başka bir noktası da ikinci sezonun tamamen kadınlar tarafından yönetilmiş olması(Luke Cage ve Daredevil’ın ilk sezonunun onca bölümünde herhangi bir kadın yönetmene yer verilmemesi bu dayanışmanın nedenini belki de açıklıyor). Ritter bu konuda “Sanırım en büyük kadın çalışan sayısına biz sahibiz, yapımcımız, yönetmenlerimiz, kameramanlarımız, en önemli karakterlerimizin üçü hep kadın. Dizimiz kadınların egemenliği altında ve bu muhteşem bir duygu. Gelen yardımcı oyuncular da seti gördüklerinde ne kadar farklı ve pozitif bir hava olduğunu söylüyorlar.” diyor.

Ne kadar gerçek dünyadaki problemlerle boğuşsa da elimizdeki hikaye aslında bir çizgi roman çevrimi. Jessica Jones aslında pek çok noktada çizgi romanla aynı yolu izliyor. İlk olarak Alias ile ortaya çıkan ve ilk sezonda izlediğimiz olayları konu alan çizgi roman daha sonra Jessica Jones:The Pulse, New Avengers ile devam etmiş ve hala devam eden Jessica Jones çizgi roman serisinin temellerini oluşturmuştu. Dizide Alias’ın kapağını da çizen David Mack’ın bir Jessica Jones çizimini de görüyoruz. Çizgi Jessica ile dizideki Jessica’nın bu şekilde bir araya getirilmesi çizgi roman severler için güzel bir easter egg denemesi olmuş. Bunun dışında da pek çok sahne özellikle çizgi romanlardaki çizimlere benzer bir şekilde tasarlanmış. Ancak en büyük fark dizide Jessica’mızın uçamaması. Çok yükseklere atlayabilse de Jessica Jones’un ayakları daha çok yere basıyor. Bu değişim karakteri belki de bu denli gerçekçi kılmaya yardım etmiştir.

Farklı bir Süper Kahraman dizisi olan Jessica Jones’un ikinci sezonu Netflix’in filmlere de paralel ilerleyen Marvel evrenini genişletmeye devam ediyor.

 

 

 

 

1979 İstanbul doğumlu yazar ilk sinema deneyimini Superman ve Star Wars’la yaşayıp kendini çizgi roman ve bilim kurgu dünyasına atar. Biriktirdiği haftalıklarıyla Star Wars oyuncakları alıp kendi serüvenlerini yazmaya başladığı yıllarda ailesi tarafından Rus edebiyatına yönlendirilmeye çalışsa da orada da Stanislaw Lem, Asimov gibi yazarlarla takılarak bu türden kopamayacağını anlamış, lise yıllarında Arthur C. Clarke, Stephen King gibi yazarları hatmederek …

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.