Keşfedilmemiş hikayeler keşfedilmeyi bekliyor

MASİS ÜŞENMEZ

Bilim Kurgu’nun önemli değerlerinden uzay operalarının bir kalesi Star Wars ise diğeri de pek tabii ki Star Trek dünyasıdır. İki dünya arasında karşılaştırma yapmaya başlarsak kitap olur ama benim en önem verdiğim nokta hep şu olmuştur, Star Wars gözümde hep bir film serisi ve Star Trek de bir televizyon dizisi olarak kalmıştır. Star Trek dünyası uzun süredir filmler ile devam etse de televizyonda verdiği tadı büyük ekranda alamadım hiç. Aslına bakarsanız 2005 yılında sona eren Star Trek: Enterprise’dan beri televizyonda Star Trek izleme lüksünden yoksunduk. Sinemalara konuk olan son üçleme,Star Trek (2009), Bilinmeze Doğru: Star Trek (2013) ve Star Trek Sonsuzluk (2016) da dizinin naif yapısından çok uzak, dev sinema perdesinin kurallarına uyan birer aksiyon şölenleriydi. Star Trek’in keşif ruhunu ve umut dolu yapısını pek taşımıyorlardı. Ancak Star Trek evrenine olan ilgiyi arttırdılar ve yeni bir Star Trek dizisinin de ortaya çıkmasına belki de ön ayak oldular. İşte bu yeni dizimizin adı Star Trek: Discovery.

Dizinin onca karakterinden en çok göze batan değer bana göre Saru oldu. Guillermo del Toro’nun has oyuncularından ve son filmi The Shape of Water’ın Oscar heykelciğini kucaklamasında büyük emeği olan Doug Jones, yaratık formlarının unutulmaz oyuncusu olma yolunda bir büyük adımı da Saru ile atıyor.

Aslında dizinin özel efektleri dışında en büyük kozu da iyi oyunculuklar. Başroldeki Sonequa Martin-Green Bunham karakteri ile başa çıkmasını biliyor. Kendisini daha önce de The Walking Dead’de Sasha Williams rolünde izlemiştik. Harry Potter serisinde hepimizin nefretini kazanan Lucius Malfoy rolü ile tanıdığımız, genelde kötü karakterleri oynaması ile bilinen(!! Spoiler mı, yok canım daha neler!) Jason Isaacs ise Kaptan Lorca’nın gizemli karakterini vermekte başarılı. Bir başka önemli karakter olan Kaptan/İmparatoriçe Georgiou rolü ile uzak doğunun en önemli kadın oyuncularından Michelle Yeoh üstleniyor.

Discovery temelde ana serinin de öncesinde geçen bir zaman aralığını konu alıyor. Bu dönemde Klingon ve Federasyon’un savaşı patlak vermiş ve Federasyon’un da en büyük kozu Discovery’nin uzay-zamanı bükebilen bir teknoloji ile seyahat edebilme özgürlüğü. Dizi temel olarak Discovery ekibinin başından geçenleri anlatsa da Star Trek evreninde görülmemiş bir şekilde ana karaktere kaptanı değil bir asi ve başkaldırıcı olarak hapse atılmak üzere olan Michael Burnham (Sonequa Martin-Green)’ı oturtuyor.

Gene önceki serilerden bağımsız olarak her bölümde yeni maceralara atılan gemi mürettebatının yerine tek bir ana konu(Klingon-Federasyon savaşı) üzerinden hikayeyi geliştiren bir senaryo benimsenmiş. Böyle olunca da mürettebatın ana görevi olan bilimsel keşifler, diplomatik misyonlar ve kültürel etkileşimler geri plana itilmiş. USS Discovery’nin kaptanı Gabriel Lorca(Jason Isaacs),            Federasyon’un değerlerini lastik gibi gererek boşluklardan faydalanıp Klingon’lara gereken dersi vermeye çalışıyor. Bu planın da en büyük kozu, USS Shenzhou’da ikinci kaptan iken, annesi gibi gördüğü kaptan Georgiou (Michelle Yeoh)’ya baş kaldırıp Klingon’ları tek hamlede yok etmeye çalışan Michael Burnham gibi yetenekli bir değeri, kanun oyunları ile yanına almak oluyor.

Star Trek: Discovery öncüllerinin izinden gitmeyerek modern dizilerin uzun döneme yayılan hikaye yapısını, derin karakterlerini ve hikayenin gidişatına göre değişen dost ve düşmanları ön plana taşıyor. Bu yönden dizi, Battlestar Galactica ve Stargate:Universe’în daha önce başardığı, frenchaise’larını yeni ve genç izleyiciye sunmak için kullandıkları yolu izliyor. Bunun için de ana karakterlerini sürekli zor koşullarda, ani ve tartışmalı kararlar verdirerek ve sonuçlarına katlanmalarına neden olarak yapıyor.

Örneğin en önemli karakterimiz Michael Burnham, Vulcan bir baba tarafından yetiştirilmiş ve Vulcan değerlerini benimsemiş biri olarak karşımıza çıkarken dizi ilerledikçe mantığın her problemi çözemediğini öğrenip çözüm üretmek için Vulcan’lığından uzaklaşıyor.

Bütün bu yenilikler güzel ancak Discovery’nin başarısı ilk günden beri bir tartışma konusu. Öncelikle Star Trek fanlarının merak ettiği sorulara yanıtlar sunulmuyor. Örneğin federasyon nasıl kuruldu? Klingonlar aslında ne ya da kim? Neden federasyon ile böyle amansız bir savaşın içine girmişler?

Tabii bir sezonda pek çok soruya yanıt vermek güç hele ki böyle uzun süreli bir çatı oluşturulmaya çalışılıyor ise durum daha da karmaşıklaşıyor. Bu tür beklenen sorulara yanıtlar üretmek yerine Discovery ekibi kendi epik hikayesini anlatıyor. Bu hikayede Klingonların insanların üzerinde yaptıkları deneyler, uzay zamanı bükmeye yarayan sporlar, paralel evrenler, Mr. Spock’ın kardeşi, Federasyon’un adeta Jedi Konseyi gibi burnunun ucundaki tehlikeleri, en güvendikleri kaptanlarının beyninde ne kara planlar olduğunu görememeleri gibi pek çok katman var. Ama bu katmanlar ne kadar iyi kullanılıyor asıl tartışılması gereken bu.

Öncelikle Discovery bir Star Trek evreninden geçmese belki bu kadar yoğun eleştiri bombardımanına tutulmazdı. Ancak arkanızda böyle büyük bir güç varken bu gücü yeterince kullanamayınca kötü eleştiriler de kaçınılmaz oluyor.

Dizinin en büyük sorunu öncelikle Star Trek dünyasının değerleri olan umuda pek yer vermemesi. Öyle ki ana karakterlerin bu kadar çabuk öldüğü başka bir Star Trek dizisi olmamıştır. Durum böyle olunca da o kadar insan ilişkileri üzerine kurulmuş olan olay ağları öylece ortada bırakılıyor. Havada kalan konular üst üste bindikçe de ortada iyi yazılmamış bir öykü taslağı kalıyor.

Bu arada bilim kurgu külliyatında bu ara moda olan paralel evren teorilerine de değinmeden geçemiyor. Fringe’den beri artık aşina olduğumuz paralel evrenler artık bir bilim kurgu dizisinde görmezsek sanki bir eksiklik hissedecekmişiz gibi gelmeye başladı bana.

Paralel evrenler belki Star Trek’e daha önce de malzeme olmuştur ancak ilk defa konunun merkezine paralel evren konulmuş ve bildiğimiz tüm Federasyon Klingon çatışması farklı bir boyuta taşınıyor.

CBS All Access tarafından yapımcılığı sürdürülen ve ülkemizde Netflix üzerinden seyredilebilen Star Trek, finali ile inişli çıkışlı ilerleyen başlangıcına belki de bir son verdi ve ikinci sezonda daha olgun bir dizi olarak uzay yolculuğuna devam edecek. Peki ya seyircinin bu uzay gemisinin mürettebatının hikayelerine ilgisi aynı hızda sürecek mi? Eğer senaristler diziyi Battlestar Galactica ya da en azından The Expanse’ın kalitesine çıkarmaz ise bu Uzay yolunun sonu ışık hızı ile gelecek gibi görünüyor.

 

1979 İstanbul doğumlu yazar ilk sinema deneyimini Superman ve Star Wars’la yaşayıp kendini çizgi roman ve bilim kurgu dünyasına atar. Biriktirdiği haftalıklarıyla Star Wars oyuncakları alıp kendi serüvenlerini yazmaya başladığı yıllarda ailesi tarafından Rus edebiyatına yönlendirilmeye çalışsa da orada da Stanislaw Lem, Asimov gibi yazarlarla takılarak bu türden kopamayacağını anlamış, lise yıllarında Arthur C. Clarke, Stephen King gibi yazarları hatmederek …

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.