6 Şubat 1964 doğumlu Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev, 2000 sonrasının en güçlü filmlerinden, kendisinin de ilk filmi olan The Return ile sinemaya adım attığında hem dünya çapında takdirle karşılandı hem de Tarkovsky’nin şiirsel sinemasının izleğini takip eden görsel diliyle dikkat çekti. Filmleri yoğun bir Rus edebiyatı okumuş etkisi yaratan Zvyagintsev, aile temasına, iletişim problemi yaşayan ikili ilişkilere, insanların gündelik yaşantılarına, toplumun farklı katmanları arasında dini, kültürel ve politik referanslara yoğunlaşan bir sinema anlayışı ortaya koydu. Bunu yaparken de her zaman görüntünün gücünden, doğadan, sessizlikten, durgunluktan, göllerden, boş arazilerden beslendi. Hikayesini hiçbir zaman izleyiciye karşı dramatize ederek sunmayan yönetmen buna rağmen keskin ve çarpıcı dramalar ortaya koydu.

Zvyagintsev sinemasında Dostoyevski ve Çehov esintilerine sıkça rastlamak mümkündür. Özellikle sineması bakımından ülkemizden Nuri Bilge Ceylan ile oldukça benzer yönler taşıdığı söylenebilir. Zvyagintsev’in Leviathan’ı ve Ceylan’ın Kış Uykusu derinlikli karakterleri, hikayeye zekice iliştirilen mizahi dokunuşları, edebi diyalogları ve masa başında sarhoş bir şekilde tartışan insanlarıyla bu benzerliğin en belirginleştiği yapıtlarıydı. İki yönetmenin de 3-4 senede bir film çekmesi, Cannes Film Festivali’nin gediklileri olmaları ve ülkelerinde entelektüel anlamda saygı gören isimler arasında zirvede yer almaları önemli. Ceylan’ın yeni filmi Ahlat Ağacı’nı muhtemelen 2018’in Mayıs ayında Cannes’da izleriz ama Zvyganitsev’in son filmi Loveless bu yıl Cannes’ın ana yarışmasında yer aldı ve festivalden ‘jury prize’ ile ayrıldı. Ülkemizde de Filmekimi kapsamında gösterilen film 28 Ocak 2018’te vizyona girecek. Zvyagintsev’in The Return’den Loveless’a kadar olan tüm filmografisine bir göz atalım.

The Return (2003)

Zvyagintsev’in etkileyici bir çıkışla sinema dünyasına girdiği ilk filmi “Dönüş”, yıllar sonra çıkagelen bir babanın geride bıraktığı iki çocuğuyla beraber çıktığı yolculuğu dramatik ve psikolojik yapısı kuvvetli biçimde anlatarak görsel açıdan büyüleyici bir sinema şölenine dönüşüyordu. Tablo gibi kareleri, karanlık atmosferi, gerilimli havası, etkileyici müzikleri, baba – oğul ilişkisini ele alış biçimi ve çocuk oyuncularının büyük başarısıyla unutulmaz filmler arasına adını yazdırdı. Aile olgusu, baba ve çocukları arasındaki gerilimli ve hüzünlü ilişkiyi irdelerken dinsel, mitsel ve politik anlamda yığınla simgesel anlatıma da sahip olan film, o yıl Venedik Film Festivali’nden ‘Altın Aslan’ dahil olmak üzere 5 ödülle ayrıldı ve toplamda 31 ödüle layık görüldü.

The Banishment (2007)

William Saroyan’ın The Laughing Matter adlı kitabından uyarlanan Sürgün, Zvyagintsev’in en uzun süreli (157 dk) filmi olmasının yanında en az bilinen filmi. Yönetmenin The Return’de baba ve çocuklar üzerinden kurduğu gerilimli yapıyı burada ebeveynlerin –yine çocuklar üzerinden- arasında gerilimli bir dramaya dönüştüren yönetmen, yine dinsel ve politik göndermeleriyle ağır ağır işleyen, fotografik görüntüleriyle Tarkovsky filmi içindeymiş gibi bir his uyandıran ama yönetmenin diğer filmlerine göre izleyiciden daha fazla sabır isteyen bir film. Genel olarak hikayenin işleniş şeklinin yavaşlığı, kurgusunun akıcı olmaması ve The Return gibi bir şaheserden sonra yaratılan beklentiyi karşılamaması gibi sebeplerle yönetmen filmografisinde son sıraya koyulan film, Cannes Film Festivali’nden ‘en iyi erkek oyuncu’ ödülüyle döndü ve toplamda 5 ödüle layık görüldü.

Elena (2011)

Zvyagintsev’in Cannes ana yarışmasına alınmayıp yan bölüm olan ‘Belirli Bir Bakış’ ta yarışan ve oradan ‘jüri özel ödülü’yle dönen filmi Elena, yönetmenin yoğun şekilde ‘Suç ve Ceza’ esintileri taşıyan filmlerinden biri. Modern ve geleneksel, iyi ve kötü, eski ve yeni, imkanlar ve imkansızlık, seçmek ve kaybetmek arasındaki ikilemler üzerinden bir gidişat sergileyen senaryo, Rusya’nın komünist dönem sonrasında geldiği durumu da irdeleyen bir yapıya sahip. Ana karakter Elena’nın orta sınıf – burjuvazi arasındaki durumu üzerinden kurulu yapı yine Zvyagintsev filmlerinin temel ögeleriyle buluşuyor. The Return’deki baba figürü burada bir anne karakter üzerinden oluşturuluyor. Elena’nın filmin kilit anında verdiği karara geçilen sürecin yeterince ikna edici olmadığı ya da Zvyagintsev’in diğer filmlerinde olmayan ‘her şeyi bir çözüme kavuşturabilme’ çabası yönetmenin sinemasına göre tatmin etmeyen yönler olarak görülebilir. Elena, festivallerden toplamda 21 ödüle layık görüldü.

Leviathan (2014)

Rus sinemasının soğuk ama derinlikli hikayelerinin güçlü temsilcilerinden olarak niteleyebileceğimiz Leviathan’ın birçok karesinde Zvyganitsev’in yönetmen dokunuşunun büyük etkisi hissediliyor. Açılışında sessiz bir yolculuğa tanık olduğumuz film, karakterleriyle aramıza mesafe koyacağımızı hissettirircesine kamerasını onlardan uzak tutarak işe başlıyor. Doğa görüntüleriyle bezeli açılış ve kapanış sekanslarının arasındaki denge “Leviathan” metaforuyla birleşince ortaya mitolojik dokunuşlarla şekillenen, devletin ve insanoğlunun kötücüllüğü üzerine etkileyici bir tablo çıkıyor. Filmin kırılma noktasını temsil eden en önemli sahnelerinden birinin kameraya alınmayarak sadece seslerle izleyiciye aktarılması, Rus siyasetinin Leviathan’ın kayaya vurmuş dev fosiliyle ilişkilendirilmesi, “Leviathan”laşan liderlerin portrelerinin (içlerinde sürpriz bir isim de var!) hedef haline getirilmesi gibi tercihler her biri tabloyu andıran görüntülerin derinliğiyle birleşince ortaya Zyvagintsev’e yakışan destansı bir yapıt çıkıyor. Filmin bürokrasi ve mülkiyet hakkı üzerine şekillenen senaryosunda insan ruhunun karanlık dehlizlerine doğru bir yolculuk yaparken aynı zamanda ülkenin bürokratik kurumlarının yozlaşmışlığına çok iyi yazılmış ve oynanmış belediye başkanı karakteri üzerinden tanık oluyoruz.

Loveless (2017)

Zvyagintsev’in Cannes Film Festivali’nden ‘jüri ödülü’ ile dönen son filmi Loveless, tıpkı Leviathan’daki gibi parçalanmış bir aileyle ilgili hikayeden yola çıkarak toplumun birçok noktasına değiniyor. Sevgisizliğe ve iletişimsizliğe maksimum oranda vurgu yapan yönetmen, telefonları ve sosyal medya trendlerini sürekli bilinçli olarak gözümüze sokarak iletişim kurmak için başımızı kaldıramayacak derecede kaybolduğumuzu filmin her anında belgeliyor. İletişim çağında insanların birbirinden kopukluğuna, bu kopukluğun aile içindeki ‘sevgisizliğe’ nasıl yansıdığına, kayıpları araştırma görevini sivil toplum örgütlerine paslayan polis teşkilatının işlevsizliğine kadar gözlemlerini ve eleştirilerini ortaya döken Zvyagintsev, her zamanki gibi atmosfer yaratma gücünden besleniyor; tıpkı filmdeki karakterler gibi soğuk ve keskin bir sinematografi etrafında hem bir polisiye olay örgüsü hem de çarpıcı bir drama yaratıyor. ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ dalında Altın Küre’ye aday olan, Oscar’a da aday olması beklenen Loveless şimdilik 11 ödüle layık görüldü.

Halil İbrahim Sağlam

 

20 Temmuz 1989 yılında İstanbul'da doğdu. Sinemayla 16 yaşında ilgilenmeye başladı ve usta Yeşilçam yönetmenlerinden ders alarak kendini geliştirdi. Kısa metraj filmler yönetti ve senaryolarını yazdı. İstanbul Arel Üniversitesi’nin ve Erciyes Üniversitesi’nin “Sinema ve Televizyon” bölümlerinden mezun oldu. 2011’den bu yana sinema yazarlığı yapıyor. Güney Kore sinemasına ve polisiye romanlara özel bir ilgisi var. İlk uzun metrajlı filmini çekebilmek ve polisiye türündeki ilk romanını yayımlatabilmek için çalışmalarını sürdürüyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.