Sinemanın globalleşmesinin bütün çirkin taraflarını üstünde toplayan Katliam Günü- The Windmill Massacre değil korkutmak, en küçük bir duygu kıpırtısı bile oluşturamıyor izleyicide.

Sinema her ülkenin kendi rengini ifade ettiği, önemli bir sanat-eğlence dalı. İster iyi ister kötü bir örnek olsun Güney Kore filmleri ile Hint filmleri arasındaki fark çok belirgindir. Aynı şey İngiliz filmleri ile Fransız filmleri için de geçerlidir. Bunlara Kuzey ülkeleri, İtalya ve İspanya sinemasını da katabiliriz. Kısacası hepsinin bir öyküyü anlatış şekli, oyunculuk dili, yönetmenlerinin geldikleri kültürden çıkan kendilerine has yolları vardır. Bu sinemayı zenginleştiren en önemli olgu. Üretim açısından böyleyken izleyici tarafına geçtiğimizde dünya genelinde Hollywood sineması en fazla tüketilen sinema endüstrisi. ABD’nin teknolojisi , ekonomik gücü ve Hollywood’un tam anlamıyla bir endüstri olması üretilen filmlerin daha çok eğlence ve tüketim amaçlı çekilmesine sebep oluyor. Kabul etmeliyiz ki kapitalizmin bunda çok payı var. Kapitalizm herşeyde olduğu gibi sinemada da tek bir ses olmasını ister. Herkesin anladığı belirli bir çizgide zevk alacağı, cebindeki parayı vereceği bir yapı. Bu yol ne yazık ki ülkelerin kendi renklerinin yok olmasına sebep oluyor. Üstelik ABD dışındaki ülkeler bu başarıya ulaşmış yolu kendilerine göre tekrarlama tecrübesini ortaya koyduklarında bu hafta vizyona giren Katliam Günü gibi ipe sapa gelmez filmler ortaya çıkıyor. Bu İngiliz, Fransız ve bütün ülkelerin sinemasında da yaşanıyor. Ama Hollanda gibi görece olarak daha az örneklerini gördüğümüz bir sinemadan gelince bu tür bir film dikkat çekici oluyor tabii. Hep düşünmüşümdür, bunun sebebi gerçekten ülke sinemalarının bu tür filmleri para kazanmak için mi çektiği yoksa yıllardır Hollywood sinemasının hedefi olan yabancı sinemacıların artık doğal olarak bu tekilliği mi yarattığı? Bence her ikisi de geçerli. Özellikle genç yönetmenlerin filmlerinde bunları daha çok gözlemliyor olmamız ikinci şıkkın ağırlığını artırıyor. Mesela Katliam Günü filminin yönetmeni Nick Jongerius’a gelelim. Çok genç olmasa da 41 yaşındaki sinemacı işin yapımcılık kısmından yetişmiş bir isim. Katliam Günü ilk yönetmenlik denemesi. Filmin hikayesi de yönetmenliği de Hollywood B sınıfı filmlerinin bir benzeri. Üstelik oyuncu kadrosu da TV yıldızı isimlerden oluşuyor. Hepsinin oyunculuk performansı klişe ve özenti. Yönetmen sinema dili olarak o kadar kimliksiz ve taklit bir yöntem kullanıyor ki bunu öyküdeki bazı sıfatları kullanarak geçiştirmeye çalışıyor. Mesela öykünün merkezindeki kötücül ev bir değirmen oluyor. Ruhunu şeytana vermiş olan karanlık karakter ise değirmenci. Sanki o değirmeni oraya koyarak film bir Hollanda filmi oluyor. İlgisi yok tabii ki. Bu anlamda baktığımızda entelektüellerimizin dalga geçtiği bizim korku filmlerimizin çok daha kişilikli yapımlar olduğunu söylemeliyim. İyisiyle kötüsüyle kesinlikle Hollywood çalması yapımlar değil bizim korkularımız. Halbuki Katliam Günü- The Windmill Massacre isminden de anlaşılacağı gibi The Texas Chain Saw Massacre gibi ünlü bir serinin biraz değiştirilmişi. Konusunu kısaca anlatalım, Jennifer geçmişinden kurtulmaya çalışan bir kızdır. Bir gün Amsterdam’ın efsanevi yel değirmenlerini izlemek için tura katılır. Fakat otobüsün ıssız bir yerde kaza yapması sonucu Jennifer ve diğer yolcular sığınacak bir yer bulmak zorunda kalırlar. Terk edilmiş bir yel değirmenine sığınırlar. Yolcular teker teker kaybolmaya başladıklarında, Jennifer hepsinin ortak kaderi ve sırrı olduğunu fark edecektir. Yazdığım gibi filmi hiç beğenmedim ama özellikle finali artık yeter dedirtti. Yani bu saçma finalle filmin daha devam bölümlerinin geleceğini de müjdeliyor bize yönetmen. Ne diyeyim, müjdeler olsun.

 

FİLMİN KÜNYESİ
Filmin orijinal adı: The Windmill Massacre
Yönetmen: Nick Jongerius
Senarist: Nick Jongerius

Oynayanlar: Noah Taylor, Patrick Baladi, Ben Batt, Charlotte Beaumont

Yapım: 2016, Hollanda, 85 Dak.

 

1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.