Türkiye’de yapılan film festivallerinin neredeyse tamamına katıldım. Basın davetlisi, jüri üyesi ya da panelist olarak görevler aldım. Memleketin festival yapılan her iline, ilçesine gittim ve gördüm ki, bunların hepsi birbirine benziyor!

Aslında Türkiye’de şablonunu İstanbul Film Festivali’nin oluşturduğu tek bir “film festivali” var. Nerede yapıldığı önemli değil, kendi kimliğini kazanmış bir şehir festivaline henüz rastlamadım. Malatya’ya da gitseniz, Kütahya’ya da gitseniz değişmez; festivali aynı isimler takip ediyor, aynı filmler yarışıyor, aynı bilirkişiler sinema konuşuyor. Onur ödülü verilecek isimlere kitaplar hazırlanıyor. Açılışından kapanışına, hepsi İstanbul Film Festivali’nin bir varyasyonu… Başkalaşım çabaları da mevcut ama özenme hali tam gaz devam. Antalya, Türkiye’nin Cannes’ı olmaya çalışıyor mesela, başındaki yapımcılıktan gelen ekip sebebiyle tıpkı Cannes gibi bir “film marketi” olma çabasında. Suntadan da olsa bir gösterişi var ama “50 yıllık Portakal ağacını kesip yerine Palmiye dikmenin ne alemi var” diye soruyor insan…

Kendi karakteri olan bir film festivali yapmak konusunda beni en çok heyecanlandıran çaba 2010 yılında Malatya’dan geldi. Malatya Film Festivali bir “komedi filmleri festivali” olarak başlamıştı. Bunu kim düşündüyse gidip alnından, büyüğümse elinden öpmek isterim zira hem bir Malatyalı olan Kemal Sunal’ın anısı yaşatılıyor hem de festivallerden kovularak gişenin erozyonuna terk edilmiş bir tür olan komedi filmleri takdir ediliyordu. Murat Şeker’in, Çakallarla Dans filmini ağzına kadar dolu bir salonda izlediğimizi hatırlıyorum, en neşeli festival anılarımdan biridir. Herkes perdede oynayan filme gülerken ben salondaki seyircilere hayran hayran bakıyordum. Uyumayan, sıkılmayan, sahte sanat takipçiliği tuzağına düşmemiş insanlar…

Sonraki yıl Malatya’nın festivali tamamen biçim değiştirdi ve prestij kazanmak uğruna bir İstanbul Film Festivali replikası olmaya karar verdi. Bizdeki festivallerin danışma kurulları ya da film seçicileri hep aynı 3-5 kişiden oluşur. Malatya’daki rantı görünce bala üşüşen arılar gibi üşüştüler festivale ve yine boş salonlar… Bir şehir festivali yaparken o şehrin kimliğini reddetmek, o şehrin sinema seyircisini görmezden gelmek ve sonra yine o seyirciye “filmlere gelmiyorlar” diye kızmak?

Malatya Film Festivali, geçtiğimiz yıl ülkenin yaşadığı siyasi çalkantılar yüzünden iptal edildi. 1 yıl aradan sonra bu sonbaharda yeniden yapılacak ama değişen hiçbir şey olmayacak. Henüz resmen açıklanmasa da festivalde görevlendirilen kimi isimleri öğrendikten sonra bu konudaki umudumu yitirdim. Suat Köçer ve ekibinin bu tuzağa düşmemesini isterdim ama olan olmuş görünüyor.

Festivallerden bahsederken, 2016 yılında yapılan Edirne Film Festivali maceramı anlatmam şart. Edirne “festival” kelimesinin içini tam dolduracak bir etkinlik yapmak için müthiş bir potansiyel taşıyordu ama yine aynı şey, üstelik bu kez bir valinin “bu işi çok para harcamadan yapalım” demesi yüzünden iyice ucuzcu bir kafayla girişilmiş ve çökmüş bir festival deneyimi yaşattı. Festivalde çalışan insanların emeğinin üzerine yatıldı ki bu en fenası!

Yarışan filmlere gelelim. Ülkemizde her yıl 100’den fazla film üretiliyor artık ama film festivallerinde hep aynı 20 film yarışıyor. 2016’da Adana’da izlediğim Koca Dünya’yı daha kaç festivalde izleyeceğim diye merak ediyorum? Kültür bakanlığı desteğiyle çekilen filmler yine kültür bakanlığından gelen desteklerle kotarılan festivallerde gösteriliyor. Jüriler her yıl daha da saçma kararlara imza atıyor çünkü öyle dar bir elbise giyiyor ki bu ülkenin sinema sektörü; bakıyorsunuz İstanbul’da yarışan sinemacı 1 hafta sonra Ankara’da jüri başkanı… Tarihe not düşmek gerek; dünyanın hiçbir ülkesinde filmografisi 3 filmden ibaret olan ve son filmini neredeyse 10 yıl önce çekip akabinde sinemaya sırt dönen ve yeteneklerini ucuz TV dizilerinde harcayan sinemacılara jüri başkanlığı emanet edilmez! Edilirse ne olur? Mecburen de olsa televizyon dünyasındaki “yandaş” ilişkileri gözeten bu “biraderler” Kaygı gibi son 1o yılın en cesur sinema örneği dururken festivalin en az izlenen filmine verirler büyük ödülü! Bir kez daha geçmiş olsun Türk sineması…

Uzun lafın kısası; başına istediğiniz şehrin ismini koyun, dönüp dolaşıp İstanbul Film Festivali’nin bir varyasyonuna sahip olacaksınız. Sinemayı bu kadar dar bir pencereden değerlendirenlerin hiç sorgulanamıyor olması da enteresan ama köşeler tutulmuş. Kendini sinema yazarı olarak tanıtan ama festival danışmanlığından başka bir şey yapmayanlar bir yolunu bulup nüfuz ediyor o festivalin bünyesine… Elbette önce festivalin bütçesini tartıyorlar, öyle her balığa olta atan tipler değil bunlar. Hepsi usta birer kılıç balığı avcısı…

Tematik bazı küçük festivaller elbette mevcut ve sanırım biz sinema yazarları tarafından asıl desteklenmesi gerekenler onlar. Gençlerin yaptığı kısa film festivalleri var, onlardaki enerji bambaşka. Bu, biraz da bizim sırtımızdan önem kazanan suntadan festival organizasyonlarına prim vermek yerine, tamamen o frekansa sabitlenmek lazım. Protokole Türkan Şoray’ı oturtup ona hitap ederek “bakın ne kadar da sanata düşkünüz” diye hava atan taşranın belediye başkanlarına, anahtar teslim satılan festivaller sinemaya fayda sağlamıyor, çok şey götürdüğü de bir gerçek! İstanbul’dan festival fikri, panelist, basın konuğu getirmek, festivalin yapıldığı şehirden seyirci götürmekten daha kolaysa var orada bir yanlış!

Bu konuda bir tek Adana Film Festivali’ni tenzih ederim. Altın Koza’nın seyircisi muhteşem! Yılmaz Güney’in ruhunu şad ettiler her festival sezonunda… O festival de şimdi bambaşka bir ekibe emanet edildi. Bakalım neler olacak?

İşte adından başka her şeyi aynı olan, her yıl trilyonlarca lira harcayarak yapılan ama attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmeyen festivallerimizin fotoğrafı. Yine kalemimden kan damladıysa kusura bakmayın. En sevdiğim filmlerden birinin Jeff Bridges’in muhteşem performansıyla şahlanan “Fearless” olduğunu hiç söylemiş miydim?

murattolga@gmail.com – Twitter: @murattolga

2005 yılında "Öteki Sinema" sitesini açtı. Rahmetli sinema yazarı Metin Demirhan ve Ali Murat Güven’in verdiği güçlü destekle başlayan bu kişisel macera şimdilerde Türk sinema bloglarının amiral gemisi haline geldi. Murat Tolga Şen, Sinema yazarlığı ve blogculuğuna önem vermeye devam ederek katıldığı platformlarda sinemanın farklı taraflarını konuşmaya devam etti. Blogculuktan profesyonel sinema yazarlığına geçişi ise 2010 başlarında sinema sitesi Beyazperde kadrosuna katılmasıyla oldu. Ayrıca online sinema dergisi Cinedergi, Fotografya, Gölge, Yeni Harman, Modern Zamanlar, Film Arası gibi yayınlara da katkı sağlıyor. 2012 Ocak ayından bu yana Medyaradar sitesinin sinema ve televizyon yazıları da yine Murat Tolga Şen’in kaleminden çıkma.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.