3 Ağustos 1974’te Avustralya’da doğan yönetmen Justin Kurzel, 2005’te 6 dakikalık Blue Tongue adlı kısa filmiyle dikkat çektikten tam 6 yıl sonra 2011’de ilk uzun metrajı Snowtown’a imza attı. Oldukça sert, kanlı, sinir bozucu ve tartışmalı bir seri katil filmine imza attıktan sonra dikkatleri üzerine çeken Kurzel, önce Macbeth, ardından Assassin’s Creed filmleriyle Hollywood dünyasının içine giren vizyon sahibi bir yönetmen olacaktı. Son iki filminde de Michael Fassbender ve Marion Cotillard’la birlikte çalışan Kurzel, kendi gibi Avustralyalı olan ve The Babadook filmiyle çıkış yapan oyuncu eşi Essie Davis’le de Assassin’s Creed’te beraber çalıştı. Kurzel, ayrıca üç filminde de görüntü yönetmeni Adam Arkapaw ve müzisyen kardeşi Jed Kurzel ile çalışarak biçimi ön plana çıkaran sinemasında takım oyununu devam ettirdi.

Video oyun hayranlarının yıllardır merakla bekledikleri Assassin’s Creed’in film uyarlaması 23 Aralık 2016’da ülkemizde vizyona girdi. Dünya çapında genel olarak olumsuz eleştiriler alan film, beyazperdede hem hayranlarını hem eleştirmenlerini tatmin edemeyen oyun uyarlamalarına yeni bir halka olarak eklenmiş gözüküyor. Gelin, Kurzel’in tüm filmografisine beraber göz atalım.

Snowtown (2011)

Avustralya’nın Snowtown kasabasında 1992-1999 yılları arasında işlenen ve tarihe “Bodies in Barrels” ya da “Snowtown Murders” olarak geçen seri cinayetleri konu alan film, yalın ve soğukkanlı bir şekilde içerdiği şiddet ve vahşet sahneleriyle ses getirmişti. Kurbanlarını pedofili ve eşcinsellerden seçen seri katil John Bunting’in baba figürü eksikliği çeken, cinsel tacize ve tecavüz girişimine uğrayan 16 yaşındaki Jamie Vlassakis’in aklını manipüle ederek onu cinayetlere ortak edişini işlerken ses ve imge kullanımıyla tedirgin edici bir gerçeklik hissi yaratıyordu. Kurzel, 2 milyon dolar bütçeyle kotardığı ilk filminde ilk defa oyunculuk yapan ve yüz olarak Heath Ledger’ı andıran Lucas Pittaway’i sinemaya kazandırırken Cannes’da “FIPRESCI özel ödülü” başta olmak üzere toplamda 22 ödül kazanarak dikkatleri üzerine çeken bir çıkış yaptı.

 

Macbeth (2015)

Justin Kurzel’in Hollywood’a ve yüksek bütçeli filmlere geçecek kariyerinin ilk alıştırması olan Macbeth, esasında sadece 15 milyon dolar bütçeye sahipti ve 68. Cannes Film Festivali’nin ana yarışma filmleri arasında yer aldı. Yeni Macbeth, senaryo açısından Orson Welles’in 1948 tarihli klasik uyarlamasına daha sadık olmakla birlikte biçimsel olarak Roman Polanski’nin 1971 yapımı kanlı ve ürpertici yorumunun peşinden gidiyordu. Görüntü yönetmeni Adam Arkapaw’ın sinematografik bir şova döndürdüğü görsel tercihleriyle ve Chris Dickens’ın izleyiciye nefes aldırmayan kurgu stiliyle öne çıkan film kuşkusuz en iyi Macbeth uyarlaması olmasa da görsel açıdan en cezbedicisiydi. Snowtown gibi sert ve ses getiren bir filmle kariyerine başlayan Kurzel’in en karanlık Macbeth uyarlamasına imza atması şaşırtıcı bir durum değildi. Bunun üzerine filmin kurgusu da seyirciyi tamamen filmin içerisine hapsederek ve nefes alması bile engellenecek şekilde kurulunca kasvetli ve izleyiciyi zorlayıcı bir atmosfer ortaya çıkıyordu. Michael Fassbender, Macbeth’in dönüşümünü, hırslarını, delirmişliğini oldukça inandırıcı ve izleyiciye hissettirecek bir yoğunlukta vermeyi başarırken, Marion Cotillard’ın Lady Macbeth performansı yetersiz ve edilgen kalıyordu.

 

Assassin’s Creed (2016)

Macbeth’in vizyoner başarısının ardından blockbuster filmler arenasına geçiş yapan Kurzel, Ubisoft’un popüler aksiyon / macera video oyunu serisi Assassin’s Creed’i 130 milyon dolar bütçeyle ve yine Fassbender ve Cotillard birlikteliğiyle beyazperdeye aktarıyor. Assassin’s Creed oyunlarında bir ameliyat masası şeklinde tasvir edilen ve karakterin içindeyken baygın halde olduğu “Animus”, filmde güncellenerek daha aksiyonel bir tasarım halini alıp Real Steel’de robotların içinde senkronize şekilde dövüşen insanları hatırlatıyor. Alternatif tarih kurgusuyla bir nevi Dan Brown uyarlamalarına öykünen film, Da Vinci Şifresi’nde bahsedilen Tapınak Şövalyeleri ile Melekler ve Şeytanlar’da yer alan Haşhaşiler’i karşı karşıya getirerek Robert Langdon’un “Kutsal Kâse” arayışı gibi Callum Lynch’i “Cennet Elması” yolculuğuna çıkarıyor. Görüntü yönetmeni Arkapaw, bilimkurgu kısımlarında mavi, tarihi bölümlerinde ise gri ve sarı tonlara imza atarak Macbeth’teki üç rengi yine kullansa da onun kadar güçlü bir atmosfer yaratamıyor. Gerek 1492’nin İspanya’sında gerekse günümüzdeki Madrid ve Londra sahnelerinde görseller, karanlık ve yoğun bir şekilde sis ya da duman altında kalıyor. Bu durumda 130 milyon dolar bütçeli filmin görsel efektlerinin başarısının gölgelendiğini veya yetersizliğinin üzerinin örtüldüğünü düşünmek mümkün hale geliyor. Aksiyonu ve müzikleriyle sürükleyici bir seyirlik olsa da diğer kısımlarında yavan senaryosuyla göze batan, vizyon sahibi yönetmenini ve görüntü yönetmenini memuriyete düşüren, Fassbender – Cotillard ikilisinin kimyasını yine tutturamayan, iddiasının ve yarattığı beklentinin altında kalan, oyun uyarlamalarının makus talihini değiştiremeyen bir yapım olarak hafızalara geçiyor.

Halil İbrahim Sağlam

20 Temmuz 1989 yılında İstanbul'da doğdu. Sinemayla 16 yaşında ilgilenmeye başladı ve usta Yeşilçam yönetmenlerinden ders alarak kendini geliştirdi. Kısa metraj filmler yönetti ve senaryolarını yazdı. İstanbul Arel Üniversitesi’nin ve Erciyes Üniversitesi’nin “Sinema ve Televizyon” bölümlerinden mezun oldu. 2011’den bu yana sinema yazarlığı yapıyor. Güney Kore sinemasına ve polisiye romanlara özel bir ilgisi var. İlk uzun metrajlı filmini çekebilmek ve polisiye türündeki ilk romanını yayımlatabilmek için çalışmalarını sürdürüyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.