2016’nın En İyi Festival Filmleri… Yılın yurtiçi festivallerinde yarışan en iyi filmlerini listeledim… Bakalım beğenecek misiniz, keyifli okumalar!

 Kasap Havası

 Toplumsal normlar, mahalle baskısı, kadın algısı ve bunca kuralın içinde birlikte olmaya çalışan iki karakter… Evet, Kasap Havası genç adam ve ondan yaşça büyük “kötü” kadını bir araya getiren öyküsüyle daha önce izlediğimiz pek çok filme benziyor; fakat İnanç Konukçu ve Şenay Gürler yarattıkları karakterlerle, Çiğdem Sezin ise köşesine kıyısına eklediği mesajlarıyla Kasap Havası’nı, muadillerinin ötesine taşıyor. Pür bir Yeşilçam nostaljisi, dikkat edilmesi gereken bir ilk yönetmenlik denemesi…

 Rauf

 Bir çocuğun gözünden Türkiye’nin doğusunda yaşananlara tanıklık edebilir, acılara ortak olabilirsiniz. Ve bunu, kuvvetle muhtemel politik, yer yer popülizme kayan bir anlatım diliyle izlersiniz. Fakat Rauf bu tuzağa düşmeden meramını anlatan, acısını gözünüze sokmadan paylaşan, derdi salt sinema olan filmlerden… Naif anlatımını göz kamaştıran bir görüntü yönetmenliğiyle katmerleyip seyircisinin önüne koyanlardan… Hikâyeyi bir kenara bırakıp, etkileyici birkaç görüntüyü arka arkaya kurgulayınca film yapıldığını düşünenlere de sağlam bir ders veriyor.

 Rüya

Derviş Zaim, Anadolu mitlerini, ülke meseleleriyle birleştiren hikâyesi ve kendine özgü tarzıyla yine farklılaşmayı başarıyor. Rüya, mimar bir kadının tasarladığı cami projesi üzerinden yedi uyuyanlar öyküsünü anlatırken, kentleşme problemlerine değinmeyi ihmal etmiyor. Durağan yaqpısına rağmen meselesiyle öne çıkan filmlerden…

 Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta Çektiğim Filmde Kar Romanı da Var

Rıza Sönmez Kars’ın kimliğini oluşturan şeylerin peşine tıpkı filmde gösterdiği kazın peşine düşen çocuk gibi düşüyor. Orhan Pamuk’un Kars şehriyle romanı üzerinden kurduğu ilişkiyi anlatma biçimi fevkalade. Kültürün ve folklorun direnirken bizim değerlerimize sahip çıkmayışlığımızı ise buruk bir finalde seyircinin yüzüne fırlatıyor. Yılın en naif ve başarılı döküdrama (kurmaca belgesel) çalışması.

Kalandar Soğuğu

Yönetmeni Mustafa Kara tarafından beş yılda ilmek ilmek dokunmuş, yansıttığı coğrafyayı özümsemiş, el emeği göz nuru bir film; Kalandar Soğuğu… Doğanın insana, insanın doğaya yaklaşımı üzerine yaptığı sarsıcı gözlemleri, muhteşem kareler eşliğinde sunan yapımın tek sıkıntısı ise yer yer hikâyesinin önüne geçen yorgun anlatım dili…

Albüm

Mehmet Can Mertoğlu, ilk filmini çeken bir yönetmenden beklenmeyecek ölçüde olgun bir sinema diliyle karşımıza çıkıyor ve kamerasını Anadolu’nun orta sınıfına çeviriyor. Çocuk sahibi olamayan bir çiftin evlat edinme meselesi üzerinden topluma ve genel ahlaka dair çarpıcı tespitlerde bulunan ve bunu ustalıklı bir mizahla yapan Albüm, Şebnem Bozoklu ile Murat Kılıç’ın performanslarıyla da övgüyü hak ediyor.

Rüzgârda Salınan Nilüfer

Rüzgârda Salınan Nilüfer de tıpkı Albüm gibi, eleştirdiği ya da yorumladığı sınıfı dışarıdan değil; o sınıfın bağrından kopup gelen bir dille anlatıyor ve bu sayede başarıya ulaşıyor. Seren Yüce, Çoğunluk’tan altı yıl sonra çektiği filmiyle giderek daha yetkin bir sinemacı olacağını kanıtlıyor. Rüzgârda Salınan Nilüfer, oyuncularının kusursuz performanslarının bile önüne geçecek derece etkileyici üst-orta sınıf portresi çiziyor.

Tereddüt

Erkek egemen bir toplum ve kadın olmanın dayanılmaz ağırlığı… Yeşim Ustaoğlu, toplumun farklı kesimlerinden ve kültürlerinden gelen iki kadının hayatını en cesur haliyle ekrana yansıtıyor ve karakterlerinin yaşadıkları kadar çarpıcı bir film koyuyor önümüze… Tek eleştirim, böylesine güçlü bir filmin, kendisi kadar güçlü bir finali hak ettiği yönünde fakat yine de etkisinden bir şey kaybetmediğini de söylemek gerek.

Babamın Kanatları

Ve nihayet sinemamızda az rastlanır hale gelen iş sınıfı olgusuna dair gerçekçi bir yorum… Hikâye anlatımında büyük trajediler yaratmanın illa adam kaçırma, mafyaya bulaşma vb. durumlardan ibaret olmadığını, sıradan bir insanın hayatının da sırf o sıradanlığın getirdiği çaresizlik içerisinde kahredici bir hikayeye dönüştürebileceğinin en güzel örneklerinden… Kıvanç Sezer, ilk filmiyle beklentileri çok ama çok yükseğe taşıyor.

Koca Dünya

Koca Dünya… İki küçük çocuğu içine sığdıramayan koskoca dünya… Kucaklayamayan, anne-babadan bile mahrum bırakan, o kutsal medeniyetine kabul edemeyen dünya… Reha Erdem, bu kez yalnızca o meşhur sembolik anlatımıyla değil, midenize oturacak öyküsüyle, kulaklarınızdan gitmeyecek melodisiyle ve hafızalarınıza kazınacak planlarıyla bir şahesere imza atıyor. Yılın en görkemli işlerinden…

Başak Bıçak- basakbicak@gmail.com

1987, İzmir doğumlu… Sinemayla olan aşkı henüz ilkokuldayken gittiği Aslan Kral filmiyle başladı. Öylesine sevmişti ki bu filmi, yıllar sonra tekrar izlediğinde kaybettiği bir oyuncağını bulmuş gibi mutlu oldu. Lisede okuduğu Fransız koleji ise her şeyin başlangıcı oldu. Dans tutkusunun sadece halk oyunlarıyla sınırlı olmadığını anlayıp o günden bugüne hep dans etti, bu sayede bir çok ülke gezdi, hala da dans ediyor. Üniversitede Tarih bölümüne girerek yaşam enerjisiyle hiç ilgisi olmayan bir meslek tercih etti. Bir de üzerine Avrupa Tarihi Yüksek Lisansı yaptı ki hayatın ne kadar çekilmez olur görebilsin diye… Bunların üzerine tarihi çok sevdiğini söylemek biraz tuhaf olur sanırım, ama gerçekten seviyor. Üniversitede tarihe gömüldüğü zamanlarda, yüksek lisansta da tezini bitirmeye çalıştığı şu günlerde sinema her zaman onun için kaçış noktası oldu. Bitmek bilmeyen izlenmesi gereken filmler listesiyle uğraşırken tezini ihmal etti ama bu sayede Öteki Sinema’da yazarlığa ilk adımımı attı. Ve sinema yazarlığının onu ifade eden en güzel yollardan biri olduğunu keşfetti. Tarih, dans ve sinema tutkusuna bir de şarap sevgisini ekledi ve sanırım bu gidişle yine bambaşka bir iş yapacak. Hayat onu sürprizleriyle karşılarken, o da tutkularına yenilerini eklemeye kararlı…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.