SAMSUNG CAMERA PICTURES

Asghar Farhadi, 3. Antalya Film Formu kapsamındaki ustalık sınıfında kendi sinema yolunu anlattı.

SAMSUNG CAMERA PICTURES

Ally Hakkında, Bir Ayrılık, Geçmiş filmleri ile tanıdığımız Oscar ödüllü Asghar Farhadi’ye 53. Antalya Film Festivali’nce “Yaşam Boyu Başarı Ödülü” verildi. 3. Antalya Film Forum kapsamındaki ustalık sınıfı ve son filmi “Satıcı” ile izleyenleriyle buluşan Farhadi, kendi sinema yolunu anlattı.

Antalya Film Forumu katılımcıları olarak aynı otelde kaldığımızdan sabah kahvaltıları da ayrı bir buluşma noktasıydı. Ustalık sınıfının ardından kahvaltıda kısacık bir sohbet imkânı buldum usta yönetmenle ve sordum: “Senaristlik mi, yönetmenlik mi ağır basıyor?” Gülümsedi ve “önce senaristim sonra yönetmenim. Yazarken tek başımayım, anlatmak istediğim hikâyeyi, enerjimi  kâğıda döküyorum” şeklinde yanıtladı. O’da bana, söyleşisindeki tercümenin nasıl olduğunu sordu. Benim için iyiydi. Çünkü ben Farsça’dan Türkçe’ye çevirisini dinlemiştim. Diğer konuklar içinse Farsça’dan İngilizce’ye çevri vardı. Konuşmasından sonra bazı gençlerin “bize çok önemli sırlar verdiniz” diyerek kendisini şaşırttığını belirtti ve kimseye herhangi bir ‘sır’ vermediğinin altını çizdi. “Sanırım verdiğiniz ipuçları İngilizce ‘secret’  yani ‘sır’ olarak çevrilmiş olabilir ya da gençler böyle anlamış ve ifade etmiş olabilir” dedim. Oysa konuşmasına: “Burada kişisel deneyimlerimi paylaşacağım. Bana göre her sinemacının kendi yolu vardır. Söylediklerim mutlak değildir. Bunları kabul etmek zorunda değilsiniz” sözleriyle başlamıştı.

 

Ustalık sınıfından izlenimlerim ve notlarıma gelince: 

İngilizce bildiği, salonda spontane tercüme olduğu halde yanında çevirmeni ile sahneye çıkması ve cümle cümle çeviri tercih etmesi önemli bir duruş ve duyuş örneği bana göre. Böylece hem ana dilinde kendini daha iyi ifade etme şansını kullanmış hem de dinleyicileriyle bir başka dilin, tınısını, tonunu, zenginliğini paylaşmıştı. Farsça ve Türkçe arasında pek çok benzer kelime olması benim açımdan takibi kolaylaştırıyordu. Bu arada empati olarak çevrilen “hemdert” kelimesi çok hoşuma gitti. Artık ben de kullanacağım sanırım.

Bir belgeselci olarak Farhadi’nin filmlerinde gerçeklikle kurduğu ilişki ve gerçeklikten ne anladığı meselesi oldukça ilgimi çekti.

 

Filmlerimdeki gerçeklik

Bazılarınızı filmlerimdeki drama ve hikâye, bazılarınızı ise gerçeklik cezbediyor olabilir. Mesela Hitchcock filmleri sağlam bir drama üzerine kurulur. Ya da çok gerçekçi olan, belgesele yaklaşan filmler ilginizi çekiyordur, Kiarostami filmleri gibi. Benim için en çekici taraf şu: Ben drama üzerine anlatılan filmleri izlediğimde o karakterlerin gündelik hayatlarını merak etmeye başlarım. Tam tersine çok gerçekçi, belgesele yaklaşan filmler izlediğimde ise onların bir dramı olsun isterim. Yani ikisini birlikte görmek isterim. Aslında ben filmlerimde bu ikisini birleştirmeye çalıştım.

Gerçekliğe neden önem veriyoruz? Gerçeklik nedir? Acaba bizim gündelik hayatımız mı? Gündelik hayat çekici mi? Bir sürü tekrardan oluşuyor bence hayat. Peki öyleyse biz neden gerçekliğe bu kadar önem veriyoruz. Size bir misal vereyim, gerçekliğin ne kadar katmanlı olduğuna dair.

Bir arkadaşınızla çay içmeye gidiyorsunuz. O daha erken gitmiş, siz gecikmişsiniz. Gelince size soruyor: “Susadın mı?” Birden diyor ki: “Gel yerimizi değiştirelim, güneş beni rahatsız ediyor.” Size yola çıkmaktan, başka yerlere gitmekten bahsediyor. Gündelik konuşmalar geçiyor aranızda. Bunlar bizim gündelik hayatlarımızın gerçekleri, sinemaya dönüşecek bir sahne değil gibi. Ama bir sonraki gün o arkadaşınızın öldüğünü düşünün. İşte o zaman, dersiniz ki, “bir gün önce hep yolculuktan, susuzluktan, güneşin kendi rahatsız etmesinden bahsediyordu.”  Bütün algı değişir. İşte bu gerçekliktir. Gerçeklikte bir sürü böyle işaret var ve biz bunların önemi olmadığını düşünüyoruz. Ben bunları önemsiyorum. Karakterlerime öyle bir yaklaşıyorum ki insanlar gündelik ve geniş hayatlarını merak ediyorlar.

Filmlerinde sıklıkla kullandığı semboller ve işaretler

Bir sembol, bir de işaret kelimesi vardır. Sembolün arkasında bir anlam vardır. Örneğin beyaz güvercin pek çok kültürlerde “özgürlük” anlamını taşır. Semboller hep anlaşma ile yapılmıştır. Ayrı kültürlerde ayrı anlamlar taşır. Sarı rengi benim kültürümde “şüphe” anlamına gelir. Taziye adındaki oyunumuzda şüphe içindeki karakterler hep sarı giyer.Filmlerimde evlerin rengi genellikle sarıdır, içinde sarı çok vardır. Çin’de başka bir anlama gelir sarı. Bu sembol kullanımları aslında sınırlamalardan ve sansürden çıkıyor.

İşarete gelince, filmin içinde bir işaret gördüğümüzde bu gerçeklikten kopuk değildir aslında. Bu işaretleri filmin bütününde yan yana koyduğumuzda bir bütün-anlam teşkil eder. Örneğin bizi bir şehirden başka bir şehre götüren yol  işaretleri. Tek tek bizi bir yere götürmüyorlar. Şehir işaretlerinin bütününe bakarak yolumuzu buluyoruz.

Buluştuğunuz arkadaşınızın sözleri tek tek bir işaret hissi vermeyebilir. Ama bir gün sonra öldüğünü öğrendiğinizde, bütün bu konuşmaları yan yana getirdiğinizde ölüme işaret gibidir. Ben de filmlerimde hayata ve gerçeklere böyle yaklaştım. Senaryolarımda bütün bu işaretlerin uyumlu bir şekilde ilerlemesine dikkat ederim.

Yazdığım senaryoya önce sadece gerçeklik içinde bakıyorum. Sonra, bu gerçeklikleri birbirine bağlayacak işaretleri senaryonun içine yerleştiriyorum. Bu işaretleri koyarken, bu filmleri dünyanın neresinde, kim izler diye hiç düşünmüyorum. Yazarken tek düşündüğüm gerçeklikten uzak olmaması.

Bir filmi yaparken, seyircinin yönetmenle aynı işaret yorumlamasına ulaşmasını bekleyemeyiz. Her seyirci farklı okuyabilir. Önemli olan seyircinin bu yola girmesi, bu işaretleri takip edip yorumlaması. Seyirciye ders veren, kendi bakış açısını empoze eden bir yönetmen değilim.

 

 

 

 

Seyircinin beyazperdeyle kurduğu bağ

Günümüzün sinema seyircisi, yönetmenle “göz seviyesinde” bir ilişki kuruyor. Zaten günümüzün yönetmeni, sinemanın başlangıç yıllarının tersine “ders vermek” amacıyla film yapmıyor.

Farklı izleyiciler farklı perspektiflerden izlemek isteyebilir bir filmi. Kimi sosyolojik, kimi siyasal, kimi etik açıdan. Seyirci özgürdür istediği gibi izler filmi. Bütün bakışların doğuş yeri hayattır. Kendi hayatımızda birkaç perspektifi bulundurursak o zaman hayatı anlamaya çalışabiliriz.

Bir film bizi ya üzer, ya sevindirir, ya da her ikisini birden yapar. Ama eğer bu kadarla kalırsa filmi unutursunuz. Eğer bu üzüntü ve sevinç düşünceye dönüşürse film kalıcı olur. Benim bulduğum yol filmin sonunda soru işaretleri bırakmak. Soru işaretleri sizi düşünmeye iter.

Günümüzde filmler farklı ortamlarda seyrediliyor. Benim isteğim, sinema perdesinde ve toplu bir şekilde izlenmesi. Bunun enerjisi başka. Sinemada izlemek bir toplu ayin gibidir. Ama teknolojik değişimin önüne geçemeyiz. Biz yaşadıkça sinema salonları kalır. Biz öldükten sonrasını bilemeyiz.

Anadilinizde yaptığınız filmler kalptendir

Kültürel olarak edebiyat ve şiirden geliyorum. Mevlana, Hafız, Sadi bunların söyledikleri çok katmanlıdır. Bir yönetmen kendi ülkesinde yaptığı filmleri bütün kalbiyle yapar. Ama başka bir ülkede film yapmaya başladığında zekâ da giriyor devreye. Başka kültürlerde film yapmanın farkıdır bu. Bazı izleyiciler daha çok duygu ister ama bazılar da mantığı arar daha çok. Ben her iki seyirci kitlesini de gördüm ve yaşadım. Peki, neden başka ülkelerde film yapıyorum? Daha global olmak için değil. Aslında global olmak için daha yerel olmak lazım. Ben sadece yeni tecrübeler olsun diye yapıyorum. Risk almak istiyorum.

Hikâye ipten bir askıdır

Bazıları filmlerimin açık bir sonu olduğunu düşünür. Benim filmlerimin iki başlangıcı ve bir sonu vardır. Son denilen şey, insanların kaderlerinin değişmesidir. İki başlangıç nedir? Biri filmin ilk dakikalarında gördüğümüz başlangıç. Diğeri de filmin sonunda gördüğümüz başlangıç. Bu açık bir son değildir. Filmin sonunda filmin yeniden zihninizde başladığı andır.

Hikâye çizgisi ipten bir askıdır. Bu ipin bir ucunu bir duvara, diğer ucunu öbür duvara bağlar ve üstüne elbiseleri asarız. Bu ipin başı ve sonu bir noktaya tutturulmazsa elbiseleri asamayız.  Hikâyenizi yazarken kafanızda bir son olsun ve o sona doğru ilerleyin. Belki bu gerçekten kullanacağınız son değildir. Belki değiştireceksiniz ama kalemi her elinize aldığınızda bu sonu düşünün. Son olmadan bir senaryo yazamayız, hikâyeyi bir yere doğru ilerletemeyiz.

 

Yazmak isteyenlere bir önerim var. Anlatmak istediğiniz hikayeyi çevrenizdekilere üç satırda anlatabilin. Ve filmin başı-ortsı-sonu bu üç cümlede olsun. Yazmaya başlayıpta “sonu ne olacak bilmiyorum” diyemezsiniz.

 

 

 

Filmlerimde olaylara/ durumlara ve karakterlere anlatıcı mesafesiyle yaklaşırım. Mezar taşıma bir şey yazılacaksa, karakterlerime mesafe konusunda yazılmalı. Bu mesafeyi hiç kaybetmedim. Peki nasıl?  Ben bütün karakterlerime zaman veriyorum ve onların kendilerini müdafaa etmelerine alan tanıyorum. Bütün film boyunca yanlış davranmış bir karakterim olabilir. Ama yönetmen olarak ona zaman vermeniz gerekir. Bütün karakterlere eşit fırsat vermelisiniz. Benim eşit mesafe dediğim şey o fırsattır. Karakterlerimize, onlarla empati kuracak kadar zaman tanımalıyız.

 

Benim yapmış olduğum bütün filmlerde bütün karakterlerimle, hem dert olunur, empati kurulur. Bu benim ilkem. Eğer siz karakterleri iyi ve kötü diye ayırırsanız seyircinin zihnine güvenmemiş olursunuz. Yönetmen olarak seyirciyi sınırlayamazsanız,iyiyle kötü arasındaki savaştan ziyade bir nokta yaratırsınız. “İyi ile  iyi arasındaki savaşı kim kazanacak?” der seyirci.

 

Kameranın yeri

Kameranın yeri provalarda ortaya çıkıyor. Hiç kamera düşünmeden provaları izliyorum. Yürüyorum, oturuyorum, yaklaşıyorum, uzaklaşıyorum farklı farklı yerlerden bakıyorum. Bu esnada ayaklarımın altına boya sürseniz, en fazla boya izi nerede kalıyorsa kamerayı koyacağım yer orası olurdu. Kendinize güvenin ve provayı nereden seyrettiğinize bakın ve kamerayı oraya koyun. Kameranın duracağı yere kalbimle karar veririm. Bu bir anlamda bilinçaltı, kameranın duracağı yeri kalbim belirliyor.

Normal gözümüzle bakışımız o kadar hareketli değil. Biz hareket ederken ise dolly gibi hareket eden bir sistem var gözümüzde. Hareketli kameranın hayatımızdaki karşılığı önemli. Savaşları ve savaşları anlatan belgeselleri izlemeye başlamamızla, hareketli kameranın gerçekliğine inanmaya başladık. Kamera ne zaman titrese, onun gerçek olduğuna inanıyoruz. Oysa gerçeklikte gözümüz daha çok dolly hareketi gibi bir görüntü sunuyor bize.

Bana göre seyirci kamera ve yönetmeni hissetmemeli. Filmle baş başa kalmalı. Batı sanatında sanatçı kendini göstermeye çalışır. Doğu sanatında ise sanatçı kaybolmaya çalışır, gizler kendini. Batı sanatındaki bir eseri değerlendirirken, yapan kişiden ayrı düşünemezsiniz. Sanatçı o eser ile aranıza girer. Doğu’da böyle değildir. Sanatçı aradan çıkar. Sizi eserle baş başa bırakır.

 

 

Filmlerinde düşük dozda gerilim vererek seyirciyi bir çıkmaza sürükleyen, kimin masum, kimin suçlu olduğunu kişinin kendi vicdanına bırakan, karakterlerin her birini, kendilerini olayın merkezine koymadan en küçük detaylarına kadar işleyen usta yönetmen Asghar Farhadi hem ustalık sınıfındaki paylaşımları hem de son filmi Satıcı ile bir kez daha beni yüksek dozda etkiledi.

 

 

 

 

 

 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV-Sinema mezunu. Aynı alanda, aynı üniversitede Doktora’ya devam ediyor. Profesyonel yaşamı 1992-99 yıları arasında VTR Araştırma Yapım-Yönetim Şirketinde geçer. 1999’dan günümüze TRT İstanbul Televizyonunda prodüktör ve belgesel yönetmeni olarak çalışmaktadır. 1992’den bu yana başta belgesel yapımlar olmak üzere pek çok haber, kültür, reklam ve tanıtım projesine Araştırmacı, Prodüktör, Yönetmen, Editör ve Danışman olarak imza atar. Dönüşüm, Fan-Atik, Şehir İnsanları, Alamnya Alamanya, Multikulti Haberler belgesellerinden bazılarıdır. PRİX Europa, Al Jazeera, Altın Portakal, Malatya, Oscar Türkiye Seçici Jürisi gibi bir birçok ulusal ve uluslararası film festivalinde jüri üyesi olur, ödüller alır. İ.Ü. Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu, Radyo-TV Yayıncılığı Bölümünde ders verir (2001-02). Avrupa Konseyinin “ayrımcılığa karşı sesini yükselt” kampanyasında uzman olarak yer alır (2010). Avrupa Konseyi, TRT ve Bahçeşehir Üniversitesi tarafından düzenlenen Avrupa Medya Buluşmasının koordinatörlüğünü yapar (2010). Güneydoğu Avrupa Yayın Birliği (SEE PMS), Ortak Yapımlar Grubunda editör olarak bulunur (2011-2013) Avrupa Yayın Birliği(EBU) Kültürlerarası ve Çeşitlilik Grubunda bir sezon başkanlık yapan Korver (2011-13) 8 yıl oyunca bu grupta prodüktör, yönetmen ve editör olarak çalışır. Bazı kitap ve dergilerde makaleleri, denemeleri ve röportajları yayınlanır. Bir sezon başkanlığını da yaptığı Belgesel Sinemacılar Birliğinin kurucu ve aktif üyelerindendir. Festivallerde ve üniversitelerde Belgesel Sinema Atölyeleri yapmaktadır. Gazeteciler Cemiyeti üyesidir. Neyyse (www.neyyse.com) adlı bloğunda ve Cinedergi'de belgeselci adlı köşesinde (www.cinedergi.com) yazmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.