Matt Damon ve Paul Greengrass ortaklığıyla Jason Bourne’un geri dönmesi şerefine serinin tüm filmlerine genel bir bakış.

Eserleri 210 milyon adetten fazla basılan ve 32’den fazla dile çevrilen casusluk romanları yazarı Robert Ludlum’un en ünlü romanı olan Jason Bourne serisi ilk olarak 1988’de 2 bölümlük bir mini-seri olarak Tv ekranlarına gelmişti ve hafızasını kaybeden ajan Bourne, Richard Chamberlain tarafından canlandırılmıştı.

Bourne’un dünya çapında bir fenomen haline gelmesi ise kuşkusuz 2002’de başlayan serinin ilk ayağı The Bourne Identity ile gerçekleşti. 2001’de Robert Ludlum’un hayatını kaybetmesinin ardından Ludlum Vakfı serinin filmleştirilmesi kararını aldı ve Matt Damon’la ölümsüzleşecek olan seri hayatımıza girmiş oldu. Aksiyon dolu bir casus gerilimi için yönetmenlik koltuğuna Getting In (1994), Swinger (1996) ve Go (1999) gibi düşük bütçeli bağımsız komedi filmlerinin yönetmeni Doug Liman’ın oturması ilginç bir karar olsa da Liman romanın ruhunu anlayan yönetimi ve aksiyon-gerilim sahnelerindeki başarısıyla kendini kanıtladı. Öyle ki, Liman bu filmden sonra “bağımsız yönetmen” hüviyetini tamamen kaybederek Mr. And Mrs. Smith (2005), Jumper (2008), Edge of Tomorrow (2014) gibi blockbuster filmlerinin yönetmeni oldu, çıktı.

Marsilya yakınlarında bir balıkçı teknesi tarafından denizde bulunan, hafızasını kaybetmiş ajan Bourne ile izleyiciyi tanıştıran Geçmişi Olmayan Adam, Bourne’un belleği üzerine kurulu bir bulmacaya ve tanıştığı Marie ile gelişen aşk hikayesine odaklanıyordu. Ülke ülke dolaşarak geçmişini arayan, peşine taktığı CIA’dan kaçarken onlara tek başına kafa tutan, dövüş konusunda oldukça yetenekli, zekasıyla hayranlık uyandıran Bourne’u şüphesiz bir süper-kahramandan ziyade üst güçler tarafından gözden çıkarılmış, kimliği iyice belirsizleştirilmiş, gidecek bir evi olmayan, sürekli kaçmak zorunda kalan, mağdur bir ajan olması farklı kıldı. 60 milyon dolar bütçeli film gişede 214 milyon dolar hasılat elde etti.

Liman’ın iyi bir giriş filmine imza atmasından ziyade Bourne serisi esas kimliğini ve dünyasını ise Paul Greengrass yönetimindeki devam filmlerinde buldu. İngiliz yönetmen Greengrass, 2002’de Bloody Sunday filmiyle yakaladığı başarının ardından The Bourne Supremacy’i yöneterek Hollywood’a geçişini yaptı. Greengrass’ın Bourne serisinde aksiyon türünde çıtayı en yükseğe koymasının ve Bourne’un sonraki ajan filmlerinde bir model olarak alınmasının önemi çok büyük, zira İngiltere’den gelen yönetmen neredeyse baştan sona hareketli kamera ve soluksuz aksiyona dayanan yönetmenlik anlayışını Hollywood’un stüdyo sistemine sızdırarak cesur bir girişimde bulundu. Öyle ki, bol bol kesmelere dayanan bir kurgu anlayışı ve sürekli sağdan sola savrulan bir kameranın yarattığı grenli görüntüler eşliğinde aksiyon oldukça gerçekçi bir stil olmasına rağmen önceleri hem izleyici hem eleştirmenler nezdinde takip edilmesi zor, baş döndürücü ve yer yer mide bulandırıcı olduğu gerekçesiyle eleştirilmişti. Lakin, bu yönetmenlik stili Bourne’nun dokusuyla özdeşleşip güçlü bir gerçeklik hissiyatı yaratınca sonraki çoğu ajan filmlerinde ya da politik gerilimlerde model olarak alınmaya başlandı.

İkinci film Medusa Darbesi ile birlikte Bourne’un kimlik arayışı flashback sahneleri eşliğinde devam ederken seriye yeni katılan Joan Allen ve Julia Stiles’ın katkılarıyla karakterler arası ilişkilerin daha çetrefilleştiği bir senaryoya tanık olduk. Greengrass, aksiyonu ve gerilimi üst seviyede yakalarken Putin Rusya’sına dair güncel politik göndermeler filmin “politik gerilim” tabanını güçlendiriyordu. İlk filmde Bourne’u öldürmesi için Clive Owen tarafından canlandırılan tetikçi karakter güçlü bir gerilim yaratsa da aksiyon sekansı açısından fazla bir şey vaat etmiyordu. İkinci filmde ise Karl Urban tarafından canlandırılan tetikçi karakteri özellikle giriş – sonuç bağlantılı bir intikam hikayesi tabanı içermesi açısından kuvvetli bir düşmandı. Bourne’un sevgilisi Marie’nin ölmesine neden olan karakterin oldukça etkili bir arabayla kovalamaca sekansının ardından nalları dikmesi ise kuşkusuz hepimizde güçlü bir katharsis hissiyatı yarattı. 75 milyon dolar bütçeli filmin gişe hasılatı da 288 milyon dolara çıktı.

Üçlemenin son filmi olan The Bourne Ultimatum (2007) ise filmin teknik anlamda zirveye çıktığı bir ustalık gösterisi olarak ölümsüzleşti. Bourne serisinin olmazsa olmazlarından kuşbakışı çekilen şehir görüntüleri üç filmin de görüntü yönetmeni olan Oliver Wood’un kamerasıyla her zamankinden daha mükemmeldi, Christopher Rouse’un bir saniye olsun sarkmayan hızlı ve oldukça zor kurgu çalışması zirve yaptı, Paul Greengrass filmin her alanına hakim yönetmenliğiyle kariyer zirvesi yaptı, üç filmin de usta bestecisi John Powell yaylı çalgıların ağırlıkta olduğu orkestra çalışmasıyla filmin tansiyonunu adeta üçe katladı. Son Ültimatom’un bu teknik anlamdaki kusursuzluğu Oscar ve BAFTA Ödülleri’nde “En İyi Kurgu” ve “En iyi Ses Kurgusu – Miksajı” dallarında ödüllendirildi.

Son Ültimatom’da yan rollerde ikinci filmde olduğu gibi Joan Allen ve Julia Stiles yine filmin kadın oyuncu kontenjanını başarıyla doldururken, Noah Vosen rolünde usta oyuncu David Strathairn bölümün en çok öne çıkan ismiydi. Damon’u öldürmesi için görevlendirilen tetikçi kontenjanında ise bu sefer Joey Ansah vardı. Damon ve Ansah arasında Fas’ta geçen sert dövüş sekansı ise adeta parmak ısıttırdı. Bourne’un oldukça sert, gerçekçi, dayak atmasına rağmen bir sürü de dayak yiyen, ağzı yüzü kan revan içinde dövüş sahneleri kuşkusuz Daniel Craig’le yeni bir döneme başlayan James Bond serisini de etkilemişti ve 2006’daki Casino Royale ile beraber aksiyon sekanslarında bu stil model alındı. Bütçenin 110 milyon dolara kadar çıktığı son film gişede 442 milyon dolar hasılat yaparak gişede de seri içinde zirveye yerleşti.

Bourne üçlemesi 2007’de Son Ültimatom ile sona ermesine rağmen 2012’de The Bourne Legacy adıyla yeni bir seriye başlandı. Ludlum’un romanları Son Ültimatom ile beraber sona ermişti fakat ölümünden sonra yazar arkadaşı Eric Van Lustbader tarafından tam 10 roman “Bourne Legacy (2004), Bourne Betrayal (2007), Bourne Sanction (2008), Bourne Deception (2009), Bourne Objective (2010), Bourne Dominion (2011), Bourne Imperative (2012), Bourne Retribution (2013), Bourne Ascendancy (2014), Bourne Enigma (2016)” yazıldı.

Damon ve Greengrass’ın serinin devamına sıcak bakmaması üzerine önceki üç Bourne filminin senaristi Tony Gilroy ile The Bourne Legacy’i hem yazıp hem yönetmesi konusunda anlaşıldı. Jason Bourne’un isim olarak varlığının devam ettiği ama ana karakterin Alex Cross olduğu farklı bir Bourne filmi olan Legacy’de Cross’u Jeremy Renner canlandırdı. Karışık eleştiriler alan ama genelde izleyicinin pek tatmin olmadığı filmde Matt Damon – Paul Greengrass ikilisinin, kurgucu Chritopher Rouse ve görüntü yönetmeni Oliver Wood’un yokluğu her yönden hissediliyordu. Renner’ı yeni bir Bourne olarak kabul etmek zordu ve Tony Gilroy her ne kadar 2000 sonrasının en iyi filmlerinden Michael Clayton (2007)’ın yönetmeni olsa da aksiyon konusunda Greengrass kadar yetenekli değildi. İlk yarım saatinde dağ sahnelerinde çok uzun vakit geçiren film, esas olaya da anca ilk 1 saatten sonra giriş yapınca tempo konusunda sorunlar yaşıyordu. Buna rağmen filmin finaline doğru olan motorsikletli aksiyon sekansı genel olarak Bourne serisinin en iyi çekilmiş sahnelerinden biriydi. 125 milyon dolar bütçeyle serinin en pahalı filmi olan Legacy gişede Son Ültimatom’dan epey, Medusa Darbesi’nden ise biraz az hasılat (276 milyon dolar) elde ederek beklentilerin altında kaldı.

3 yıl sonra Damon ve Greengrass’ın seriye geri dönmeye sıcak bakması üzerine yeni “Jason Bourne” filminin hazırlıklarına başlandı. Önceki 4 filmin senaristi ve son filmin yönetmeni Gilroy seriden ayrıldı, Greengrass yönetmenliğin yanı sıra senaryoyu da serinin kurgucusu Rouse ile beraber kaleme aldı. John Powell yine filmin müziklerini yaparken, görüntü yönetimine Greengrass’ın United 93, Green Zone ve Captain Phillips filmlerinde beraber çalıştığı hareketli kamera virtözü Barry Ackroyd geldi. 120 milyon dolar bütçeyle çekilen filmde Damon’ın haricinde önceki serilerinden sadece Julia Stiles yer alırken, yeni kadroya son zamanların popüler oyuncusu Alicia Vikander, usta aktör Tommy Lee Jones ve Fransız oyuncu Vincent Cassell eklendi. 29 Temmuz 2016’da vizyona girecek olan bu yeni filmle beraber her zamankinden güçlü bir şekilde Bourne efsanesinin yeniden doğuşuna tanık olmak en büyük dileğimiz.

Halil İbrahim Sağlam

20 Temmuz 1989 yılında İstanbul'da doğdu. Sinemayla 16 yaşında ilgilenmeye başladı ve usta Yeşilçam yönetmenlerinden ders alarak kendini geliştirdi. Kısa metraj filmler yönetti ve senaryolarını yazdı. İstanbul Arel Üniversitesi’nin ve Erciyes Üniversitesi’nin “Sinema ve Televizyon” bölümlerinden mezun oldu. 2011’den bu yana sinema yazarlığı yapıyor. Güney Kore sinemasına ve polisiye romanlara özel bir ilgisi var. İlk uzun metrajlı filmini çekebilmek ve polisiye türündeki ilk romanını yayımlatabilmek için çalışmalarını sürdürüyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.