Senem Tüzen’le yıllar evvel karşılaştığımda bir senaryo yazıyorum film çekeceğim demişti, tabii Anayurdu gibi bir film yazdığını bilmiyordum. Geçen yıl konuksuz yapılan Adana Altın Koza’da En İyi senaryo ve SİYAD ödülünü kazanan Anayurdu’nu çok merak ediyordum ve bu sene İstanbul Film Festivali’ne kadar izlemek mümkün olmadı bir şekilde! İzlediğimde duygu, tavır, atmosfer, akış ve yaratılan motivasyonu çok beğendim ve hemen Senem Tüzen’le röportaj yapmak istedim. Senem’le uzun uzun konuştuk ve ortaya bu röportaj çıktı… İyi okumalar

İlk sorum biraz ilginç olacak, kızın iç çamaşırını dışarı asma halini tahmin ediyoruz ama biraz da sizden duyalım istedik!…

Evet ben bir ara onu afiş yapmayı düşündüm. Hatırlarsan donun üstünde bir yazma var başta. Nesrin aslında annesinin tedrisatından geçmiş, donunu dışarıya açık bir şekilde asamayacağının farkında. Annesinin geleceğini öğreniyor, donu içeri götürecekken bocalıyor. Aslında orada annesi ve kendisiyle ilgili temel çatışmanın nüvesi var. Sonra açıktan asıyor ve annesi o pası alıyor hemen.

Güzeldi o ikilem hali. Şimdi hikayenin ta başına dönersek böyle bir anne kız hikayesi nasıl çıktı? Hayatından izleri var mı. Aslında taşrada büyümüş birisi için tanıdık ama sen onu farklı ve gerilimli anlatmayı tercih etmişsin bir hayli.

Hayatımdan izler tabii ki var olmaması mümkün değil… Eğer maddi bir yerden okumuyorsan film yapmayı o zaman yaptığın her film seninle ilgili oluyor. Aslında ben başta komedi filmi yapmak istedim. Kendinden çok emin bir erkek yazar, sakallını sıvazlayarak köye giriyor. Boş eve kapanacak ve orada roman yazacak. Ama annesi geliyor ve onun tüm egosunu yerle bir ediyor. Ama ben komediye çok yatkın biri değilim. Bir yandan da anne kız konusu üzerine uzun süredir düşünüyordum. Çünkü her kadının kendini keşfetme, gerçekleştirme yolunun annesinden geçtiğini düşünüyorum. ‘Anne’ içinde kız evlat olmasa bile, başlı başına ilginç bir konu zaten. Doğuran, besleyen, sonsuz veren… Ama aynı zamanda onun karanlık tarafları da var işte. Anne konusu ilginç, anne kız olunca daha ilginç. Biz Türkiye’de iç göç mağduru olduğumuz için, köy kent çatışması işin içine girince daha da ilginç…

Peki ana karakter anne mi kız mı? Kurgularken kim senin için itekleyici oldu?

Başlangıçta yola çıktığımda tam bir objektiflikte yapmak istemiştim filmi, tam ikisinin arasında duran bir yerde. Ama senaryo çalışmaları sırasında bunu yapamayacağımı, çok fazla kız evladın gözünden baktığımı gördüm. Zorlamak yani objektifmiş gibi yapmak yerine, kız evladın pozisyonunu alarak anneye bir süre tanıyıp, Nesrin’in gözünden bir Halise portresi yapmaya karar verdim. Filmde de Halise’yi çok yargılamamalıyız, biz onu Nesrin’in gözlerinden izliyoruz, çıplak bir şekilde bakamıyoruz ona.

Nesrin’i çok düz yani gerçekçi buldum. Ayakları yere basan, ne yaptığını bilen birisi. Anne ise kendi iç ve dış sorunlarını bu kadar abartılı yansıtınca ister istemez tepki çekiyor tabii. Neden bu kadar muhafazakar bir resmetme durumu var mesela bir de! Çok sorulmuştur diye de tahmin ediyorum.

Evetçok soruldu ama biçiminde fark var sanki sorunun. Sonuç olarak bugünün egemen muhafazakar ideolojisi yarının annelerinin evlatlarıyla olan ilişkisini belirleyecek. Anne kız ilişkisi tek başına bırakılsa bile yeterince zor çetrefil bir ilişki, ama anneler üzerinden nesilleri yeniden yapılandırma arzusu işleri daha da karmaşık hale getiriyor.

Yazarken tam da bu bakış açısında mıydın, çünkü yazarken sanki muhafazakarlık üzerinden yaşanan durumlar bu kadar vahim değildi? Biraz öngörü gibi olmuş diyebilir miyiz?

Evet, öngörüye dönüşüyor ama, bu gibi durumlarda temelde yazarın hissiyatı var. Bugün ne oluyorsa bunun hissiyatı on yıl önce toplumda vardı. Bu topraklarda çok şey yaşadık gördük.

Aslında tabii ki her şeyin farkındayız, ilk defa yaşamıyoruz ama taşraya ve taşranın o muhafazakar yapısına ilk defa ve farklı bir bakış açısıyla bakıldığını da söylemek mümkün. İlk defa bu kadar direkt bir bakış görüyorum.

Evet şundan korkuluyor, ben de ondan korktum aslında. Şehirden gelen entel taşrayı eleştiriyor gibi… Ama ben hem şehirli hem köylüyüm. Öyle olmasaydım bile, köy sonuçta, içinde yaşadığımız toplumun çoğunluğuna sirayet etmiş ruhun, ana rengin nüvesi. Türkiye’de ya ekonomik sebeplerden ya savaştan herkes bir şekilde iç göç mağduru olduğu için bu daha da böyle. Köyü inceleyerek, dağılmış halde duran bir yapıya daha konsantre bir şekilde bakabiliyorsun. Ama bizim yine de Nesrin’in gözünden o köye baktığımız unutulmamalı. Nesrin yine de oraya şehirli ve yukarıdan bir yerden giriyor. O yüzden tökezleyip düşüyor. Her nostaljik yüceltme ve gerçekçi kabullenmeyiş aslında bir küçümsemedir.

O zaman Nesrin’e de bir eleştiri var?
Evet, ama buna eleştiri değil de gözlem diyelim. Gerçek bir gözlem, bir durumu aydınlık ve karanlık taraflarıyla bir bütün olarak resmetmeyi ister. İyice baktığımızda Nesrin’in köye gidişinde ayakları yere basmayan bir yön görürüz.Bu kadar oradan olmasına rağmen nasıl bu kadar farkında olmadan gidiyor? Aslında ona da kızamıyorsun, hiç eleştirilecek bir şey yok.

Çünkü Nesrin’in kendi doğalını yaşadığını gösteriyorsun bir yandan da…

Herkes doğalını yaşıyor işte. Sadece birbiriyle çatışma noktalarında alev alıyor.

Ben yine annenin muhafazakar yanını sorgulamaya devam edeceğim sanırım. J

Emekli öğretmen deyince illa cumhuriyet kadını olacak, laik ideale yüzünü dönmüş olacak, diye bekliyoruz. Böyle tabii ki çok emekli öğretmen var. Ama benim özellikle İç Anadolu’da çok gördüğüm ve Ana Yurdu’nda resmettiğimiz ‘anne’, ‘Halise’ tipi, arada kalmış, ne o ideale ulaşabilmiş ne de kökeninden vazgeçebilmiş, ara, geçiş modelleri de var. Halise’nin değer yargılarının özü bu ülkedeki muhafazakarlık aslında.

Günümüze de uyarlanabilecek bir durum bir yandan da. İktidarın okumuş etmiş, öğretmen olmuş bakış açısına sahip kadınları da bu şekilde olabilir aslında. Ne kadar okunsa da muhafazakar yapının korunması haline de bir eleştiri gibi de algıladım bu bakış açısını?

Evet muhafazakar kesimden bir sinema yazarı yazmış zaten. Arabaşlık da atmış. ‘Nedir bu muhafazakarlık korkusu?’ diye. Düşündüm, nefes alamama kokusu. Nasıl korku olmaz ki? Nesrin açısından köyün muhafazakar olmasında bir problem yok. Hatta orada muhafaza edilen değerlere nostaljik bir özlemle gidiyor köye. Ama Nesrin’in öyle olmamasında büyük problem var. Hemen ötekileştiriliyor. Karşılıklı hoşgörü olduğu sürece herhangi bir kaygı ve korkuya gerek yok tabii. Filmdeki politik açılımların birer okuma, yansıma olduğu unutulmamalı. Özünde biz anne kız ilişkisine bakıyoruz. En özünde de birey olamama hikayesi.

Tamam anne kız ilişkisi diyorsun ama ara okumalarda inanılmaz siyasi geçişler,dokundurmalar görüyorum ben!

Ama bu her filmde var. Anne kızın yatak odasında iktidarın ne işi var? Şaşırıyor insan ama var. Neden, nasıl var derken filmdeki politik örgüler de ortaya çıkmış oluyor.

Tekrar Nesrin’e dönecek olursak; Nesrin kökenlerine ulaşmaya çalışırken ne oldu, kendi içindeki başka bir içbenlikle mi karşılaştı peki ne oldu?
Bu sonuçta iç ve dış yolculuğun filmi. Kimi buna trajik bakabilir, kimi sevinir, kimi üzülür.Ama Nesrin köye ilk geldiği ana kıyasla kendini ve bastığı toprağı çok daha iyi tanıyor. Sonuçta bu kadın bir deneyimden geçti. Film bir farkındalık hikayesi olarak da okunabilir.

Filmin sonuna bayıldım diyebilirim, zaten gidip köydeki normal bir insanla aynı şeyi yaşasa olmayacaktı. Ama bu bir tokat ve aynı zamanda budur dedirten bir şeye dönüşüyor. Hiç yapmam dediğimiz bir şeyle bizi yüzleştiriyorsun aslında. Bu son fikri nasıl oluştu?
İki yolum vardı. İlki, klasik senaryo yazım ilkelerini takip edip, finali anne kız arasında çözmek. İkincisi Nesrin’in pasif agresif tepkisi üzerinden kendisine, annesine ve içinde yaşadığı topluma verdiği cevap ile. Bu son, aslında Nesrin’in etrafını saran her şeyin, kendi içinde de olması, açtığı savaşın da bu açıdan kendi kendine açılmış bir savaş oluşu sebebiyle daha doğru geldi. Bu sonun çok bireysel bir hikaye anlatırken onun toplumsal tarafını da ortaya çıkarabileceğini, çok iyi bir denge yaratabileceğini fark ettim.

Anneye gelecek olursak, kızıyla çatışan, kızına çok iyi davrandığını düşünmediğimiz bir anne var karşımızda. Şimdi sen de annesin. Hikaye çocuktan önce yazıldı diye biliyorum. Anne karakterine şimdi olsa bu kadar acımasız olabilir miydin, ya da daha mı değişik ele alırdın acaba anneyi?

Kuvvetle muhtemel farklı olurdu. Hatta bu sebepten filmin çekimlerini de anne olmadan bitirmemin, bu duygumu, bunu paylaşan diğer tüm bireylerin namına ehlileştirmeden, yumuşamadan ifade etmemin gerekli olduğunu düşündüm. İktidarın anneleri kutsama biçiminin marazlı olduğuna, bunun kadınların ve toplumun kontrol aracı olarak kullanıldığına inanıyorum. Ama anne organik olarak kutsal değildir anlamına gelmesin bu! İktidarların çok doğru olarak ele geçirdiği ilk kale; anne. Onu tartışılamaz bir kutsallık halesiyle örerken aslında annelerin sırtına yükledikleri toplumsal değer yargılarının tartışılmazlığını garanti altına alıyorlar. Bir şeyi tartışmak onun özüne helal getirmez ki.

Peki senin annelik durumun nasıl? Çocuğunla bu tarz şeyleri yaşayacağını hissediyor musun?

Açıkçası hissediyorum ve korkuyorum. O kadar düşünmeme rağmen, yine de tüm bunları hesaplamadım çocuk yaparken. Çok büyük bir sorumluluk ve ben şimdiden kendimi istemediğim sularda yakalıyorum. Mesela çok ayıp diyorum… Ve dakika bir gol bir ayıbı öğrettim ona.

Bundan kendimizi alıkoyamıyoruz demek?

Evet koyamıyoruz. O yüzden Halise’ye merhametli olalım diyorum. İçinde yüzdüğümüz su bu.

Evet Halise’nin abarttığı şeylerin komedisi de yansıyor zaten çoğu zaman?

Bir yazar da: Nesrin, annesi gibi delilik kanalını açabilse, o kitabı çoktan bitirirdi demişti. Burada patlayan belki de Nesrin’inkontrolcülüğü. Annesine karşı duygularını sürekli kontrol ediyor Nesrin. Annesiyle açık açık konuşmamasına sinirleniyorsun. O kendi kafasındaki iyi evlatlığı devam ettirmeye çalışıyor. Annesinin kalbini kırmamaya çalışıyor. Anneye iyi davranarak kendinin iyi bir evlat olduğunu bilmeye çalışıyor. Aslında bencilce bir şey yapıyor.

Bencillik demişken Nesrin’in köyde ziyaret edip yardı etmeye çalıştığı arkadaşının hikayesi biraz yarım mı kaldı tüm bu akış içinde. Bunu özellikle mi yaptın?

Evet, tabii. Hem Nesrin’in biraz maymun iştahlılıkla köye girişini, etrafındaki hikayelerin ağırlığı arttıkça onlardan kaçışını anlatabilmek, hem de hikayenin anne-kız bağlamında kalması için Emine’nin hikayesinin o kadar kalması gerekiyordu.

Bana da biraz Nesrin’in ilk zamanlarda hem o ortamdan kaçışı hem de Emine’ye bir noktadan sonra yetemeyişi olarak geldi…

Evet, bu hem doğru hem daha insaflı bir yorum. Nesrin’inEmine’yle kurduğu ilişki, köye ve oradan doğru annesine karşı hissettiklerine sirayet ediyor. Biz Nesrin’in Halise’ye kızdığını sanıyoruz, ama aslında o noktada Emine’yi köşeye sıkıştıran köye kızıyor. İlk patlaması Emine’nin evinden gelip, annesinin de köyün ağzıyla konuşmasını gördükten sonra oluyor. Ben de çoğu zaman yakın çevreme kızıyorum ama onların ağzıyla konuşan topluma kızıyorum aslında.

Filminde sürekli ivme kazanan bir gerilim de var bir yandan. Bunu özellikle yaratmışsın belli…

Hatta daha keskin yapmak istedim ama sonradan yumuşadı. Taşraya dönüş filminin karikatürü gibi başlasın istedim. Aşık Veysel çalıyor arabada, rüzgar üfürüyor falan. Anne geliyor daha da komik oluyor başlangıçta. Ama yavaş yavaş her şey değişiyor. Bir filmin komediden gerilime dönmesi beni heyecanlandırıyordu. Kendi içinde spiral gibi dönen bir film fikri. Bunu seyirciyle deneyimleyebilirsek çok iyi olabilir diye düşündüm. Sonuçta bugün güldüğümüz şeyler,yarın öbür gün ayağımıza takılıp bizi çok ciddi trajik noktalara da taşıyabiliyor.

Neredeyse tek mekanda geçen bir film, dışarıları da var ama filmin ana duygusu evde dönüyor. Bu seni yazarken ya da çekerken zorladı mı? Seyirciden nasıl tepkiler geldi bu konuda? Taşrada biraz evde tıkmışsın meseleyi gibi olmuş…

Bu daha çok filme bütçe bulmaya çalışırken karşıma çıkan bir eleştiriydi. Biraz dışarı çıkarsan kameranı, film daha fazla nefes alsa gibi. Bir kere bir seyirciden geldi, ben bunaldım dedi. Bence filmde anlatılan temaya uygun bir şekilde dozunda bir kullanım var. Benim hoşuma gidiyor Nesrin’in herşeyden kaçıp sığındığı o eve annesiyle birlikte sıkışmışlık hali. Doğanın güzelliğini görecek, onunla beraber sakinleşecek sükunette değil. Evin içinde müthiş bir gerilim ama doğa dışarıda gayet sakin ve umursamaz hayatına devam ediyor. Ancak o patlama noktasında biz de Nesrin’le birlikte doğaya daha geniş açılıyoruz.

Bundan sonraki filminin konusu belli?

Özellikle etrafında dönüp dönüp durduğum bir senaryo var. Ama şu an burada konuşmak için erken.

Kültür Bakanlığı desteği aldın ilkinde… Bundan sonrası nasıl olur?

Tam bağımsız film üretiminin arayışındayım. Ama bu mümkün mü bilemiyorum. Kültür Bakanlığı desteği bir pasaport, bir geçiş gibi. Hem yurt içinde hem yurt dışında diğer yapım ilişkilerine girmeden önce sana sorulan ilk soru bu. Elbette son dönemde varoluşumuzun her alanını saran baskı ortamında kaygılıyım.

Esra Bezen Bilgin çok yakışmış, nasıl yolunuz kesişti diye sorayım…
Yüzünde bir İç Anadolu referansı olan, yetenekli ve açık fikirli bir oyuncu arıyordum. Esra zaten tanınmış bir oyuncu.Fakat onu role özellikle yakıştıran bir başka oyuncu arkadaşım beni, ‘Önce bir boşluk oldu kalp gidince ama şimdi iyi’ isimli oyununu izlemeye götürdü. Çok beğendim ve etkilendim performansından. Nihal Koldaş da aynı şekilde filmlerinden, oyunlarından tanıdığımız bir oyuncu. Esrave Nihal’e (Koldaş) karar vermiştim ama çok benzetemiyordum. Ve anne kız olarak benzemelerini çok istiyordum. O yüzden benim bir iki yıllık gelgitli bir cast sürecim oldu. Ama sonra Esra ve Nihal’den iyi bir anne kız olacağını anladım. Esra diğer yeteneklerinin yanında, çok iyi bir gözlemci ve zeki bir oyuncu. Bunun da filme iyi yansıdığını düşünüyorum.

Filmin bir önermesi var mı peki?

Film aslında bir gözlem. Samimi bir gözlem. Samimi bir özeleştiri. Daha çok yapmalıyız değil soru atan bir tavrı var filmin.

 

 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.