Mehmet Emrah Erkanı – Tuhaf Zamanlar (21. Türkiye – Almanya Film Festivali Kısa Film Birincilik Ödülü) Öncelikle Nürnberg’teki ödülünüzü tebrik ederim. Almanya gibi Türklerin yoğun olarak yaşadığı ve Alman vatandaşları tarafından da yoğun ilgi gören bir festivalden ödül almak sizin için ne ifade ediyor?

Teşekkürler. Uluslararası festivallerde ödül almak çok kültürlü ortamlarda söylediğiniz

sözün bir karşılığı olduğunu görmek anlamına geldiğinden oldukça önemli. Seyircilerden alınan geri beslemeler benim için her zaman çok kıymetli. Nürnberg’de ciddi bir seyirci katılımı vardı. Bu çok memnun ediciydi. Söylediğiniz sözün sınırları aşabildiğini ve doğru anlaşıldığını gördüğünüz zaman ilerlediğiniz yola inancınız artıyor.

Filminizde oldukça önemli bir toplumsal meseleye dikkat çekiyorsunuz. Filminizin kahramanı bir “trans erkek” ülkemizde “trans cinayetleri” başka bir deyişle “nefret cinayetleri” azımsanmayacak boyutta. Bu anlamda filminizin sosyal sorumluluk misyonu da var. Nasıl bir farkındalık uyandırdığınızı düşünüyorsunuz?

Bir farkındalık uyandırmak oldukça iddialı bir tabir olabilir ama özlenen tabii ki bireylerin toplumda periferide kalan konulara dikkatlerini çekebilmek. Kısa film toplumsal konularda eleştirel bir dili kullanabilmeye izin vermesinden dolayı oldukça verimli bir enstrüman. Ben de filmimde kısa filmin eleştirel hareket alanını kullanarak özellikle son yıllarda istatiksel olarak da son derece ürkütücü seviyelere yükselen nefret cinayetlerini işledim. Aslında öykü trans bireylere yönelik nefret cinayetleri, yoksulluk, aidiyetsizlik ve aile içi ilişkiler gibi bir kaç bağlantılı konuyu barındırmakta…

Filminiz Türkiye ve yurtdışında birçok festivali dolaştı. Aldığınız en ilginç yorum, soru ya da tepki neydi?

Öncelikle filmin ne söylemek istediğinin çok net anlaşıldığını gördüm. Hal böyle olunca da çok ilginç sorulardan daha ziyade filmin bir devam hissi uyandırdığına dair yorumlar geliyor.

Filminiz aynı zamanda kentsel dönüşümün gölgesinde devam eden hayatları da perdeye yansıtıyor. Bu bağlamda özellikle Tarlabaşı bölgesinde kentsel dönüşüm ile ilgili de düşüncenizi almak isterim.

 

Tarlabaşı geçmişten gelen hüzünleri barındıran bir semt. Bugün de bir başka travma olan kentsel dönüşümü yaşıyor.Kentin pek de görülmek istenmeyen yüzü diyebiliriz. Ne yazık ki, kentlerin genişlemesi veya kalabalıklaşmasıyla büyük rantlar elde etmek üzere hiçbir sosyal planlama yapılmadan kalkışılan bu tür dönüşümlerin dünyada da örnekleri var. Tarlabaşı gibi bir semti bir suç bölgesi olarak etiketlemek ve kentsel dönüşümü bir temizlik çalışması gibi ele almak son derece sakıncalı. Uzun vadede farklı formlarda sosyal problemlerin ortaya çıkması söz konusu.

 

10 yıla yakın bir zamandır kısa film çekiyorsunuz. Ülkemizde kısa film biraz uzun metraja geçmenin ön aşaması gibi görünüyor. Sizin bu konudaki fikriniz nedir?

Kısa metraj deneyim edinmek anlamında kesinlikle önemli bir mecra. Hikayecilik açısından uzun metraj ve kısa metraj birbirinden farklı ele alınması gereken üretimler. Birbirlerini destekledikleri, besledikleri bir gerçek. Benim de kısa metraj projelerimin yanında geliştirmekte olduğum uzun metraj projelerim var. Ama “Tuhaf Zamanlar”ın yapımcılığını gerçekleştiren Gönül Arslan’la beraber uzun metraj projelerimiz üstüne çalışırken bir yandan da kısa metraj üretme yönündeki çabalarımız devam ediyor. Her iki üretim tarzı da hayata farklı tatlar katıyor.

 

Serdal Altun – Uçurtma (21. Türkiye – Almanya Film Festivali Kısa Film İkincilik Ödülü)

 

 

Serdal öncelikle tebrik ederim. Bir yandan üniversite hayatına devam ederken bir

yandan film yapman dikkate değer. Bir öğrenci olarak kısa film çekmenin avantajları ve

dezavanatajları neler onu sorarak başlamak isterim.

 

Teşekkür ediyorum. Benim öğrencilik hayatım çok karışık geçti. Sinema okulundan maalesef

umduğumu bulamadım. Çok faydalandığım sinema hayatıma yön veren ve kıymetini daha

sonra çok iyi anladığım hocalarım oldu. Başta Ali Sait Liman hocam olmak üzere emeği

geçen hocalarıma teşekkür ediyorum. Sinema öğrencisi olmanın en büyük faydası aynı işle ilgilenen arkadaşlarınızın olması ve bir şekilde tıkandığınız yerde size yardıma koşmaları. Dezavantajlarına gelirsek fikriniz çok ama paranız yok ve bundan dolayı yazarken, çekerken hayallerimize uyguladığınız kısıtlamaların haddi hesabı yok.

 

Nürnberg’te festival boyunca Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz, Özcan Alper gibi Türk

Sineması’nın önemli yönetmenleri ile aynı ortamda bulundun. Ne gibi deneyimler,

anılarla ayrıldın?

 

Bu isimlerle aynı platforma da yer almak başlı başına bir gurur sebebi. Onlarla sohbet edip

deneyimlerinden faydalanmak biz genç sinemacılar için çok önemli. Faruk Hacıhafızoğlu’na

havalimanında yeni kısa filmim için G3 silah sormamı saymazsak, (gülüşmeler) unutamayacağım anı Zeki Demirkubuz ile Beşiktaş üzerine yaptığımız hararetli konuşma oldu.

 

Film savaş ortamındaki iki küçük çocuğun dünyasını anlatıyor. Sosyal sorumluluk

meseleleri hakkında film yapmak senin için ne anlam ifade ediyor?

 

Ben sinemanın insanları değiştirebilecek en büyük güç olduğuna inananlardanım. Keşke bu

tür filmlere hikayelere hiç gerek olmasa ve biz yönetmenler kameralarımızı güzel yerlere

çevirebilsek ama nereye baksak savaş ve ölüm sert bir tokat atıyor yüzümüze. Dolayısıyla

toplumun bu acılarına duyarsız kalamıyoruz. Savaşın ortasında bir küçük çocuğun çığlıklarını

duyduğum sürece bende bir çığlık olup insanlara bir şeyler duyurmaya kararlıyım.

 

Ödülünü alırken “Savaş uçaklarının değil uçurtmaların özgürce havalandığı bir

gökyüzü için.” Dileğinde bulundun. Siz bu ödülü alıp yurda dönerken, ülke yeni bir

terör saldırısı ile sarsıldı…

 

Öncelikle hayatını kaybedenlere Allahtan rahmet yaralılara acil şifalar diliyorum. Ve terörün

her türlüsüne lanet olsun diyorum. Daha güzel bir dünyanın hayallerini kurarken

hayallerimize sıçratılan çamurların haddi hesabı yok. Hiç bir şey bir insan hayatı kadar

değerli değil benim için. Artık sanatçılara da çok iş düşüyor her birimiz bir ışık olmalı ve

karanlıkta kalan her ne varsa çıkartıp aydınlığa kavuşturmalıyız.

 

Gelecek planların, hayallerin neler?

 

Suriyeli bir çocuğun sözü çınlanıyor her bu soruyu duyduğumda “Hayalim yok!” o çocuğun

hayallerini söndürenlere inat benim çok büyük hayallerim var. İlerde gül kokan hikayeler

anlatmak istiyorum. Belki de çürümüş et ve kan kokusunun bu denli keskin duyulmasının önüne geçer.

 

Ercan Selim Öngöz – Babaannemin Caz Tutkusu ((21. Türkiye – Almanya Film Festivali Yarışma Filmi)

 

 

Bir öğretmen olarak yaşadığınız şehirde çok güzel işlere imza atıyorsunuz. Biraz kendinizden vebugüne dek yaptıklarınızdan söz eder misiniz?

 

Giresun Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinde Bilişim Teknolojileri öğretmeni olarak görev

yapmaktayım. Göreve başlayalı 16 yıl oldu. Son sekiz yıldır da sinemayla ilgileniyorum. Okuldaki çalışmalarımızı Sinema Kulübü olarak yapıyoruz. Kulübümüzün başkanı ve üyeleri öğrenciler. Bizler (benimle birlikte iki öğretmen arkadaşım) rehberlik ediyoruz. Şuana kadar dokuz kısa, iki de uzun metraj film yapmışız. İkisi Türkiye birinciliği olmak üzere Liselerarası Kısa Film yarışmalarında birçok derecemiz var. Bugünlerde onuncu kısa filmin çekim hazırlıklarını yapıyoruz. Hikayenin bulunmasından senaryonun yazılmasına, çekimlerden kurgu ve montaja kadar her aşamada öğrencilerimiz görev alıyor. Önceki yıllardan tecrübeli öğrenciler, bilgilerini ve tecrübelerini yeni üyelerle paylaşıyor. Bizler rehber öğretmenler olarak işleyişi sağlıyor, yetersiz kaldıkları yerde yardımcı oluyoruz.

 

Geçtiğimiz yıllarda yılın öğretmeni de seçildiniz. Sinema alanında gençleri teşvik etmeye

çalışıyorsunuz ve siz yeterince destek alıyor musunuz?

 

Öğrencilerin duygularını ve düşüncelerini anlatmaları için sinema ve kısa filmlerinde bir yol

olabileceğini göstermek ve alana ilgi duyanlara da destek olmak için çalışıyoruz. İlk yıllarında

ekipman ihtiyacı için kulübümüze okul idaresinin ciddi desteği oldu. Hem maddi hem manevi. başarılar geldikçe çevreden sponsor destekleri de gelmeye başladı. Temel ekipmanlarımız var. Elbette ihtiyaçların sonu yok. Yeni ekipmanlar çıkıyor, elimizdeki malzemeler eskiyor ve yetersiz kalabiliyor. Projelerimiz imkanlarımızı göz önünde bulundurarak hazırlıyoruz. “Ben öğretmenim. Öğretmeyi, eğitmeyi meslek olarak seçmişim. Öğretmenliği okula-sınıfta-tahta başına sığdıramazsınız. Evde, sokakta, otobüste. Öğretmen her yerde öğretmendir. Topluma yön veren örnek kişidir. Bu anlayışla hobim olan film yapımını mesleğimle birleştirdim. Film yapmayı öğretmenlik görevinin bir devamı gibi görüyorum ve bu kanalı eğitimde öğretimde kullanmaya çalışıyorum… Öğrencilerimizin; iyi öğrenci, iyi vatandaş, iyi insan olmaları sürecine filmlerle de katkı sağlayabilmek amacım. Bu niyetiyle filmler yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz” Bu düşüncem ve bu doğrultuda yaptığım çalışmalar ile 2013 yılında yılın öğretmeni seçildim. Ayrıca üstün başarı belgesi aldım. Bunlar benim için büyük bir onur.

 

Filminiz Almanya’da seyircilerden ne gibi yorumlar aldı? Filminizdeki babaannenin caz tutkusu nereden geliyor?

 

“Babaannenin Caz Tutkusu” Kültür Bakanlığı desteği ile çektiğim ilk kişisel projem. Bundan tam 23 yıl önce bir lise öğrencisi iken yaşadığım, o zamanlar güldüğüm şimdi ise yüreğimi burkan bir olaydır bu filmin hikayesi. Zamanı geri getiremiyorsunuz. Ama özlüyorsunuz. Elinizi uzatamıyor, dokunamıyorsunuz. Film bu özlemin ürünü. Muhafaza edebileceğim bir zaman dilimi oluşturma arzusunun ürünü. Bir nevi, kamera zaman makinesi fonksiyonu görüyor. o yüzden mekanı, duvarda asılı gaz lambasından, sobada parlayan közüne kadar aslına uygun çekmeye çalıştım. Anlam derinliği olan bir film olsun istedim. öyle görünüyor ki olmuş. izleyicilerden gelen dönüşler bunu gösteriyor. filmin ambiyansı çok beğenilmiş. filmdeki babaannenin doğallığı çok sevilmiş. ve şaşırtıcı yürek burkan sonu da etkileyici olmuş.

 

Filminizden söz ederken Özdemir Asaf’a da gönderme yapıyorsunuz. Sizin için önemi nedir şairin?

Tamamını ezbere bildiğim şiir yok. Sevdiğim şiirler ve dörtlükler var. Bazılarının şairini bile

bilmiyorum. Sanat bakımından, filmleri şiirler ile eşleştirebilirsiniz. İyi şiirler iyi filmler gibidir. Bu film Özdemir Asaf’ın “yalnızlık” şiirinin görsel hali gibi geliyor bana. Zaten Özdemir Asaf’ın çoğu şiirinin teması yalnızlık. Hepimizin bildiği “Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz…”  dizesi yine ona aittir. Özdemir Asaf’ın şiir dili kadar özgün ve kalbe dokunan bir film dili yakalama ümidi ile…

 

Nasıl bir ilişkiniz vardı babaanneniz ile?

 

Babaannemle de iyi anlaşırdık. Okullar açılınca ben şehre ailemin yanına giderdim, babaannemse ilk kar düşene kadar yaylada kalmaya devam ederdi. Yaşlıydı, işlerini yapmakta zorlanıyordu ama böyle yalnız yaşamayı da seviyordu. Zaman zaman hem kendisinden haber almak, hem de ihtiyaçlarını görmek için hafta sonları yanına giderdim. Yine bir ziyaretimde, bir sonbahar akşamında gördüklerimi mümkün olduğunca taklit ettim. Ama yetmiş iki yaşındaki babaannemin yalnızlığını ise hissettirmeye çalıştım. O çoktan gitti ve ben onu çok özledim. Yalnız kalmayı seviyordu ama inşallah orada yalnız değildir.

 

 

İleride kendinizi nerede görüyorsunuz?

Lise yıllarımda yaz tatilimi babaannemin yayladaki taş evinde (tıpkı filmdeki gibi) geçirirdim. Bu alanda ilerlemek istiyorum. Zor ve zahmetli bir iş. Yalnız şu var; tadını aldıktan sonra

 

kopamıyorsunuz. bir nevi kendine müptela eden bir sektör. Mesele aslında şu; her geçen gün kafamın içine dahil olan an-ların, hal-lerin, soruların, düşüncelerin kafamın dışına çıkma ürüne dönüşme çabası. ve ben de üretmek kadar güzel bir şey bilmiyorum.

Bir meslekten daha ziyade faydalı bilinç oluşturma önceliğim var. Fayda oluşturmak. Önemli olan bu. Bu güne kadarki tüm çalışmalarımda ve filmlerimde buna öncelik verdim. Yoksa insanı eğlendirmek, zamanını çalmak çok da zor değil. Bir film izleyene bir şey katmayacaksa neden çekilsin ki?Bu senede Yine Kültür Bakanlığından “12 Saat” adlı kısa film projem için destek aldım. Şu an onun hazırlıklarını yapıyorum. Daha güzel filmlerle buluşmak üzere..

 

 

 

Gizem, 2007 yılında Trakya Üniversitesi Radyo – Televizyon Yayıncılığı Bölümü’nden mezun oldu. Okuldan hemen sonra, bir yıl Mirror isimli bir kültür sanat dergisinde editörlük yaptı. 2009 yılının başında Kanaltürk’te metin yazarlığı yapmaya başladı. 2010 başında ise Kanaltürk’te Klak isimli bir sinema programı hazırlamaya başladı, metin yazarlığını da sürdürüyor. 2008 yılından beri de sadibey.com’da yazılar yazıyor, röportajlar yapıyor ve bundan büyük keyif alıyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.