2013 yılında Antalya Altın Portakal’da yerli film kategorisinde yarışan filmi Kurte Film (Kısa Film) ile dikkatimizi çeken Ali Kemal Çınar, ikinci filmi Veşarti (Gizli) ile Keşif bölümünün birincisi oldu. Bu kez beden değişimi konusuna değinen Çınar etkili, masalsı ve ironik bir dünyanın kapılarını başarıyla açmayı başarıyor.

Biz seni Kurte / Kısa Film ve şimdi de Veşarti’yle biliyoruz daha çok. Ama çokça kısa filmin var, Diyarbakır’da yaşıyorsun. İnsanlara, sektöre ulaşmada sıkıntı yaşayıp yaşamadığını merak ediyorum doğrusu?

On tane kısa film çektim ama dediğin gibi bir tanesinin bile herkese ulaştığı olmadı. Ben Kurte Film’i yaptığımda da bu nereden çıktı gibi bir tepki de oldu. Ama arkasında bir emek, süreç vardı. Kurte Film’in konusu kısa filmlerle ilgiliydi biraz. Beden Eğitimi ve spor bölümünü bitirdim ama oradan itibaren yapabilir miyim fikri oluşmuştu. Sonra Diyarbakır Sanat Merkezi bünyesinde bir sinema kulübüne dahil oldum ve kısa filmler çekmeye başladım. 2013 yılında da Kurte Filmi tamamladım.

Antalya Film Festivali’nde karşımıza çıkınca şaşırdık aslında. Yarışmaya dahil olan filmlerden ayrı bir havası vardı. Süresi kısa ve deneyseldi. Oraya seçildiğinde neler hissettin, ihtimal vermiş miydin?

Bana mucize gibi geliyor. Çünkü çok düşük bir bütçeyle ve teknik yetersizliklerle yapılmış bir filmdi. Ama altında da bir fikir vardı. Seçilip diğer filmlere bakınca benim burada ne işim var dedim açıkçası. Seçilmesi, ön jüriden geçmesi çok iyi oldu. Kısa filmlerde hep takılıyordu, o yüzden sevindiğim bir an oldu.

Filmde sorunlu bir baba oğul ilişkisi, çocuğun kabız olma hali. Üretimsizliğin kabızlığını sürekli tuvalette gidermeye çalışan bir adamın hali. Biraz direkt, bodoslama bir hali vardı filmin, neden böyle bir anlatım şekli?

Amaç buydu aslında. Auteur sinema algısı var ya, bunu nasıl parçalayabilirim diye düşündüm. Bir dışavurumdu aslında. Yumuşak bir giriş yapsaydım kabul edilmesi de kolay olurdu ama ben olabilecek en sert hali neyse bir ‘göt’ meselesiyle oradan hareket etmek istedim. Başlangıç tırnak içinde iyi olursa gerisini, her şeyi kabul ettirebilirsiniz yani. Doğru bir hedefti benim için Kurte Film.

Kürt sinemacıların beslendikleri konular daha politik oluyor genelde. Ama senin filmlerin daha farklı bir çizgide duruyor, evet kırma meselesinden bahsettin ama bir yandan da bu duyguyu anlatmanı isterim…

Evet oluşmuş bir film iklimi var haliyle. Kürtlerin de diğer sinemacıların da yapmış olduğu. Sonuçta ben de sinemayı takip ediyorum, az çok biliyorum. Temaları, güncel ve siyasal dertleri biliyorum. Ben bu iklimin dışında bir şeyler yapmak gerektiğine inanan biriyim. Çok planlı projeli olmuyor, genelde hissettiğim gibi yapıyorum. Politik sinema yapma gibi bir hissiyat olsaydı elbette yapardım, bundan da şaşmazdım. Yine kişisel, varoluşsal, ama Kürtlere ilişkin olmasını tercih ettim.

Uyumsuzluk sürelerde de kendisini gösteriyor. Doksan dakikaya tamamlama zorunluluğu olmadan, kimi zaman riskler alarak yapıyorsun belki de bunu…

Hikayem bu kadarsa bu kadardır, yapacağım bir şey yok. Aslı 90 dakikadır diyemem de. Bu tarz 60, 70 dakikalık filmler de var zaten. Sanat sineması bu, gereksiz uzatamam, neyse bendeki duygusu o. Bir filmin süresinin ne olması gerektiği üzerine de tartışılabilinir aslında. Bazı filmlerin 90’a tamamlamak için uzatılmış olduğunu görüyoruz. En az tahribatla bitirmek gerek diye düşünüyorum filmi.

Gelelim Gizli’ye. İlk başta ağızlara daha doğrusu ağızları görememeye takıldım. Neden konuşmaları karşı tarafın üzerine düşürdün. Teknik bir detay ama sende farklı anlamları vardı belki de?

Bendeki hissiyat şu oluyor her seferinde. Biraz deneyselliğe kaymak gibi bir derdim oluyor. Deneysellik sinemada her zaman denenmesi gereken bir şey bence. Seyirci de bunu yaşamalı. Bu filmde kafamdan geçen bu hikaye sözlü bir hikaye. Diyaloglar üzerinden giden bir hikaye. Bu dengbej geleneğini nasıl bununla birleştirebilirim. Sözel olarak, görüntüyü biraz arka plana iten, sözün ön plana çıktığı bir film olmasını istedim. Bunu yaptıktan sonra bir süre arkadaş farklı yorumlar da getirdi. Ters diyalogu cinsel değişime yoran oldu. Bu benim gayet hoşuma giden bir görüş oldu. Dinlemenin ön planda, konuşmanın arka planda kaldığını söyleyenler de oldu. Görüntünün bu kadar baskın olduğu, göze sokulduğu bir dönemde geri plana çekilmesi benim için yeterli oldu.

Mem-ü Zin hikayesinden kavuşamama halini beslemişsin sanırım. Orada karakterin biri iyi, bir diğeri de kötüdür. Ama oraya girmeden sen sanırım daha çok kavuşama haline değiniyor gibisin, yanılıyor muyum? Sendeki etkisi ne oldu?

Beden ve giysi değişimi evet. Ama hikayenin tamamına girmeden giriş kısmını aktarmak istedim. İkisinin tanıştığı, karşı karşıya geldiği ve kıyafetlerini değiştikleri sahne vardır. Cinsiyetin değişimi gibi sembolik bir bağ kurmak istedim onunla. Hikayedeki Berfin karakterinin tiyatrocu olması, oyun sergilemeye yönelik bir çalışma içine girmesi benim için yeterliydi. Gelenekle bağ kurma haliydi.

Gösterdiğin beden değişimini bir yandan da olduğumuz bedenlere sığamayan ruh haliyle, yani cinsel kimlikle uzlaşmama haliyle bağdaştırabilir miyiz?

Cinsiyet ve kimlik üzerine yapılan bir filmde olmaması mümkün değil. Ama ben Kuir bir sinema yapıyorum demek değil bu. Ama cinsel kimliği de görmezden gelemem. Hatta tam tersine önermesi de şu: Beden giysi gibidir, onu giyip diğerini atarsınız. Hissiyatınıza zıt bir bedeniniz de olabilir bunun hiçbir önemi yok. Bu meselenin filmde olması gerekiyordu, öbür türlü saçma olurdu. Bir arkadaşımın bu filme ilgili bir tanımı var. Çok sinsi diyor, hiç bakmadan meseleyi tartışıyor.

Geleneksel bir hikaye, dayatma yok, bir durum var sadece. Masalsı bir havası var, özellikle mi tercih ettin bu yanını?

Sözel anlatımla ilgili biraz da bu. Sanat değişik formları denemeye olanak tanıyor. Bu film sanat böyle de olabilire yanıt veriyor.

İmkansız bir aşk ama bir yandan imkanlı da olabilir. Karşı taraf bu beden değişimine tamam derse belki çözüm olacak ama kadına da bir kimlik dayatması var gibi. Toplumda var ve sen bunu da dile getirmek istemiş gibisin.

Kadının da bekaret gibi bir handikabı var. Sadece cinsel değişim değil de, sadece kadın olarak kaldığı süre içerisinde toplum tarafından dayatılan ve artık onun da doru olarak kabul ettiği bir mevzu söz konusu. Onunda en büyük değişimi bundan kurtulacak olması. Ama sevgi bazen kişisel kararların gerisinde kalabilir, bu onun en doğal hakkı. Zorunlu bir hal olmadıkça tercihler çok anlaşılabilir.

Nüktedan bir hali de var filmin…

Evet o geçtiği zaman hoşuma giden bir şey olur. Çünkü oyunbaz bir hale gelmesi lazım. Dönüşümler, sevgi sorgulamaları, kendi içsel engellerine takıldığı bir duruma dönüşmesi ve oradan bir ironi yaratması bence ulaşırsa güzel kalabilecek bir his yani.

Ali Kemal’in hissiyatı ne peki?

Onun başına gelen bir felaket. Bir yandan da başına gelmeden de sorgulayamayacağı bir durum. Ama başına geldikten sonra bunu kabul etmem lazım durumuna geliyor. Onda da dönüşüm böyle gerçekleşiyor ister istemez.

Filmle ilgili konuşuyoruz ama bir yandan da bu konuda film yapmak nereden aklına geldi diye sorayım…

Ben atölyelere falan çok katıldım sinemayla ilgili. 7-8 yıl önce katıldığım bir atölyede hoca bir iki cümlelik bir hikaye istemişti. O biraz daha farklıydı. Bir çocuğa anne ve babasının yer değiştireceği söyleniyordu. Anne baba, baba da anne olacaktı o geceden itibaren. Yazdım ama tepki alırım diye okuyamadım. Öyle kaldı bende ama bir gün nasıl yapayım diye de düşünüyordum. Bedenle ilişkili bir tarafı da var, sporculuktan gelen bir tarafım var, beden üzerine de düşündüğüm çok olur.

Kürtçe film çekmekten daha doğal bir şey olamaz bir Kürt olarak ama başka nedenler var mı?

Dilin neyse o dilde film yapmak istiyorsun, politik bir tavır olarak yansıtmak istemiyorsun. Bu dil bir slogan değil, organik, yaşayan bir dil. Ama televizyon haberleri dışında hepsi baştan sona Kürtçeydi. Belki bizde her alanda, yüzde yüz Kürtçe konuşmuyoruz ama bu fantastik yanı da olan hikayede baştan sona tek dilden şaşmayayım diye de bir derdim oldu açıkçası.

Yine teknik bir detay siyah beyaz çekmişsin filmi. Onun bir sebebi var mıydı?
Kemal heteroseksüel bir karakter. Onun dünyasından geçtiği için kadın ve erkeği temsil ediyor. Ama filmin ulaşmaya çalıştığı önerme o değil. Renkli bir dünya. İnsanların yönelimlerini yaşadığı bir dünya. Filmin finalinde renkleniyor zaten. Orayı bir geçiş gibi düşündüm.

Kendin, kendi isminle oynuyorsun filmlerinde. Bu her şeyi ben yapıyorum tepkisi mi, yoksa denk mi düşüyor?

Tesadüf diyelim. Kurte Filmi bir buçuk yılda tamamladım. Senaryo yoktu elimde, parça parça tamamlandı. O dönemde başkasını dahil etsem olmayacaktı, uzayan bir durum vardı. Kendimi istediğim zaman çekerim dedim. O yüzden kendim oynadım, sonra hoşuma da gitti oyunculuk denen şey. Belki devamı gelir ve Ali Kemal’in her yanını göreceğimiz bir albüme dönüşür bu filmler.

Diyarbakır’da yaşıyorsun, nasıl geçiyor orada hayat? Neler yapıyorsun?

Valla sinema dışında bir şey yapmıyorum. Zaman zaman televizyon işleri yaptığım oldu ama artık onu da yapmıyorum. Çok zaman alıyor çünkü. Zor oluyor ama bunu göze aldım. Aslında sinema yapmak orada daha kolay. İstanbul’da yapmaya çalıştığınız şey maliyete ve zaman darlığına dönüşüyor. Orada çalışmak bana tam denk bir şey.

Yeni film gelecek mi?

Evet tretmanı hazır bir fikir var. Belki iki üç ay içinde başlarım diye düşünüyorum.

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.