Vay Başıma Gelenler 2,5 filminin güzel yıldızı Fatma Toptaş çocukluğunda oyuncu olmak gibi bir düşünün olmadığını daha çok polis olmak istediğini söyledi

Bir çok oyuncuyla yaptığımız röportajda mesleğe sevgilerinin ve tutkularının çocuk yaşta başladığını okudunuz. Bu sefer ise farklı yanıtları aldığımız bir isim var karşımızda. Recep İvedik ile tanıdığımız Fatma Toptaş 2010 yapımı Herkes mi Aldatır, Özcan deniz’in Ya Sonra filmleriyle de karşımıza geldi. Oynadığı birçok dizi içinde son olarak Kiraz Mevsimi’nde hala zevkle seyrediyoruz. Oyunculuk macerasını sorduğumuzda çocukluğunda oyuncu olmayı hiç düşünmediğini ama polis olmak çok istediğini söyledi. İşte terse yatıran o cevaplar.

Senaryo size geldiğinde ne düşündünüz, bu filmde yer almayı neden istediniz?

Senaryo bana geldiğinde tam olarak bitmemişti. sonra düzenlemeler oldu. Bir kadının elinden bir erkek dilinin çıkması ilk başta beni çok cezbetti çünkü erkek hikayesi anlatılıyor aslında. Semra Hanım’ın (Dündar) senaryo yazımını, karakterleri kuruşunu inanılmaz beğendim. Bir de Rüya karakteri bugüne kadar benim hiç oynamadığım bir karakterdi. Bağımlılıkları olan, sevgisiz büyümüş bir kız, moda ikonu olmaya çalışmış ama bir türlü ailesine kendisini kabul ettirememiş. Karakterin hikayesi cezbetti, filmin de bir hikayesi, dili var. Bir yırtma hikayesini anlatıyor. İlk film de öyleydi, bir yırtma hikayesiydi. Devamında farklı karakterlerin, farklı hikayelerin olması da beni cezbetti. Oyuncu kadrosu da keyifli. Bülent Çolak’la oynamak çok keyifliydi keza Yıldırım Memişoğlu’yla da öyle. Aslında ben sinema, tiyatro ve diziyi bir bütün olarak düşünüyorum. Taşların bir tanesi eksik olsa domino taşı gibi yıkılabiliyor. Güzel ekip, güzel senaryo, iyi bir yönetmen…

Bir komedi filminde dramatik altyapısı olan bir karakteri canlandırdınız, bunun için nasıl bir hazırlık yaptınız?

Görüntümle başladım. Sonra da biraz karakteri irdeledim. Bağımlılıkları olan bir kız, biraz onu internet üzerinden araştırdım ama çok sert geçişler yapmamaya çalıştım. Daha ince nüanslar yapmaya çalıştım. Seyirciler beni değişik bir tipte görecekler. Ben Recep İvedik’le başladım ama işin hep dram tarafındayım. Film tür olarak komedi diye çıktığı için benim de o komedinin içinde olduğumu düşünüyorlar. Ama komedi ile dram aslında birbirlerini çok destekleyici türler. Bizim hayatımızda sadece gülmek yok ağlamak da var, ağlamak olmadan da komedi olmuyor. İkisi birbirine çok bağımlı. Neden hep komedi diye soruyorlar ama düşünsenize düşen insana üzüleceğimize gülebiliyoruz. Dört sinema filmi yaptım, bu oynadığım karakter bugüne kadar oynadığım hiçbir karaktere benzemiyor. Umarım yapabilmişimdir.

Bir dram filmi olan Ya Sonra’da da oynadınız. Bundan sonra da farklı türlere sahip filmlerde rol olmak istiyor musunuz?

Bana renk katabilecek, beni eğlendirebilecek, içinde mutlu olabileceğim herşeyi keyifle kabul edebilirim; korku, aksiyon hiç farketmez. Bana hayatımda ne kattığı da çok önemli çünkü her bir karakter cebine malzeme olarak giriyor aslında. Hem fiziksel, hem ruhsal değişimi seviyorum. Biraz aksiyon istiyorum aslında hiperaktif bir insanım, kabıma sığamıyorum ve yorulmak hoşuma gidiyor.

Türk sinemasında güzel kadın oyuncu komedide yer alır ama komedinin kaynağı değildir. Ama Hollywood’da Meg Ryan gibi komediyi sürükleyen güzel oyuncular vardır. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Galiba Gupse Özay biraz kırdı bunu Deliha filmiyle. Çok da keyifli olmuş film, çok beğendim. Gupse hem güzel, hem yetenekli olup, hem de yazabilen bir kadın oyuncu. Gupse bir kapıyı araladı gibi geliyor. Bundan sonra da umarım öyle devam eder. Filmin sadece erkek üzerine değil kadın üzerine kurulduğu zaman da başarılı olabildiğini Gupse gösterdi. O yüzden Gupse’ye çok teşekkür ediyorum.

1980’lerde ve 90’ların ortasına Türk sinemasında feminizmin etkisi görülmüştür. Dönemin Müjde Ar ve Nur Sürer gibi öne çıkan isimleri vardır. Senaryolar kadın dertlerini anlatır, kadını ön plana çıkarır. Ama 2000 sonrasında bir geriye gidiş olmuştur. Bunun sebebini nasıl yorumluyorsunuz?

Erkeklerin derdi daha fazla demek ki. Kadın artık çalışan, ayaklarının üzerinde duran bir kadın, erkekle arasına bir fark koydu.

Filmlerimde feminist olmayabilirim ama gerçek hayatta feministim diyorsunuz…

Hiç değilim. Tam tersiyim aslında. Tabii bazı noktalarda feminist duygularım canlanıyor. Kadın cinayetleri, dayaklar… Aslında çok büyük dramlar yaşanıyor, bunun için çok fazla çalışma yok. Var da üstünü kapama mı var? Dediğim gibi erkeklerin derdi daha fazla.

Yazıyla aranız nasıl?

Birkaç denemem oldu ama çok başarılı değilim. İşin mutfağında değil de ekran yüzü olmayı daha çok seviyorum. Keşke öyle bir yetenek olsa ben de yapabilsem. Ben kendi işimi yaptığım için yapamadığım şeylere müdahil olmayı sevmiyorum.

Oyunculuk nasıl çıktı?

Oyunculuk çocukluk hayalimdi derler ya benim hiç öyle bir hayalim yoktu. Tam tersine polis olmak gibi bir hayalim vardı. Ortaokul, lisede tiyatro kolundaydım hocalarımın belki kulağıma üflemeleri etkili oldu. Sonra o sırada yaptığım meslekten dolayı diksiyonumu düzeltmem gerekti onun için gittim Müjdat Gezen’e yazıldım. Aslında orada başladı. Hem diksiyon, hem oyunculuk dersi vardı. Oradaki hocalar da yapabileceğimi söyleyince başladı aslında. Sonrasında da devam etti.

Oyunculuk insanın hayatını değiştiren, her parçasını ele geçiren bir meslek. Çocukluktan beri oyuncu olmak istediğinde insanlar belki buna hazır oluyorlardır ama sizin gibi olunca bu baskıyla insan nasıl baş eder?

Çok büyük baskılar olduğunu düşünmüyorum. Yetiştirilme tarzıyla alakalı olduğunu düşünüyorum. Ailemde sevgiyle doğmuş bir çocuğum, herkese kucak açıp her şeyi sevebiliyorum. Çünkü öteki türlü nankörlük etmişim gibi geliyor Allah’a. Sağlığım yerinde, keyifliyim, iş yapabiliyorum, elim ayağım tutuyor. Bugün oyunculuk yapmasam herhangi bir şeyi de yapabilirim. Ama sevdiğim mesleği yapmaktan son derece keyif alıyorum. Evet ideallerim var, kendimce bir kariyer planım var ama bunu kafaya takıp delirmiyorum. Bazen dışarı çıkıp kendime baktığımda “Ya biz ne yapıyoruz” dediğim zamanlar oluyor. Çok dipsiz bir kuyu, eş eş altı bitmiyor. O yüzden belki de keyifli. Ben uğraşmayı seviyorum, herhangi bir iş olsa çözdüm bitti deyip kenara koyabilirim ama oyunculuk öyle bitmiyor, her gün yeni bir şeyler çıkıyor, yeni bir karakter, yeni bir yolculuk.

Sinema, tiyatro ve diziyi birbirinden ayırt etmediğinizi söylediniz. Bunlar oyunculuk dili açısından birbirinden farklı alanlar, bunlardan birinde kendinizi olgunlaştırmak oyunculuk dilini oluşturmak anlamında önemli olabilir. Sizin tercih ettiğiniz yolda her dalda kendinizi olgunlaştırabileceğinizi düşünüyor musunuz?

Evet. Dediğim gibi her karakter sana farklılık katıyor. Hepsi bir bütün ama ben tiyatroyla başladım tiyatronun yeri diğerlerinden çok başka. Sinema yaptın, çektin, bitti ondan sonra seyirci ile buluşacaksın. Tamamen seyircinin inisiyatifine kalmış, beğenir ya da beğenmez. Dizide her hafta kendini düzeltme şansın var. Tiyatroda öyle değil. Biraz belki sinemaya benziyor, gelen seyirci bir kere geliyor, izliyor, notunu veriyor ve gidiyor. Tiyatro bir tık daha benim için ön planda. Bana katkısı tiyatronun çok fazla, hem bedenimi çalıştırıyorum hem beynimi çalıştırıyorum, hem de ruhumu besleyebiliyorum. Orada sarfettiğin efor çok fazla çünkü bir kere, başka şansın yok. Tiyatro Haluk Bilginer’in de söylediği gibi mihenk taşı. O sahne tozunu bir kere aldın mı oradan vazgeçiş yok. Bir oyuncunun temel taşı. Tiyatro yaparken sinema ve dizi yapmak acayip keyifli. Bir kere bana öyle denk geldi, tiyatronun öbür tarafa büyük katkısı oldu.

Filminiz vizyona girecek aynı zamanda Kiraz Mevsimi dizisinde oynuyorsunuz, bundan sonra sinema, dizi proje tercihlerinde nasıl bir yol izleyeceksiniz?

Bugüne kadar dizide hep şehirli kadını oynadım, güzel, bakımlı, alımlı.. Galiba Kiraz Mevsimi’den sonra daha farklı şeyler tercih edeceğim. Tabii gelen senaryoya göre de değişiyor.

Benim size sormadığım sizin filmle ilgili söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Keyifli bir iş. Sekiz yaşındaki çocuğun da 70 yaşındaki adamın da rahatlıkla gidip izleyebileceği, verdiği paranın karşılığını alacağı, bol bol gülebileceği bir film oldu.

 

 

1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.