Yayın hayatına Kanal D’de başlayan, şimdilerde ise Star TV ekranlarında cumartesi akşamları izleyici ile buluşan sevilen dizi Urfalıyam Ezelden’in fedakâr Cemal’i Bülent İnal ile sizler için keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Umarız sizlerde okurken keyif alırsınız.

İlk hedefiniz meşhur olmak olmamalı, öncelikle oyunculuğun tadını çıkartmalısınız, keyfini almalısınız, onu yapmayı çok istemelisiniz ve onun için çok çalışmalısınız…

 

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü Oyunculuk Ana Sanat Dalından mezun oldunuz. Oyunculuk okuma kararınızda ne belirleyici oldu?

Liseden sonra İzmir Bornova’da tiyatro kursları başladı diye bir afiş gördüm. Tamamen tesadüf. Bir arkadaşımla yürüyorduk, çokta canımız sıkılıyordu, yapacak bir şeyimizde yoktu. O kurslara başladım ve üç yıl kadar sürdü o kurs. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesini kazanmama ve orda bir yıl okumama rağmen oyunculuk daha ağır bastı, bu mesleği yapmaya karar verdim. Ondan sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin tiyatro bölümüne girdim. Böyle bir serüven oldu.

Sonrasında süreç nasıl gelişti? İstanbul’la gelişiniz nasıl oldu?

Aslında bizim İstanbul’a gelmek gibi bir niyetimiz yoktu. İzmir şehir tiyatroları kuruluyordu o yıllarda. Hazırlıklar vardı, çalışmalar yapıldı. Bizde o ekibin genç kadrosu olacaktık. Aslında İstanbul’daki karmaşanın içine gelmek istemedik. Herkes İstanbul’a gidiyordu. Biz İzmir’de kalıp şehir tiyatrosunu olgunlaştıralım, geliştirelim gibi bir fikrin peşindeydik. Fakat belediyenin şartları çok olumlu olmadı. Bir yıla yakın hazırlık sürecine rağmen belediye kaynak bulamadığı için şehir tiyatrosu kurulamadı. Bizimde bunun dışında İzmir’de yapacak çok bir şeyimiz yoktu. İstanbul’da Devlet Tiyatrosunda bir oyun başlıyordu ve İzmir’de hocamız olan Devlet Tiyatrosu sanatçısı Mahmut Gökgöz bizi davet etti. Yücel Erten’nin yönettiği bir oyunda İstanbul serüvenimiz başladı. Çok isteyerek gelmedim fakat hayat başka türlü gelişti İstanbul’da.

 

 

Buradan bakınca küçük şehirlerde, taşrada yaşayıp oyuncu olma hayali olanlara oyuncu olma, tutunma ya da doğru yolda ilerleme noktasında ne önerirsiniz?

Biz ne söylersek söyleyelim hem şans çok önemli bir faktör, hem sizin yaptıklarınız, doğru zamanda doğru yerde olmak. Yani birçok unsur var bunları bir araya getiren. Bazen çok iyi bir oyuncu olabilirsiniz ama o anda doğru zamanda doğru yerde değilsinizdir ve sizin farkınızda olamayabilirler. Ama en önemlisi tabii ki oyunculuğu gerçekten sevmek ve yapmak istemek. Birincisi oyunculuğun tadını çıkartmak, keyfini almak. İlk hedefiniz meşhur olmak olmamalı, öncelikle oyunculuğun tadını çıkartmalısınız, keyfini almalısınız, onu yapmayı çok istemelisiniz ve onun için çok çalışmalısınız. Zaten sizin yaptığınız şeyleri muhakkak bir gören, fark eden ve değerlendirmek isteyen olabilir. Size verilen şansları da iyi değerlendirmelisiniz. Ama şuan benim gördüğüm en büyük sıkıntı herkes hemen meşhur olmak istiyor. Tekrar söylüyorum öncelikle bence mesleğin keyfini çıkartmayı deneseler çok daha iyi olur, oyunculuğu anlayıp hayatın her alanına yayarak yaşamaya çalışmak gerek.

 

Tiyatro, sinema ve dizi oyunculuğu noktasında özel bir tercihiniz var mı? Dizi oyunculuğu toplumun bir kesiminde makbul görülmüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Tabi herkesin fikrine saygı duyuyoruz, yapacak bir şey yok. Ama bu bizim mesleğimiz. Biz dizi oyunculuğu yaparken çok aşağılık bir şey yapmıyoruz. Oyunculuk yapıyoruz ve mümkün olduğu kadar da ahlaklı ve temiz yapmaya çalışıyoruz. Şuan sektörün çok büyük bir bölümü en azından ekmeğini buradan kazanıyor. Gönül ister ki bizde yılda bir sinema filmi çekelim. Ama böyle bir sektör, böyle bir gerçek yok. Şuan Türkiye’nin bu konuda ki en büyük gerçeği televizyon ve televizyon dizileri. Bu bir tercihtir aslında. Siz sinemayı da tercih edebilirsiniz, o yolda da ilerlemek isteyebilirsiniz. Sadece tiyatroyu tercih edip oradan da devam edebilirsiniz. Ama bazıları hepsini birden yapıyor. Bu noktada belirleyici olan vaktiniz neye kalıyor, neyi tercih ediyorsunuz. Benim hayatım öyle gelişti. Tiyatro diye yola çıktım şuan televizyonda daha çok vakit geçiriyorum. İyi senaryolar, iyi yönetmenler beni çağırdığında kaçırmıyorum. Bir sinema filminde oynamaktan keyifte alıyorum. İlk yıllarda tiyatro yapmayı çok istesem de uzun süre sahnede olmayınca şimdi bir korku var tabi yapabilir miyim, becerebilir miyim korkusu. Biraz onu atlatıp tiyatroda yapmak istiyorum. Bu noktada kimin ne dediği çok umurumda olmuyor açıkçası, benim ne hissettiğim önemli. Ben yaptığım işi seviyorum, keyif alıyorum.   Keyif almadığım bir şeyin içerisinde bulunmuyorum.

Biz sizi Ihlamurlar Altında dizisi ile tanıdık. Bu dizi sizin kariyerinizde nerede duruyor? Bunun dışında oyunculuk kariyerinize damgasını vuran projeler neler?

Şimdi tabi Ihlamurlar Altında’dan önce ATV’ye yaptığımız Kurşun Yarası vardı. Ama geniş kitlelerin tanıması Ihlamurlar Altında ile oldu. Hayatımda önemli bir proje. Ben hem karakteri çok severek oynuyordum hem de o dizi içerisinde bulunmaktan çok keyif alıyordum. Bir kere çok doğru kurulmuş, çok doğru yazılmış sektör açısından da ilk değilse bile bazı açılardan ilkleri başarmış bir projedir. Daha sonra onun taklitleri ya da uzantıları yapılmaya çalışıldı ama müziğiyle, senaryosuyla, oyuncularıyla, rejisiyle benim için çok özel bir projeydi. Hem tanınmamı sağladı, hem de diğer işlere bakış açımda bana yol gösterici oldu. Ondan sonra Karayılan gibi, Bu Kalp Seni Unutur mu? gibi, Tatar Ramazan gibi yapmaktan çok keyif aldığım işlerin peşinde koştum. Biraz farklı farklı işler yapmaya çalıştım. Çok başarılı oldu ya da olmadı tartışılır ama ben çok keyif aldım. Şimdi de Urfalıyam Ezel’den benim kendi oluşturduğum bir hikâyeydi. Hem yazılan karakterler, hem bu ekibinin içerisinde olmak, o karakterlerle birlikte oynamak beni çok mutlu ediyor.

Farklı projelerde yer alan biri olarak ileride yönetmenlik koltuğunda karşımıza çıkar mısınız?

Açıkçası zaman ne gösterir bilmiyorum ama yönetmenlik kısmı, özellikle de dizi yönetmenliği oldukça zor bir iş, beni yoran bir iş olur ve dolayısıyla yapmak istemem. Ben biraz şartlardan dolayı da haftanın yedi gününü sadece bir proje için gece-gündüz geçirmek istemem. Hayatımı, ailemi ve çevremi çok önemsiyorum dolayısıyla sadece iş değil, onlara vakit ayırarak hayatımda daha doğru ilerleyeceğimi düşünüyorum. Yani dizi yapmam ama sinemada ne çıkar karşıma onu şuan bilmiyorum. Ama ben hikâye yönetmeyi, yazma kısmını daha çok sevdiğimi fark ettim. Urfalıyam Ezelden’in hikâyesini Sinan Tuzcu ile beraber oluşturduk. Bu kısmı bana daha keyifli geliyor. Hem oynayıp hem farklı hikâyelerde yeni şeyler söylemeye çalışacağım.

 

Yakın zamanda Derviş Zaim’in yönetmenliğini yaptığı Balık adlı filmde oynadınız. Bizlere sizin rolü kabul etme süreç ve nedenlerinizden bahseder misiniz?

Derviş Zaim çok sevdiğim bir yönetmendir. Arkadaş olarak da çok severim, yönetmen olarak da. Senaryosunun matematiğini çok doğru bulurum. Çok yalın ve güzel bir dili vardır. Yarattığı karakterler, hikâye sizi içine alır. Bu projeyi de okuduğum zaman ben bu karakteri oynamak, bu hikâyenin içerisinde olmak istiyorum dedim. Yani en önemli sebep Derviş Zaim olması ve senaryonun her anlamda beni tatmin etmesi.

Urfalıyam Ezelden fikri nasıl ortaya çıktı? Urfa doğumlu olmanız etkili mi mesela?

Benim sıra gecesi ailesi ve onların İstanbul’da tutunma hikâyesine dair bir fikrim vardı. Urfalı olmamın da tabi bunda etkisi var. Bu hikâyenin çok işlenmediğini biliyordum. Buradan da seyircinin seveceği güzel bir hikâye çıkacağını düşünüyordum. Birazda kendi doğduğum, yaşadığım yerler ve ailemizde şuanda yaşamayan insanlara bir vefa duygusundan yola çıkarak böyle bir proje fikrim vardı. Sinan Tuzcu ile 1,5 yıldır aynı sokakta oturmamıza rağmen pek görüşemiyorduk. Bir akşam biz 1,5 yıldır aynı sokakta oturuyoruz. Neden görüşemiyoruz, dışarı çıkalım dediğimiz akşam Urfalıyam Ezelden ortaya çıktı. Biraz kısmet, şans diyebilirim. Çünkü Sinan senaryo yazmaya karar verdiğini söyledi. Bende böyle bir fikrim olduğunu söyledim. Birazda beni gaza getirerek gel bunu yapalım dedi ve bu hikâyeyi yazmaya başladık. Kısa sürede Faruk Bey (Turgut) sağ olsun bu projeyi yapmak istedi ve 3 ay içinde kendimizi sette bulduk. Şuan projenin senaryo grubuna ben dâhil değilim. Sinan o ekibin başında ve dört kişilik bir ekiple yazıyorlar. Şuanda sekizinci bölümü çekiyoruz. Bir hayalle başladı, böyle gerçekleşti. Bizim ilk işimiz bizde birçok şeyi öğreniyoruz. Yazmanın özelliklede 120-130 dakikalık bölümler yazmanın ne kadar zor olduğunu yeni yeni öğreniyoruz. Biraz yalpalıyoruz bazen ama ilk işimiz olmasına rağmen hem sektör hem izleyici anlamında iyi bir iş olduğunu düşünüyorum. Bu her ne kadar reytinglere yansımasa da biz ilk işimiz olması sebebiyle kendi adımıza çıkan sonuçtan memnunuz.

 

Yeri gelmişken Türkiye’deki reyting olayına bakışınızı sormak istiyorum. Urfalıyam Ezelden’in reytingleri neden düşük?

 

Ben sürekli sokakta olan bir oyuncu olarak şöyle bakıyorum; bu güne kadar yaptığımız birçok iş oldu. Ihlamurlar Altında döneminde ben sokağa çıktığımda ne tepki alıyorsam, bu diziyle de şuan sokakta aynı tepkiyi alıyorum. Ama o zaman 15 reytingle birinci olurken şimdi 3-5 reyting arasında dolaşıp duruyoruz. Bunun sebebini bilemiyoruz. Tabi bilsekte çok dillendiremiyoruz sektör olarak. Bu reyting sistemiyle sürekli oynandıkça ve ne olduğunu bilmedikçe böyle sonuçlarla karşılaşıyoruz. Bir sistem var, hepimiz onun içerisine dâhil oluyoruz. Sektör çok beğense de, insanlar çok beğense de bazen o diziler iyi sonuç alamayabiliyorlar. Biz beş bölüm yayınlanmamıza ve dereceye girmemize rağmen sanki tutmamışız gibi bir algı oluştu. Ama öyle bir şey yok. Yani bu sene girip tutan ve şuana kadar devam eden bir iki işten biriyiz aslında. Fakat bilmiyorum belki yayınlandığı kanalın sistemine uymadı bizim dizi ya da maliyetleri. Kanal D ile yollarımızı ayırdık ama Star TV’de devam ediyoruz. Onlar haberi duyunca projeyi çok beğendiklerini ve almak istediklerini söylediler. Bizde çok memnun olduk. Şimdi yolumuza oradan aynı keyifle işimizi yaparak devam ediyoruz. Seyircinin de çok beğendiğini düşünüyorum. Cumartesi günü yine çok zor bir gün. Artık her gün çok zor. Çok proje var ve sizin o aradan sıyrılıp yukarılara çıkmanız biraz zaman alıyor. Bu nedenle her işe zaman tanımak ve yardımcı olmak gerekiyor diye düşünüyorum. Bizde bunu başaracağız inşallah. Herkes birinci olmak istiyor ama maalesef her günün bir tane birincisi oluyor. Bizde onun için uğraşıyoruz, çalışıyoruz. Ama şuan herkesin tabi olduğu sistem bu. Nasıl işliyor, nasıl gidiyor onu da çok bilmiyoruz. Televizyoncular, reklamcılar, o sistemi işletenler biliyorlar. Sektörün kanayan yarası bu şuan. Bir hafta birinci olan bir dahaki hafta olamıyor beşinci oluyor, sonra tekrar birinci oluyor. Eskisi gibi sabit bir durum yok. Çok git gelli bir reyting sistemi var ve herkes aslında o sistemi çözmeye çalışıyor.

 

Dizide ekibin enerjisi çok yüksek bence. Normalde dram özellikleri taşımasına rağmen çoğu noktada izleyiciyi keyiflendirende bir dizi. Konu nereye gidiyor, dizinin enerjisi de bu kadar yüksek devam edecek mi?

 

Devam ettirmek için uğraşıyoruz. Sıra gecesinin bir özelliği vardır. Sizi bir gazelle ağlatır, sonra neşeli bir türkü ile oynatır. Bizde sıra gecesinin bu özelliğini diziye yansıtmayı düşündük. Yani dizi sizi on dakika eğlendirip, keyiflendirip sonra birden ağlatabiliyor. Böyle bir gücü, enerjisi var dizinin. Benimde en sevdiğim yanı bu. Zaten kurduğumuz ailede biraz öyle. İşleri neşeli olan ama hayatları o kadarda neşeli olmayan bir ailenin hikâyesi. Hem karakterler çok iyi oturdu. Senaryonun dili de çok lezzetli. Biz bir klişe anlatıyor gibi olsakta, klişeleri kullansak da onu lezzetli anlatmaya çabalıyoruz. Belki de seyirciye bu keyifli gelmiştir diye düşünüyorum.

 

Dizinin kadrosu oldukça güçlü ve kalabalık bir ekip. Ekiple ilişkileriniz nasıl? Zor oluyor mu çok karakterli bir hikâye anlatmak?

Bu dizide bir karakter diğerinden daha aşağıda ya da yukarıda değil. Bizim için önemli olan bu ailenin hikâyesi. O yüzden kalabalık ama hepsi başrol, hepsinin bir katkısı var. Biri olmadığı zaman bir tarafımız aksak kalıyor. O yüzden seyirci açısından da kıymetli ve önemli bir hikâye olduğunu düşünüyorum. Yani iki kişinin birbirine bakmasıyla, birbiriyle uzun uzun konuşmasıyla giden bir hikâye değil. Daha renkli, daha cazip, daha eğlenceli giden bir hikâye gibi geliyor, inşallah da böyle devam edecek. Ekibin enerjisi çok yüksek, sette en çok konuştuğumuz şey bir proje yaparsınız bol reyting alır birinci olursunuz ama bu kadar keyifli ve neşeli olamayabilirsiniz sette. Hem arkadaş ilişkileri çok güzel, hem senaryoyu alıp genel sahneleri okuduğumuzda aldığımız enerji, tat çok güzel ikisi beraber gidiyor. O yüzden çok keyifli ve önemli bir set bence. Sektör adına da bizim adımıza da. İnşallah böyle devam eder.

 

Dizi dışında kesinleşmiş projeleriniz var mı?

Şuan yok. Film teklifleri geldi ama şuan bu yoğunlukta, özellikle bu kış ayında mümkün değil. Ama inşallah yaza belki kendimizin yazacağı bir filmi yaparız diye projelerimiz var Sinan’la. Bakalım… İnşallah…

Nergiz KARADAŞ

Ankara doğumlu olan Nergiz Karadaş, 2007 yılında Başkent Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Radyo TV ve Sinema bölümünü bitirdikten sonra Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo TV ve Sinema Anabilim dalında “Türk Sinemasında Bir Oyunculuk Analizi: Şener Şen Örneği” başlıklı yüksek lisans tezini tamamladı. 2017 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sinema-TV Anabilim Dalı’nda “1980 Sonrası Türk Sineması’nda Zenginlik Temsilleri Üzerine Bir Alımlama Çalışması” başlıklı doktora tezini tamamlamıştır. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümünde Dr Öğretim Üyesi olarak çalışmaktadır. İki yılı aşkın bir süredir Cinedergi’de dizi kritik yazarı olan Nergiz Karadaş’ın uluslar arası ve ulusal hakemli dergilerde, kitaplarda sinema ve kültürel çalışmalar ile ilgili yazılmış makaleleri bulunmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.