Bu ayın önemli filmlerinden Mavi Dalga’nın yönetmenleri Zeynep Dadak, Merve Kayan ve başrol oyuncusu Ayris Alptekin ile konuştuk. Yönetmenlerin dediği gibi birbirlerinin yoluna taş koyan değil birleştikçe güçlenen kadınlarla karşılaştık…

Türk sinemasında kadın meselesi her zaman kafamda dönen sorudur. Bu aslında sadece sinemamızın değil toplumumuzun bir göstergesidir. Bir toplum kendini, refahını insanlarının özgürlüğü, eşitliği ve mutluluğu üzerinden ancak ifade edebilir. Benim için sosyal adalet toplumdaki kadın ve erkeğin eşitliği üzerinden ancak anlaşılabilir. Bu anlamda sinemayla yaşayan bir insan olarak her zaman sinemamızdaki kadın unsurunu önemsedim ve dert ettim. Bir çok kadın yönetmenimiz ve kadının içinde var olduğu filmimiz var. Ama toplumdaki rolleri kabul eden, sınırlamaları zorlamayan, kendi kimliğini erkeğin sıkıştırdığı yerlerde bulmaya çalışan karakterlerden bıktım. Sinema öncü olmalı, sinema cesur olmalı, sinemadaki kadın toplumun içinde olmadığı kadar yaratıcı ve ısrarcı olmalı. Erkekten bağımsız kimliğini, cinselliğini, özlemlerini ifade edebilmeli. Bu anlamda Mavi Dalga filmini Antalya film festivalinde seyrettiğimde demin söylediklerimin peşinden giden kadınları gördüm. Filmin yönetmenleri Zeynep Dadak, Merve Kayan ve başrol oyuncusu Ayris Alptekin’le konuşmak benim için önmliydi. Özellikle Ayris Alptekin’in naif gözüken ifadesinin altındaki belli belirsiz öfke ve bu öfkenin tetiklediği kısa ama önemli cevaplar bu röportaj benim için değerli kıldı. Yönetmenlerden yeni filmler Ayris’ten de dertlerini ona en uygun gelen şekilde ifade edebileceği üretimler bekliyorum.

Sizi bu senaryoyu yazmaya iten şey neydi?

Zeynep Dadak: Bir filmi hayal etmeye başladığımızda kendi deneyimlerimizden yola çıkıyoruz ama o deneyimleri bire bir senaryoya aktaracağımız bir olaylar ağı değil de bir tür dünyaya bakış açısı sağlayan pencere gibi düşünüyoruz. Mavi Dalga’da da küçük şehirlerde büyümüş iki kadın olarak, o şehirlerde büyüme deneyiminin nasıl bir şey olduğuna dair konuşmaya başladık kendi aramızda. Ondan sonra yavaş yavaş nasıl karakterler olabileceğini hayal etmeye başladık. Bir taraftan bu karakterin nasıl müzik dinleyeceğinden, nasıl bir ailesi olacağını, ne okuyacağını, yaşadığı yerin sokaklarını hayal etmeye o anlamda görsel, işitsel dünyayı dramatik dünyayla hep birlikte örerek kurabileceğimiz bir film yaratmaya başladık.

Yönetmenlik bir ego işi; filmde iki yönetmen olarak çalışmak bir ego çatışmasına neden olmadı mı? Bu birliktelik nasıl doğdu?

Merve Kayan: Bir sanat eseri ortaya çıkarmak tabii ki eninde sonunda kişisel bir yere dokunan bir şey ama yönetmenliğin egoyla ilgili olduğuna kesinlikle inanmıyorum. O kadar geniş bir alan ki bunu bir ego haline getirmek o listenin başında yer almıyor en azından bizim gibi birlikte üretmeye alışmış ve bundan keyif alan insanlar için. İki kişi bir filmi yönetmek, bir filmi yazmak kendi egonuzun başka biriyle çatıştığı bir şeyden çok daha fazla bir tür ortak ego yaratabilmek belki de. Ve o egoda illa insanları ezmek ve otorite kurmak üzerinden olmak zorunda değil. Daha çok yaratmaya çalıştığınız şeye birilerini ikna etmek ve birlikte yaratmak üzerine olan bir şey. Ama tabii ki son söz yönetmenin olmak zorunda, hadi çıktık yola, herkes bir şey söylesin film yapalım diye bir şey yok. İnsanlar tek başlarına da farklı şekillerde çalışıyorlar. Bazıları oturup gerçekten içinden bir şeyler çıkaran şeyin kendi egosu olduğuna inanabilir. Ama Zeynep için de benim için de bizim için en kişisel olanın karara dönüşmesiyle alakalı bir şey değil film yapmak. Onun için bir şeyin üzerinde konuşup gerçekten anlatmak istediğimiz hikâyeye en iyi ne hizmet edecekse onda karar kılmak zaten başlı başına daha kollaboratif bir şey.

Zeynep Dabak: Tabii ki dünyada yaygın olan tek başına yönetmenlik yapmak. Çoğu yönetmenin aslında müthiş yardımcıları var belki kendilerinin bir sürü kararı vermesine bile gerek kalmıyor. Hitchcock’la ilgili konuşulan poster tasarımcısı olmasaydı, ya da Bernard Herrmann’ın müzikleri olmasaydı, şu asistanı olmasaydı, ya da karısı olmasaydı bunları yazamazdı gibi… O yüzden öyle baktığınızda bir büyük egonun altında toplanmış işler bütünü gibi görülebiliyor ama bizim daha ideolojik bir yerden de o görünmeyen mekanizmaları açmak ve oradan nasıl ortak ego çıkar, zaman zaman iki kere yutkunup, bazen çok yapmak istemediğin şeyi söyleyip diğerinden nasıl tepki alacağını görmek, böylece bir şeyi iki kere düşünmek… O kadar çok katmanı olan bir şey ki bunun kendisi bize film yapmak kadar heyecanlı gelen bir şey.

Filmin konusu önemli çünkü bizde ergen dünyasını onun doğallığı içinde anlatan film yoktur. Ergen dünyasını belirli konumlar içinde kullanan filmler vardır. Bir cast problemi var aslında. Oyuncuları nasıl seçtiniz?

Merve Kayan: Bizim şansımız senaryonun erken aşamalarında hatta senaryo ortada yokken treatment aşamasında cast direktörümüz Ezgi Baltaş’la çalıştık, onun bu projenin ne kadar önemli bir parçası olduğunun farkındaydık. Her ne kadar bir genç kadın karakterin hikayesini anlatmak istesek de bir yandan da bunu onun etrafındaki arkadaş grubunun üzerinden anlatmak istiyorduk. Bunun için de ideal olanın başka birçok yönetmenin yaptığı gibi farklı farklı yerlerden oyuncuları toplamak ve onlarla sıfırdan çalışmak yerine, bir grup olsa da onları biz filmin içine alabilsek gibi bir hayalimiz vardı. Ezgi de bizi Galata Perform’da birlikte oyun sahneleyen, yazan bir grup gençle tanıştırdı. Biz film çekimine çok yakın bir ana kadar onların filmde olup olmaması konusundan çok da emin değildik açıkçası.

Zeynep Dabak: Ayris’ten (Alptekin) emindik de aynı grubu taşımalı mıyız, bu kadar zamandır birlikte çalışmak bir tür ezber hissi yaratır mı gibi çekincelerimiz vardı ama sonra o grup dinamiğini filme de taşımak istedik.

Senaryoyu okuduğunuz zaman rolünüzde sizi etkileyen şey ne oldu, ikincisi arkadaşlarınızla aranızdaki daha önceki tecrübeleriniz filme etki etti mi?

Ayris Alptekin: Setten yaklaşık bir ay öncesine kadar bizim elimizde son draft vardı. Olay örgüsü hakkında tabii ki bir fikrimiz vardı ama metni biz bir, bir buçuk ay önce okuduk. Üç sene öncesine dayanan bir çalışma disiplini olduğu için ve audition gibi bir şey söz konusu olmadığından kendimizi zaten işin bir parçası olarak hissediyorduk. Oyuncu olarak zaten birlikte bir şeyler üreten, birlikte büyüyen beş arkadaş olarak bir deneyim paylaşımı, senaryo yazımına dair çalışmalar yapıyorduk. O yüzden her zaman filmin içine dahildik. Senaryoyu okuduğumda ben “Bunun içinde olmalıyım” gibi bir mesafe yoktu, zaten içindeydim, oyuncu olarak var olmasam da ben filmin bir parçası olarak hissedebilirdim.

Bazı roller vardır hazırlanmak gerekir ama bu filmdeki gibi roller çok da sizdendir, oyuncunun sinema dili açısından biraz kafası karışabilir, bu dengeyi nasıl sağladınız?

Ayris Alptekin: Merve ile Zeynep’e de sıkça sorulan bir soru otobiyografik öğelerin olup olmadığı. Tıpkı Merve ile Zeynep’in pozisyonu gibi bizim pozisyonumuz için de aynı şey geçerli. Neticede Deniz’in karakterinin içinde Ayris’ten parçaların olduğunu reddetmek yanlış olur. Ama Deniz’in Ayris olduğunu söylemek ve bunun bir role hazırlanmayı zorlaştıran ya da kolaylaştıran bir şey olduğu genellemesini yapmak da biraz yüzeysel olur. Tabii ki benim içimden bazı parçalar vardı Deniz karakterine ait, role hazırlanmak açısından evet çok fazla konuştuk ama bir yandan da hiç konuşmamıştık. Bir oyuncu olarak analiz etme süreci bir günde, o da set zamanında Balıkesir’de üç, dört saatlik bir şeydi. Zaten o kadar çok içindeydim ve senaryoyu okumadığım için tabii ki benim kafamda da bir Deniz karakteri var ve o Deniz karakterini tahayyül ederken aslında benim için oyunculuk kısmında da bir şeyler oturmuştu.

“Kadın yönetmen” tanımını cinsiyetçi bir yaklaşım olarak görenler de oluyor ancak sizin filminize baktığımızda bir erkek yönetmenin belki de algılayamayacağı özelliklere sahip olduğunu görüyoruz. Filmin bir kadın filmi olarak nitelendirebileceğini herhalde düşünmüşsünüzdür.

Zeynep Dabak: Kadın duyarlılığı denen şey, bir kadının duygusal dünyayı daha iyi anlatabilmesi gibi şeyler toplumsal olarak insanların üzerine giydirilen bir şey. Kadının sanki gücü yalnız oradadır, “Onun dışında bir şey yapamaz ama onu layığıyla yapmış” çok söylenen bir şey. Bu nasıl insanlar olduğumuzla ilişkili. Bizim örnek aldığımız çok fazla erkek yönetmen var. Hep söylerim Mike Leigh. Onun kadar duygu dünyasını ince analiz eden, o dünyadaki bin bir katmanı gösteren yönetmen çok azdır. Güçlü bir kadın karakter yaratmak istemek başka bir şey, “Öyle bir film yapalım ki bu film bittiğinde bu karakter kadınların gücünü göstersin gibi” bir idealist cümle kurmak başka bir şey. Bir yönetmen ikincisini yaparak yola çıkamaz, bir yönetmen bir karakter yaratır, o karakteri öyle bir şekillendirir ki o karakter en politik yanlış şeyleri yapsa bile sonuçta ortaya güçlü bir kadın çıkar. Bizim yapmak istediğimiz böyle bir şey. Ayris’in de dahil olduğu çevremizde ilham aldığımız arkadaşlarımız, sanatçı ya da olmayan bir çok kadına bakmak, nasıl bir dünya hayal ettiğimizi düşünmek o gücü karaktere ve onun dünyasına verdi diye düşünüyoruz.

Merve Kayan: Bir de senaryoyu yazarken daha sonra bize ne soracaklar gibi şeylerden uzak durmak çok önemli. Kendimizi ve hikâyeyi korumak anlamında. Zeynep’in dediği gibi bu meseleleri içselleştirip sonra anlattığın hikâyenin altına onların doğal olarak döşenmesi ideal olan. Yoksa başlı başına bir filmin matematiğini izlerken onu fark etmeyecek şekilde kurmak çok zor bir şey bir de onun üzerine bu noktalarda burada ne doğru oldu, ne yanlış oldu, istediğimiz yere gidiyor mu gitmiyor mu diye düşünmek iyice bu kimyayı alt üst ederdi. Onun için biraz daha akışına bırakıp ara ara, zaten iki kişi yazdığınızda bu biraz doğal olarak olan bir şey. Bir şeyleri yazıp hep üzerine konuşuyorsunuz. Belki tek başına kendi kafasında yapması senaristin o kadar kolay olmayabilir.

Zeynep Dabak: Biz hiçbir zaman kadın yönetmen denmesinden gocunmayız. Filmimizde yaptığımız şey ve karakterler de toplamda geriye dönüp baktığımızda, birbirinin yoluna taş koyan değil birlikte durdukça güçlenen ve üretebilen kadınlar. Setimizde de, öncesinde sonrasında da, oyuncu kadromuzda da hakikaten çok ilham verici bir ruh vardı. Tabii ki yönetmeniz ama eğer biz kadınlara güç veren bir şey yapabiliyorsak bu dünyanın içerisinden bu çok güzel olur.

Rolünüzü içselleştirirken bu konuştuklarımızın üzerinizde etkisi oldu mu?

Ayris Alptekin: Kadın olmanın bilinciyle hareket etmek bir kırılganlık mı yoksa bir güç mü yaratıyor, ya da onu yok saymak mı daha kırılgan veya daha güçlü kılıyor? Tam olarak cevabını bulamadım. Deniz karakteri ergenlikte ve bir kimlik arayışı var, sadece ergenlikle de ilgili değil bu. Bir kadınsın bedeninle veya zihninle bir arayış halindesin ama her zaman bana kişisel olan şey daha güçlü geldiği için aslında sadece varoluş mücadelesi vermenin içinde de o kadınlıkla ilgili bilinç var, aynı zamanda kadın olmakla ilgili mücadelenin içinde de varoluş mücadelesi var. Her şey birbirinin içinde o kadar karışık ki, Deniz’in kafasında olduğu gibi.

Zeynep Dabak: Gerçekten Ayris’in söylediği gibi. Hiç konuşmamıştık üzerine sağlaması gibi oldu. Onun kendiliğinden olması lazım. Öbür türlü bir mesele sineması, içi dolu olmayan bir mesele sineması yapıyorsunuz ama zaten meseleniz varsa ve yaparken o mesele kendi kendine bir yerden çıkıyorsa o zaman daha güçlü oluyor.

Merve Kayan: Zeynep ve ben her gün aramızda kadın olmak üzerinden birçok farklı muhabbet yapıyoruz. Her gün farklı farklı şekillerde kadın olmanın ne demek olduğunu zaten sorgulayan insanlarız. Bunun da yaptığımız şeyin içinde olmasına şaşırmamak lazım.

Filminizi tür olarak nereye koyuyorsunuz? Gençlik ve dram değil de daha çok politik bir film gibi.

Zeynep Dabak: Geçen gün bir izleyicimiz “Gençleri sömürmeyen bir politik gençlik hikâyesi” dedi. Hoşumuza gitti. Hakikaten bir dünyaya bakarken dünyaya ne kadar mesafeden bakacağınız çok önemli. Biz o anlamda baktığımız bir yeri yargılayarak anlatmak değil de o dünyayı biraz açıp insanların o dünyayı yargılayacaklarsa kendi yargılarıyla baş başa kalmalarını sağlamak hep daha önemli bizim için. O anlamda bir yere koyabilirsiniz.

Gençlik politikanın kendini en fazla gösterdiği yaş. İnsan daha heyecanlı olabiliyor, tepkilerini daha rahat ortaya koyabiliyor. Sonuçta elinizde bir senaryo var ama sizin de politik duruşunuzla ilgili mi bu rol?

Ayris Alptekin: Benim ya da benim arkadaşlarımın temsiliyeti yok. Sinemada beni en çok heyecanlandıran şey temsiliyetini görmek seni yalnız hissettirmiyor, bu çok rahatlatıcı ve heyecan verici bir şey. Kötü bir şey yapmıyorum, kötü bir insan değilim, tek değilim, prototip olsa da sana benzeyen birini görmek seni çok mutlu ediyor. Deniz aslında çok fazla temsiliyeti olmayan bir karakter. Bu kadar klişe bir şeyi hiç klişeye başvurmadan anlatmak da çok önemli.

Bu soruyu kadın yönetmenlere hep soruyorum; Türk sinemasında 80’ler ve 90’ların ikinci yarısına kadar Türk sinemasında feminizmin etkileri olduğunu görürüz, 2014’teyiz 2000 sonrası sinemada en azından ben kendi adıma bu konuda geriye bir adım atıldığını düşünüyorum. Bu konuda sizin yorumunuz nedir?

Zeynep Dadak: Benim aklıma hemen Bilge Olgaç geldi mesela. 1970 Linç mesela, tamamı bir erkek hapishanesinde geçen bir film, Bilge Olgaç’ın adını kimsenin bilmemesinin, Yeşilçam’ın içerisinde çok önemli bir yönetmen olmasına karşın erkek dünyasının içerisinde hiç kadın olmamasının sembolü gibi gelir. Uzun yıllar bir kadın yönetmen ve kadın temsili yokluğu var. Hep aynı şekilde anlatılan streotip kadınlar var. 80 sonrasında özellikle Atıf Yılmaz’la başlayan ve Müjde Ar gibi oyuncuların da katkısıyla açılan bir sinema var ama bir taraftan bir tür kolektif kadın üretimi anlamında çok fazla bir şey göremiyoruz o dönemde. Son dönemde çok önemsediğim Belmin Söylemez’in Şimdiki Zaman’ı, tartışmalı bir filmdi Berna Baş’ın Zefir’i… Hakikaten iç gıcıklayan, “Ya bu nasıl bir kadın” diye insanlara sorduran, daha nüanslı kadınlar yaratabilen yönetmenlerin olduğunu düşünüyorum. O anlamda belki bir kapanma değil bir açılma arifesindeyiz. Ama evet 90’ların özellikle ikinci yarısından sonra tamamen suskun kadınlar dönemi var. Hiçbir şekilde konuşmayan, görsel temsil hakkı alsa bile gerçekten ya dilsiz olan, ya da susturulan, konuşamayan kadınların olduğu bir gerçek. Hayatta böyle olduğu için filmlerde böyle kadınlar var diyelim ama bir taraftan sinemanın gerçek hayatı değiştirme gücünü de unutmamak lazım.

Merve Kayan: İlla orada gerçeği yansıtma kaygısı herhalde sinemayı bütün farklı yerlerinde dünyanın çok istemediğimiz yerlere götürebilir. Çünkü sinemanın zaten gücü var olanı yansıtmanın ötesinde orada neyin hayalinin kurulduğunu da biraz perdeye yansıtmak. Sadece kadınların yaptığı filmlere, ya da kadın karakterlere bakmanın ötesinde erkek kadınların etrafından kadınların ne yaptığına bakmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Suskunluk meselesi yine erkek karakterlerin etrafındaki kadınların suskunluğu, o da bayağı önemli bir şey.

Zeynep Dabak: O anlamda “erkeklere ne oluyor”a da bakmak lazım. Aklıma o kadar çok film geliyor ki; bütün bir Yılmaz Güney sinemasından tutun da Tunç Okan’ın Otobüs’üne, oradan Zeki Demirkubuz’a… Orada zaten kocaman halledilememiş erkeklik meselesi var. Dolayısıyla bunun kendisi de kadınlara bakmak için zaten yeterince önemli bir yol.

Sinemada oyuncu olmanın bir takım bedelleri olabilir, özellikle Türkiye gibi bir yerde. Bu konuda ne düşünüyorsunuz, bu bedeli göze alabiliyor musunuz?

Ayris Alptekin: Aslında düşündüğüm zaman alamıyorum. Türkiye’de oyunculuk mesleğiyle alakalı bir şey. Şöhret olmanın oyunculuk mesleğiyle ilgili çok önemli bir problem olduğunu düşünüyorum. Şu an oyunculuk mesleği oyuncu olarak insanın varoluşuna çok yıpratıcı bir noktada duruyor. Dizi oyuncuları, sinema oyuncuları, tiyatro oyuncuları hepsi zarar verici süreçler ve insanın var olan kimliği ile var olması gereken kimliği arasında o kadar uçurumlar var ki o yüzden oyunculuk mesleği başlı başına zor bir meslek.

Bundan sonra oyunculuğa devam etme düşünceniz var mı, bu filmden ne tecrübe edindiniz?

Ayris Alptekin: Bu çok hayati bir karar. Oyunculukla ilgili bir düşüncem yoktu. Oyunculuk sınavlarına girmedim, istediğim bir bölüm vardı sadece onu denemek istedim, böyle bir şey tahayyül etmedim. Ama bir şekilde hayat bana böyle bir kapı açtı. Neticede hayatın insana getirdiği şanslar ve kapılar var. Bunları reddetmek de başka problemler yaratabilir. O yüzden ben her zaman hayatın bana sunduğu şeyleri en azından durup düşünmek isteyen bir insanım. Sinema beni çok heyecanlandıran bir şey. İçinde oyuncu olarak üretim halinde olmak ya da yönetmen olarak bir şeyi yoktan var etmek… Sinemayla ilgili her şey beni çok heyecanlandırıyor. Bu yüzden sinemanın bir parçası olmayı her zaman isterim.

Babanız tanınmış birisi (Yaşar Alptekin). Oyunculuk maceranızda etkisi olduğunu düşünüyor musun? Oyunculuğa karşı bu güvensizliğinizde onun da etkisi olabilir mi?

Ayris Alptekin: Tabii ki vardır. Ben tiyatroda oyunculuk yapmayı istediğimde babam sanki başka bir meslek yapıyormuş gibi düşünüyordum. Sanki babamın yaptığı başka bir şeymiş gibi, ergenliğin getirdiği o asilik, dünyaya bakış açısında karşı duruş olduğu için… Tabii ki bunun etkisi olduğunu düşünüyorum ama babam olduğu için çok da dışarıdan bakamıyorum.

Türkiye’de kısa film sinemacı olmak için, yurt dışında ise sinemacı olunduğu için çekiliyor. Sizin de kısa filmleriniz var, bu görüşle nasıl savaşacaksınız?

Zeynep Dabak: Dünyada bir tek biz değiliz bunu yapan. Ayris’in ergenlikle ilgili söylediği şey gibi, insanın yalnız olmadığını görmesi önemli. Türkiye’de de Hüseyin Karabey geliyor aklıma, başka formatlarda üretmeye devam eden bir sinemacı olarak, Belmin Söylemez geliyor… Yani böyle yönetmenler var. Tabii ki bir insan uzun metraj çekebilmesi için deneyimi olması lazım. Bir yerlere siz projenizi anlatmak için gittiğinizde, Kültür Bakanlığı’ndan senaryo desteği ararken başvurduğunuz yerlere kadar, tabii ki size kısa metrajınızı soracaklar. Çünkü sizin ne yaptığınızı görmek istiyorlar. O anlamda böyle bir deneyim elbette önemli. Onlar bir adımdır, bir insanın kısa film ya da başka şeyler denemesi, bir set nasıl yönetilir bunu deneyimlemesi lazım uzun metraj setine çıkmadan önce. İkimizde setlerde uzun yıllar çok çeşitli pozisyonlarda çalıştık. Ama uzun metraj ulaşılacak en son noktadır, uzun metraj bir kere yaptın mı hep uzun metraj yapacaksın diye bir şey yok. İnsanın uzun metraj daha iyi filmler yapabilmesi için hep dönüp başka şeylerle olan ilişkisine bakması gerekiyor. Yoksa belki de bazen izlediğimiz auteur yönetmenlerde bile “Şunu 15 dakika yapsam ne şahane film olurmuş” dediğimiz bir sürü film olmasının sebebi belki böyle bir şey. Keşke onu öyle hiyerarşik olarak bir yere koymasa da arada bir tane güzel fikrini 15 dakika film yapsa sonra dönse üç sene sonra şahane yeni bir uzun metraj yapsa.

Merve Kayan: Bir de insanın kendini geliştirmesi illa başkalarının işleri üzerinden olmak zorunda değil. Tabii ki bir sürü şey okuyoruz, izliyoruz ama arada başka şeyler yaparak da kendi yaptıklarımızdan ilham almak önemli. Onun için formatlar arası gidiş geliş önemli. Agnes Varda çok sevdiğimiz bir yönetmen. Hayatı boyunca genelde bir kurmaca, bir belgesel, arada kısa film çekerek devam etmiş, arada enstalasyonlar yapmış bir yönetmen. Aslında yaptığı şey galeride de olsa, internette de olsa hep sinema.

Benim size sormadığım ama izleyicinin bilmesini istediğiniz bir şey var mı?

Zeynep Dabak: Biz bu filmde gerçekten altını çizip “Bu dünyaya böyle bakın, bu size şöyle bir mesaj veriyor, bu karakter böyledir” gibi bir şey yapmak istemedik. O anlamda izleyicinin kendisine bir yer bulabileceğini, kendisini rahat bırakırsa bir yer bulabileceğini düşünüyoruz.

 

1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.