Merve İnce’nin yönettiği kısa film Gassal’da ölü yıkayıcı bir kadını canlandıran Nurten Köse filmin etkisinden uzun süre kurtulamadığını söyledi.

Gassal Merve İnce’nin yönettiği Nursel Köse’nin oynadığı bir kısa film… Gassal tecavüze uğrayan, istemediği bir kız çocuğu dünyaya getiren ve bunun için kendisini suçlayan bir kadının dünyasını anlatıyor. Tabii bir yandan da mesleğinin getirdiği ruhani bir yan var! Türk sinemasının kısa film dünyası son dönemlerde yurt dışında çok rağbet görüyor. İnce’nin kısa filmi Gassal’da yurt dışında ödül alan filmlerden. Detmoid Uluslararası Kısa Film Festivali’nde The Special Hermann Award diye adlandırılan seyirci özel ödülünü almayı başardı Gassal. 200 film arasında ödülü kucaklayan filmin başrolünde de Nursel Köse oynuyor. Bu yıl Adana Altın Koza ve Antalya Altın Portakal Film festivallerine katılacak olan filmin yönetmeni Mervi İnce ve oyuncusu Nursel Köse ile konuştuk.

Banu Bozdemir

Kısa filmler bu aralar pek revaçta, ödüller kazanıyorlar ilgi çekiyorlar. Gassal’da bir ilk film. Biraz senin serüveninle başlayalım…

Merve İnce: Dört yaşından beri yönetmen olmak istiyordum. Ama hep başka kapılar açmaya başladım. Gassal karakterle başladı. Hikayenin psikolojik ve mitolojik yanları var. O dönem gasilhaneye gidip ölülerin yıkanışını izliyordum. Ölümü merak etmiştim. Oradan çok hikaye çıkabilirdi ama ben on dakikalık bir kısa film çekmeye karar verdim. Mitolojide beni etkileyen Demeter, Hades ve Persephone hikayesi. Gassal’ı Demet’le birleştirdim.  Kadının lanetli olması Yunan mitolojisinde var sonra Hristiyanlığa geçiyor. Ben de tüm bu öğeleri kullanarak Demet’i ve Gassal’ı oluşturdum.

Filmde diyalog yok, o da bir tercih sanırım…

M.İ: Evet diyalogsuz yazmak tercihimdi. Çok zorlandım ama ciddi bir deneyim oldu. Filmin senaryoyu anlatmayı sağlaması için replik hiç kullanmadım. Şu anda da yönetmen oldum demiyorum ama sanırım yapabilirim.

Film çekme şartların nasıl, prodüksiyona falan önem veriyorsun sanırım…

M.İ: Kısa film çekmek kolaylaştı, el kamerası alan kısa film çekiyor. Seyirciye çıkacak filmler ise zorlaştı ve belli bir kesime hitap etmeye başladı. Ben gözümü festivallere dikip aynı zamanda seyirci için film çekecek olsam büyük kitlelere hitap edecek bir film yaparım. İşi herkesin kolaylaştırdığı noktada zorlaştırmak istedim.

İlk kısa filmini çeken bir yönetmen adayına destek verdiniz, filminde rol aldınız. Nasıl oldu sizi buluşmanız?
Nursel Köse:
Merve aradı bir gün beni, telefonda konuştuk uzun uzun. Yazdığı senaryoyu çok iyi anlattı. Gassal’ın ölü yıkayan kadın olduğunu öğrendiğim de ürperdim. O anda çok ilgimi çekti. Bütün önyargılarıma rağmen kabul ettim. Kısa film yorar eder, oyuncunun kıymeti bilinmez falan dediler ama hikaye çok güzel Merve çok inandırıcıydı.

Hazırlık süreci oldu mu?
N.K:
Sonra Gasilhane’ye gittik günlerce. Gassal kadınlarla tanıştık. Onları tanıdım, onlara baktım. Oradan da biraz Demet’in kafa yapısı çıktı. Tanrıya inancı, korkuları, acıları, nefreti… Her şeyi orada biraz toparladım. Ölü yıkanırken izledim, onun da bir ritüeli var.

Nasıl etkiledi sizi?

N.K: Çok etkiledi. İki ay falan dumur oldum. İzledim tabi, iki kadın giriyor onların ritüelleri. İnanılmaz başka bir dünya. Ben sonuna doğru dayanamadım ağladım. Ölümle yüz yüze gelmek günlük hayatta uğramadığımız duraklar. İlginç geliyor.

Set ortamı nasıldı peki, Merve ve diğer ayrıntılar…
N.K:
Çok iyi, profesyonel bir set ortamı vardı. Uzun metrajlı bir sinema filmi seti gibiydi. Sette uzun uzun tartışmadık, konuşmadık çünkü daha öncesinde konuşmuştuk her şeyi. Faydasını gördük.

Ekip biraz kadınlar oluşmuş galiba öyle değil mi?
M.İ:
Evet görüntü yönetmenimiz Deniz (Eyüboğlu) filmi çekerken 7.5 aylık hamileydi. Aslında daha önce çekecektik ama olmadı koşullardan dolayı.

Evet ama insan yaptığı işten hiçbir zaman tatmin olmuyor galiba, hep daha iyisi olurdu diyor sanırım…

N.K: Hangimizde olmuyor ki? Ya da hiç bitmiyor. Ben de daha iyi oynayabilirdim hep derim. Bitmesi, bittiğine inanması zararlı bence.

M.İ: Ama bir noktada da o filmle ilgili durmak gerekiyor sanki… Ben bu filmi çok uzun bir sürece yaydım ama çok fazla deneyim kazandığımı söyleyebilirim.

Kürtaj meselesine de (gündemde olduğu için) göndermesi var filmin aslında. O konuda neler söylersiniz?
N.K:
Zaten kurban her türlü. Tecavüz sonucu babasız bir çocuk doğurması, yalnız kalması. Demet’in defalarca intihar teşebbüsü var. O çocuğu doğurmak ve onunla yaşamak kadın için bir travma. Çocuğuna baktığında hep tecavüz eden adamı görecektir ve kadın bu korkunç şeyle dünyanın her yerinde baş başa bırakılmıştır.

Bu kadar denk düşmesi de ilginç oldu…
N.K:
Hep biz geçen sene bu filmi çekerken kürtajın yasak olması, kadının kendi bedeni hakkında karar verme yetisine sahip olması konusu bizi çok düşündürmedi. Biz bir kadının dramı olarak baktık. Maalesef bugün, bir yıl sonra inanılmaz bir noktaya geldi olay. Benim tehlikeli gördüğüm erkek dünyasının bunu tartışması, karar vermesi ve bu kararlar alınırken hiçbir kadının olmaması… Kadından sadece bebeği taşıyan bir torba gibi bahsedilmesi çok fena. Önce sokakta yaşayan yüzlerce çocuk kurtarılsa kadınlar belki daha olumlu bakacaklar ki ben sanmıyorum. Bir kadının tecavüze uğrayıp o çocuğu yürekten doğurmak istediğine ben inanmıyorum. Doğurduktan sonra anasıdır ama aralarındaki ilişkinin nasıl olacağını asla bilemeyiz. Travmanın kendisi tecavüz edilmektir, çocuk olur olmaz. Bu kararla kadının korunduğunu, önemsendiğini ve insan yerine konulduğunu zannetmiyorum. En acısı da o.

Bu filmi bu sene çeksen ya da geçen sene çıksaydı bu karar filmin yönü değişir miydi?
M.İ
: Bana çok karamsarsın diyorlardı. Ama bir sene sonra yazsaydım daha karamsar bir şey yazabilirdim inanın. Bir de filmde kadının en büyük sorunu kendini günahkar olarak görmesi. Kızının da kendi kaderini yaşayacak olması. Oturup toplumsal normları sorgulayalım derken çok başka bir yere geldik. Demet’in kürtaj şansı yoktu ama şu an artık kimsenin yok…

N.K: Birçok kadının kürtaj yaptırma şansı olmayabiliyor. Bilmiyor, örtbas edilme durumu olabiliyor. Bir adam sana tecavüz edip seninle evlenebilme durumu yaratabiliyor. Dizilerde de böyle, ülkemizde de böyle. Bu kadar legal bir resim olarak karşımıza çıkarılması filmin dramatiği.

Demet, tecavüze uğramadan da gassallık mı yapıyor?
N.K:
Hayır, o süreçten sonra Tanrı’ya daha yakın olmak için gassal oluyor. Kutsal bir iş. Bu arada egosantrik, kendilerini beğenme gibi bir durumları da var. O Demet’te de var. Ama iç dünyasında suçluluk duygusu var. Çünkü tecavüze uğrarken bile kadın suçlu dayatması var. Kadın bunları yaşarken erkeğin fermuarını çeken olarak görünmesi can alıcı. Kadının adı yoksa erkeğin de yüzü yok diyorum ben.

M.İ: Erkeklerin yüzü yok gerçekten de filmde. Feminist damgası yiyoruz bu filmi izleyen bazı erkekler tarafından.

N.K: O yüzden tecavüze uğramış ve çocuk doğurmak zorunda kalan bir kadının dramını anlatırken de feminist damgası yiyebilmek bizim ülkemizde feminizmin f’sinin olmadığını gösteriyor. Ben Demet’in hayatını mezarda görüyorum zaten. Sosyal yaşamı mezarlıkta geçiyor ölü yıkayarak. Eve geldiğinde şizofrenik anıları ve rüyaları peşini bırakmıyor. Belki kendi hayatını kızına miras bırakmak istemiyor ama büyüklerimizin hayatını miras alıyoruz, böyle bir handikap var. O yüzden mutlu bir son ne olabilir ki onun hayatında? Hayattaki ölümün pek çok çeşidi var.

Filmin şu anki süreçte yolu açılırsa filmin peşinden gider misiniz?
N.K:
Her türlü arkasındayım filmin, kadın olarak da. Bize sorulmadan, tepeden kararların verilmesini haksızlık olarak görüyorum. İnsan haklarına aykırı buluyorum.

Almanya – Türkiye eksenli yaşayan biri olarak iki ülkeyi karşılaştırmanızı istesem…
N.K:
Rahatlık çok göreceli, neyiniz yoksa onu isterseniz. Katolikliğin yansıması Avrupa’da çok farklı değil. Feminizm bitmiş olarak bakılıyor. Kadının iş ve sosyal anlamda birçok şeye ulaşması feminizmi yok etmiş. Hep Almanya’daki kadınlara biz örnek gösterilirdik. Zavallı, ezilen Türk kadınına bakın da kendinizi iyi hissedin denirdi. Ben Almanya’da yaşadığım sürece bu örgütler hep bizi kurtarmaya çalıştılar. Bizimle birlikte çalışmak değil bizi kurtarmak. Bu aksiyonlar hep tepeden inmedir. Ben orada temizlikçi, göçmen, Türk kadın rolleri arasında kaldım, bu rolleri oynadım. Bulardan bıktığım için Türkiye’ye geldim. İkinci sebebim de Türkçe oynamaktı. Avrupa’da kadın olarak yaşamak çok rahat, kimseye kendinizi anlatmıyorsunuz. Kadının bedeni kendisine aittir ki kürtaj Hıristiyan demokratlar döneminde hep konu olmuştur, hala Vatikan’da konudur. Ben ülkemizin bu rahatlığını anlatıyordum. Bugünlerde bu konularda neler söyleyeceğim bilmiyorum artık.

Var mı yeni projeler?
N.K:
Sinemada ben de kendimi görmek istiyorum. Ama ben yine de oyuncuyum her yerde oynarım. Diziyi farklı görmüyorum. Bizden çıktıktan sonra kamunun malı oluyor o işler. Yılda iki üç sinema filminde oynama şansımız da yok. Yeni bir dizide oynayacağım, Kötü Yol diye bir dizi. Ama sinemaya gelirsek daha tatmin olmadım, oynamak istediğim çok rol, film var. Bekliyorum. Belki Gassal’ın uzun metrajında oynarım.

Var mı öyle bir şey?
M.İ:
Nursel biraz daha bastırırsa olacak. Ama ben önce yurt dışına çıkıp eğitim almak istiyorum, buradaki eğitimimi yarım bıraktım. Gassal uzun metraj olursa böyle olmayacak, aslında hazır. Gassal üzerinden anlatılabilecek çok şey var. Ama yine bangır bangır bir kadın karakter olacak. Ve herkese hitap edecek bir film olacak.

 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.