Fırat Sayıcı
96 yılları civarıydı… Üniversitenin ilk yılı… Sinemanın sadece bir eğlencelik olmadığını, hayatı çözümleme için verilmiş bir fırsat olduğunu ve her filmde başka hayatları yaşamanın imkanını sunduğunu anladığım dönemler… Okuldan arkadaşım, dostum Eray’la birlikte İstanbul Film Festivali’ne gitmeye başladığımız, deli gibi film izlediğimiz, sinema kitaplarını değiş tokuş ettiğimiz ve en önemlisi de birlikte Theo Angelopoulos ustayı keşfettiğimiz o eşsiz zamanlar… Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde (O zamanlar Beyoğlu’nda Aznavur Pasajı’nda üst katlardaydı) ardı ardına Angelopoulos seçkisini izlemeye gitmek, ardından Nevizade’ye (Genelde Pano’ya) süzülüp bir yandan demlenirken bir yandan da filmleri tartışmaya, çözümlemeye çalışmak… Belimizdeki kemere takılı walkmanlerden Eleni Karaindrou müziklerini dinlemek… Gazete veya dergilerden Angelopoulos ve filmleri üzerine yazılanları okumak, araştırmak… Angelopoulos, İstanbul Film Festivaline katıldığı zaman Emek sinemasındaki film gösterimi ardından ilgiyle, sevgiyle söylediklerini dinlemek… Unutulmaz anlardı…
Aradan yıllar geçti. Ancak tıpkı Angelopoulos’un “Sonsuzluk ve Bir Gün”ü gibi, ona karşı sevgimiz, ilgimiz hiç azalmadı. Ürettiği her başyapıtı takip ettik, tekrar tekrar izledik. Hiçbir yönetmen uzun, derin, anlamlı plan-sekansları ondan daha iyi çekemedi… Hiçbir yönetmen bireyden yola çıkarak büyük bir toplumun, evrenin portresini ondan daha iyi çizmedi… Hiçbir yönetmen sessizliğin ve sonsuzluğun hissettirdiklerini ondan daha iyi aktaramadı… Hiçbir yönetmen karakterlerinin arayış acılarını ondan daha iyi yansıtamadı…
Hayat bir “Kumpanya” idi onun için, eşsiz karakterleri, umudu ve acılarıyla… İzleyicisini “Kitera’ya Yolculuk”a çıkardı, ağır adımlarla… “Arıcı” Marcello Mastroianni, onun yönetiminde hem daha gerçek ama bir o kadar da ‘hayal’ oluyor, “Leyleğin Geciken Adımı”yla kayboluyordu… “Ulis’in Bakışı” içimize işlerken, “Sonsuzluk ve Bir Gün”le yaklaşıyorduk “Puslu Manzaralar” arasında ölümün kıyısına bir adım daha… Yurt özleminin ve aşkın tasviriydi “Ağlayan Çayır”… “Zamanın Tozu” aşkın mutlaklığını kanıtlarken bir yandan da yakın dönem tarihinin dönüm noktalarının hatırlatıyordu…
Mekanın sonsuzluk olsun büyük usta! Bir gün biz de yanına geleceğiz elbet!