Serdar Akbıyık

X-Men: Birinci Sınıf filmi vizyona girdi. X-Men’de soykırıma uğrayan kahramanlara baktık ve aslında birçok süper kahramanın aynı yollardan geçtiğini gördük…

Sinema insanların hayal dünyasını tetikleyen ve alternatif hayatlar yaşamasına izin veren bir sihirli dünya. Üstünde çok tartışılır, sanat mıdır eğlence midir diye? Tabii ki her ikisidir de sinema. Ama günümüzde en önemli yanı muhteşem bir propaganda aracı olması bence. Aslında buna günümüzde demek yanlış çünkü sinema ortaya çıktığı ilk andan itibaren bu yönüyle ülkelerin, ideolojilerin dikkatini çekmiştir. Ve bu anlamda en güçlü endüstri Hollywood’tur tartışmasız. Hollywood’taki Yahudi etkinliği de bir çok kez tartışma konusu olur. Üretilen filmlerde Yahudi karakterlerin konumu, Yahudilik üzerine güzellemeler fazlasıyla görülür ve bir propaganda olarak algılanır. Bu hafta vizyona giren X-Men: Birinci Sınıf’ı seyrettiğimde ister istemez Yahudilik ile süper kahramanların dünyasındaki benzerlik dikkatimi çekti. Bunun temelinde süper kahramanları yaratan çizgiroman çizerlerinin çoğunun Yahudi olması yatıyor. Dahası bu insanların çoğunun çocukluk ve ergenlik çağı 1930’larda geçmiş.

Joe Shuster ve Jerry Siegel, 1938 yılında Superman’i yarattı. Ardından, Bob Kane ve Bill Finger Batman’i, Will Eisner The Spirit’i, Jack Kirby ve Joe Simon Kaptan Amerika’yı, Stan Lee Hulk, Fantastik Dörtlü, X-Men, Örümcek Adam, Demir Adam, Thor gibi birçok süper kahramanı yarattı. Bu süper kahramanlar, Marvel ve DC Comics gibi ABD’nin en büyük iki çizgi roman şirketinin kurucuları Martin Goodman (Marvel), Harry Donenfeld ve Jack Liebowitz (DC) gibi Yahudi yayıncılar sayesinde de tüm dünyada bilinir hale geldi. Bu insanlar o dönemde ekonomik buhranın kurbanlarının arasında yaşadılar. Yahudi olmayan toplum ekonomik buhranın sebebi olarak da Yahudiler’in hayat şeklini görüyordu. Onun için bu gençler bulundukları toplum tarafından itildiler. Kendi hayal güçleri bu baskı sonucunda süper kahramanları yaratmış olabilir. Peki biz bu ilişkiyi sinemada nasıl görüyoruz. X-Men: Birinci Sınıf bu yönden çok belirleyici bir öyküye sahip. Bütün X-Men serisinin kahramanlarının doğuşu ve kişisel hikayeleri anlatılıyor filmde. Öyküyü kısaca anlatalım. 1930’ların sonunda insanların içinden bir grup, farklı güçlere sahip olduklarını hissederler. İnsanlığın evriminin son halkası olarak kendilerini kabul ederler. İnsanlar ise onlara mutant der. Bu farklılıkları toplumu korkutur. Ve insanlar ile mutantlar karşı karşıya gelir. Mutantların içinde Dr. Xavier sağduyunun temsilcisidir. İnsanlar ile mutantların beraber yaşayabileceğine inanır. Çok güçlü telepatik güçleri vardır. İnsanların beynine hükmedebilir ve onların beynini okur. Bir alet sayesinde bütün dünyadaki mutantların beynine ulaşabilir. Burada bütün dünya Yahudileri’nin arasındaki bağa benzer bir ilişki yaratır Dr. Xavier mutantlar arasında. Ve etrafında onun gibi sağduyu sahibi mutantlardan oluşan bir grup toplar. Bunun karşısında ise Magneto vardır. O manyetik gücü sayesinde kütleleri hareket ettirebilir ve Dr. Xavier kadar olmasa da telepatik güce sahiptir. X-Man: Birinci Sınıf’ta Magneto’yu bir Alman toplama kampında ailesiyle beraber görürüz. Yahudi aile ve Magneto birbirinden ayrılır. Kampta bulunan Nazi doktor, Magneto’nun gücünü keşfeder ve yıllar boyunca ona büyük acılar veren araştırmalar yapar üstünde. Gücünü göstersin diye de annesini öldürür gözlerinin önünde. Sonunda Magneto büyür ve intikamını almak için Nazi doktorunun peşine düşer. İkinci Dünya Savaşı sonrası Yahudi Nazi avcıları gibi eski nazileri Güney Amerika’da bulup öldürür. O fikirlerini şöyle dile getirir. “Homosapienler ortaya çıktığında Neandertaller yok olmuştu. Biz mutantlar Supersapienleriz. Evrimin son noktasıyız ve Homosapienler karşımızda yok olacak. Bu aslında bir üst ırkın tanımıdır. Ve Siyonist düşüncenin bir yansımasıdır. Film genel anlamda tabii ki Dr. Xavier’in saduyulu görüşünün yanında durur. Bu anlamda mutant dünyası Yahudi dünyasının iç çatışmalarını içinde barındırır. Benzerlikler çok fazladır X-Men’de. Mesela Mutantların gücü çoğunlukla ergenliklerinde ortaya çıkar. Yahudi Bar Mitzvah’ı bilindiği gibi kız çocuklarda 12 erkeklerde ise 13 yaşında kutlanır ve dini sorumluluklarının sahibi olurlar. Bu da bir benzerliktir. X-Men’in dışında Süpermen için de büyük benzerlikler söz konusu. Mesela Süpermen’in asıl adı Kal El’dir. İbranice Tanrının Sesi anlamına gelir. Babasının adı Jor-El ise yine İbranice, ‘’Tanrının yücelttiği’’ anlamındadır. 1980 yapımı Superman 2 filminde ise, Superman bir genç kızı kurtardıktan sonra buna şahit olan bir kadın yanındaki diğer kadına, ‘’Ne centilmen bir adam. Tabii ki Yahudi…’’ diye konuşur.

Superman ile Hz Musa’nın hikayesi de birbirine çok benzer. İkisi de kendi halklarının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldıkları bir dönemde doğar. Aileleri tarafından, öldürülmekten kurtulabilmeleri için tek başlarına daha güvenli olan yabancı bir yere gönderilirler. Gönderildikleri yerde evlat edinilirler. Musa peygamber Tanrı tarafından bahşedilen doğaüstü yetenekleri kullanarak, Superman ise doğuştan sahip olduğu doğaüstü yetenekleri sayesinde, kötü güçlere karşı zayıfları korur. Ve her ikisi de kendi esas kimliklerini yaşadıkları toplumdan saklar.

1960’lı yıllar içerisinde Stan Lee ve Marvel Comics, Spiderman (Örümcek Adam), Thor, Iron Man (Demir Adam) ve Nick Fury gibi birçok karakter yarattı. Ancak Stan Lee’nin açık olarak Yahudi kültüründen esinlendiğini ifade ettiği tek karakter Hulk’tur. Stan Lee, Hulk’ı Yahudi mitolojisindeki ‘Golem’ karakterinden esinlenerek yarattığını ifade eder. Aslında daha birçok benzerlik ve kahraman var ama yerimiz bu kadar. Bu konuyu niye yazdığımıza gelince. Bir filmi seyrettiğinizde onu anlamlandırmak için alt metnini de çözmeniz gerekir. Bilimkurgu veya değil, hiç bir film yönetmeninden, senaristinden bağımsız değildir. Bütün bu üretimlerde onları üretenlerin kişisel hayatları yaratıcı bir şekilde yorumlanmıştır. Bu nedenle süper kahramanları da başka bir gözle görmenizi sağlayacak bir yazı olduğunu düşünüyorum bu incelemenin.

 

1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.