Özge Özder’i en son Türkan filminde Türkan Saylan’ın koruması rolünde izledik. Seyircinin daha çok dizi odaklı tanıdığı, kalbinde yatanın ise tiyatro olduğunu öğrendiğimiz Özge Özder’le sinemaya, oyuncu olmanın çeşitliliğine, ünlü olmanın hayata etkilerine dair uzun bir konuşma yaptık… Özder daha fazla sinema filminde rol almak istiyor, ama iyi projeye de inanıyor ve sinemanın biraz daha gönüllülük esasına göre yapılmasını istiyor.

 Banu BOZDEMİR

 Sizi en son Türkan filminde izledik… Bir gönüllülük projesi olduğunu biliyoruz. Herkesin rol ayrımı yapmadan o filmde yer alma isteğinde olması onu farklı taşırken, seyircinin bu filmin bu kadar dışında kalmasını neye bağlıyorsunuz?

Tabii ki bizim azınlık olmamıza bağlıyorum. J Nasıl ki oyuncuların yada sanatçıların kendi arasında duruş farklılıkları varsa, seyirciler arasında da görüş farklılıkları var. Bu film Türkan Saylan’a bir saygı duruşuydu, bir farkındalık projesiydi… Onu özlediğimizin, yaptıklarıyla bizde iz bıraktığının bir göstergesiydi. Bu filmde yer alan sanatçılar aynı duyguları paylaşan sanatçılardı ve beklentisizce rol aldılar. İzleyiciler de yaptığımız işe destek vermek isteyen, ‘farkındayız, yanınızdayız’ demek isteyen bilinçli bir kitleydi. Sonuçta Türkiye bu filmi daha önce gördü, hatta yaşadı. Biz sonu merak edilen aksiyon, aşk, entrika dolu bir film çekmedik ki. Bir kardelenin okumasına yardımcı olmak isteyen, yeni Türkan Saylanlar yetişmesini umut eden, yapılanların farkında olan bilinçli bir izleyici kitlesi için bir film yaptık ve destek bekledik. Bu kadarmışız demek ki? Ama ben şaşırmadım. Kaç kişi olduğumuzun gayet farkındayım. Azınlığız. Bunu bir kere daha gördük. Ama unutulmamalıdır ki iyi ve kıymetli olan her şey azdır ve hep yıpratılır. Böyleydi ve böyle olmaya devam edecek.

Türkan hanım’ın koruması rolündeydiniz? Gerçek bir karakter miydi koruma yoksa film için mi yaratılmıştı? Karakterinizle birlikte film hakkındaki görüşleriniz neler?

Koruma Zeynep gerçek bir karakterdi. Devlet’in Türkan Saylan’ı olası bir saldırıdan korumak için görevlendirdiği bir memur Zeynep… Türkan Hanım hedef gösterildiği için ciddi tehditler alıyormuş. Zeynep Hanım’la böylece çalışmaya başlamışlar ve zaman içinde abla kardeş gibi olmuşlar. Filmde çok işlenmese de Zeynep ile Türkan Hanım’ın birlikteliği çok ilginç. Aslında filmde Türkan Saylan’ın torununun amcasına (Çağlayan) sorduğu bir soru var. Zeynep ile Türkan Hanım’ın ilişkilerini özetleyen ironik bir soru bu. ‘Zeynep abla babaannemi kimden koruyor?’ diye soruyor çocuk doğal olarak. Çünkü babaannesi bırakın kendi ülkesini, dünyanın birçok yerinde insanlığa gönüllü hizmet vermiş bir kadın kahraman. Büyük bir hümanist ama yine aynı insanlar tarafından hedef gösterilip, aynı insanlar tarafından korunup, aynı insanlar tarafından tehdit ediliyor. (Gülüşme) Bence bu da Zeynep karakterinin trajedisi, filminde özeti işte.

 

Sizi seyirciye asıl tanıtan diziler? Orada başarılı ve ses getiren rollere imza atıyorsunuz? Sinemada da öyle bir rol beklentiniz var mı? En çok nasıl bir rol sizi mutlu eder?
Teşekkür ederim. Evet dizi izleyicisinin büyük bir kısmının sevdiği, daha doğrusu benimsediği bir oyuncu oldum sanırım. (Gülüşme) Tanıdık biriyim artık dizi izleyicisi için. Bir de hep uzun soluklu dizilerde ağırlıklı roller oynama şansım oldu. Oynadığım rollerden bazıları senaryo zaaflarından ötürü zamanla erozyona uğrasa da birbirinden farklı ve severek oynadığım rollerdi bunlar. Sinemada ise beklentim çok daha yüksek. Daha radikal roller, daha cesur işler bekliyorum. Bir sözü olmayan, popüler kültüre ve gişeye odaklı işlerle görüşmüyorum bile. Yoksa geliyor o tip filmler. Hatta insanlar bu rollerle popülerde oluyorlar. Ben onun yerine küçük bir rolde ilk filmini yapan bir yönetmene destek vermeyi ya da sözü olan bir işte gönüllü çalışmayı tercih ettim şimdiye kadar. Sinemayı çok önemsiyorum çünkü. Beni zorlayan rolleri seviyorum. Umuyorum doğru hikayede, doğru rolle ve iyi bir yönetmenin elinden çıkma bir işle izleyici karşısına çıkarım. Henüz sinemada pek bir şey yapmış sayılmam çünkü.

 

Başka Semtin Çocukları, Sıfır Dediğimde, Umut Adası ve Sınav… Aslında ilk filmlerini çeken yönetmenlerin filmlerinde yer aldınız? Bu bir nevi sektörel dayanışma mıydı?
(Umut Adası’nda rol almadım bu bir bilgi karışıklığı. ) Evet tam anlamıyla öyle oldu.. Önemsiyorum yeni filizlenen şeyleri. Yeni bir soluk her zaman umut vaat eder ve proje iyiyse desteklenmesi gerekir. Hayatımda her alanda dayanışmaya önem verdim. Oyuncu olmayı yürekten isteyen insanlara destek verdim. Kısa filmlerde oynadım. Bu sektörel koca çarkın doğru yöne dönmesi için kendi hacmim kadar çaba sarf ettim. İnsan kendini istediği insan olarak damıtabildiği ölçüde mutlu oluyor. Ben böyle biri olmaktan mutlu oluyorum, buradan besleniyorum. Ve yine o ölçüde motivasyonu yüksek, verimli işler çıkarıyorum ortaya. Önemli olan projeye ya da o insana inanmam.

Daha fazla sinema filminde rol almak ister misiniz? Sonuçta daha fazla film çekiliyor artık ülkemizde? Bu konudaki görüşleriniz nedir? Çok film daha fazla kaliteli işler anlamına mı geliyor?

Tabii ki isterim ama bir sürü kötü ve sıradan iş yığınında kendimi eskitmek yerine, sadece bir filmde, ama iyi bir filmde önemli bir rol üstlenmeyi tercih ederim. Önemli olan cv’nizin ne kadar dolu olduğu değil. Kendinizi ne kadar sakındığınız, ne kadar az kirlettiğiniz. Bu benim mesleğim. Ben bunu okudum. Popüler olmakla başarılı olmanın aynı şey olmadığını öğreneli çok oldu. Ve yapacağım her işe özellikle bu sinemaysa ne öğrenebilirim, ne deneyebilirim, kimlerle çalışacağım gözüyle bakıyorum. Popüler olandan kaçıyorum inatla çoğunluğun aksine. Bir sürü değişkenin doğru bir şekilde bir araya gelip, bir de beni seçmesi gerek. Zor mesele ama olacak. (Gülüşme)

 

Çok film çekilmesi, dizilerin bu kadar çok olması bunların hepsi iyi şeyler. Sektörün beslendiğine ve büyüdüğüne işaret ediyor. Daha fazla film çekilmesi, daha fazla iyi film çekilmesi ihtimalini de doğuruyor bir yandan. Ama bizim en büyük eksiğimiz senaryo, hikaye ve cesaret bence. Bunu pek aşamıyoruz. Hikayecilerimiz ve cesaretimiz az. Onların hayal ettiği kadarız oysa. Çok saygı duyuyorum hikayecilere. Benim gibi bir hayalperest için çok önemliler. Daha cesaretli olmalılar. Daha çok olmalılar… Cesur işler yapılıyor ama hala az, çok az.

 

Hayatınızın hiç eksilmeyen yanlarından biri de tiyatro sanırım. Başarılı oyunlar, oyunculuklar ve ödüller… Tiyatro seyirci açısından eğer bir sıralama yapmak gerekirse (dizi, sinema ve tiyatro arasında) kaçıncı sırada sizce?

Ben sonuçta bir tiyatro sanatçısıyım. Ruhen ve kalben oraya, sahneye aidim. Aldığım ya da aday olduğum tüm ödüllerde tiyatro alanında. Sahnede, ışıkların altında ne yaparsan o görünür. Bir yönetmenin, dublajcının, montajcının, görüntü yönetmeninin desteği yada yanlış yorumu olmadan ordasındır. Seyirci seni yalın halinle ve çırılçıplakken izler. Çok gaddar ve cesaret isteyen bir yanı da var bu anlamda. Kanal değiştiren ve senden sıkılan insanları göremezsin ama kalkıp giden, üfleyen yada uyuyan seyirciyi görürsün. Sürekli bir yüzleşme halidir tiyatro. O yüzden benim için en önemli alan tiyatro. Acı konuşan ama gelişmemi sağlayan sadık bir dost gibi. Ama sinema anlatımıyla da, daha çok seyirciye ulaşmasıyla da çok çok güçlü. Küçük parçalardan oluşan bir puzzle gibi zor ama çok büyülü. Ayrıca hayata bırakılan bir iz. Bir miras ve etkili bir hikaye anlatıcısı. İkisi de olmazsa olmaz. Bir tercih yapamam bu anlamda. Kamerayı çok seviyorum ben ayrıca. Dizi ya da sinema ayırmadan her zaman en verimli halimle kamera karşısında olmaya çalışıyorum. Hepsi oyunculuğa dahil ve hiçbiri diğerinden daha az önemli değil.
Tiyatroda en sevdiğiniz ve oynamaktan keyif aldınız rol?
Son dönemde oynadığım Marat Sade adlı oyunda Charlotte Corday rolünü üstlendim ve çok keyif aldım. Üç kız kardeş adlı oyunda bana ödül ve adaylıklar getiren Nataşa rolü de çok severek oynadığım bir roldü. Ama şu bir gerçek ki rolü sevmenin yanı sıra, oyuncunun yorumuna ve yaratım sürecine saygı duyan yönetmenlerle olmaktan haz duyuyorum. Aksi halde inanmadığım ve benden çıkmayan bir yorumun esiri gibi hissediyorum kendimi. Rol de yapılması gerekenden öteye gidemiyor bu durumda. Yabancı yönetmenlere, çağdaş yorumlara,cesur ve sert işlere daha yakın hissediyorum kısacası. Bu anlamda Berkun Oya, Murat Daltaban ve Mehmet Ergen takip ettiğim ve yakın hissettiğim yönetmenler.

 

Türk sinemasında izlemeyi sevdiğiniz tür? (Son yıllarda minimal ve popüler olmak üzere ikiye ayrıldı gerçi)

Ben neler çekildiğini tür olarak ayırmaksızın takip etmeye çalışıyorum ama popüler olanı pek severek tüketemediğim kesin. (Gülüşme)

 

Önümüzdeki sezonda sizi bir sinema filminde izleyebilecek miyiz? Dizi ve tiyatro olarak da yeni sezonda yapacaklarınız?
Çok istediğim bir sinema projesi olmak üzereydi ama ne yazık ki bazı aksilikler yaşandı. Tiyatro izleyicileri beni Şehir Tiyatroları’nda izleyebilirler. Bu sene belki özel bir tiyatroda da karşılarına çıkabilirim. Dizi ile ilgili ise görüşmelerimiz sürüyor.. yalnız şu kadarını söyleyeyim, ağlamayacağım, dramdan uzak, farklı bir rol arayışındayız bu sene. Komedi ağırlıklı yada polisiye dizilerden gelen teklifleri daha öncelikli değerlendiriyoruz. Şanslıyım ki güzel teklifler geliyor bu yönde ama aklımı çelen bir drama gelirse ne olur bilemiyorum. (Gülüşmeler)

Dizi ve sinema koşullarını karşılaştırmak gerekirse hangisi daha insani sizce? Dizilerin çalışma koşulları insanları yıldırıyor, sinema ise çoğu zaman parasal sorunlar yaşıyor.
ikisinin de çok iyileştirilmiş koşulları yok bence tam da dediğiniz sebeplerden ötürü. En kalifiye ve ideal çalışma ortamı hala reklam sektöründe.
Bir projeyi kabul ederken nelere dikkat edersiniz? Sizin için o projede sizi çeken özellikler nelerdir?

Hikayesine neye hizmet ettiğine, amacına, yönetmen ve oyuncu olarak kimlerle çalışacağıma, ne öğrenebileceğime ve kendimi ne kadar zorlayacağıma bakarım. Kendimi tekrar etmekten kaçarım ama dizilerde bu koşullar zamanla değişebiliyor. İyi bir hikayesi var dediğin bir iş bir anda apayrı bir yöne kayabiliyor. Bu erozyonu önlemek istesen de rolün ölçüsünde müdahale edebiliyorsun yani yorumunla. Reytinge boyun eğen kararsız ve dirençsiz bir senaristle çalışmak zor olabiliyor.

Ünlü olmanın insan hayatına etkileri?

En sevdiğim yanı adımla hitap eden birilerinin varlığı ve hiç ummadığın anda buluştuğun sevgi dolu, moral veren bakışlar. Ama kısıtlayıcı tarafı da çok fazla. Ben beni kısıtlamasına izin vermiyorum. Sokakta ne kadar sıradan olursanız o kadar özgürleşirsiniz ve gerçek hayata o kadar temas edersiniz bence. Tanındıkça beslenip egonuzu şişirip öyle mi alan buluyorsunuz yoksa tanındıkça alanınızdan mı oluyorsunuz? İnsanın kendisinin ne düşündüğü önemli. Tanındıkça ve sokaktaki hallerinizle medyada yer buldukça, popüler oldukça büyüdüğünüzü mü zannediyorsunuz yoksa asıl özgürlük sıradan olabilmekte mi? Hangisini seçtiğiniz önemli.

Sinemada kadın ağırlıklı rolleri yeterli buluyor musunuz? Roller karakter yaratmaya uygun mu sizce?

Son dönemde daha iyiye gittiğini düşünüyorum aslında. Çok güzel kadın rolleri yazılıyor ama yeterli değil. Çok az. Bir oyuncu olarak ‘bu rolü ben oynamalıydım’ diye rüyalarıma giren bir rol bulmakta güçlük çekiyorum mesela Türk sinemasında. Ama özellikle Avrupa sinemasında her oyuncunun nefesini kesecek ve hemen akla gelen sinema tarihine damga vurmuş onlarca kadın rolü mevcut. Kadın rolleri erkek rollerine göre hep daha az ve yetersiz olmuştur geçmişten bu yana ama biz bu konuda bayağı yoksuluz. Bir karakteri derinlemesine anlatmayı pek göze alamıyoruz biz.. Türkiye’de Boys Don’t Cry , Dalgaları Aşmak, Monster benzeri dar kadrolu ve karaktere odaklı daha çok film görmeyi istiyorum hem izleyici olarak hem de belki de içinde rol alacak bir oyuncu olarak. Bu yönde yol alan ve severek takip ettiğim yönetmenlerimiz var Allahtan. Dahası da olacaktır. (Gülüşmeler)

 

 

 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.