Sevinç Erbulak’la ne zamandır konuşmayı istiyordum, kısmet Prensesin Uykusu’na denk geldi. Tiyatroya ağırlık vermiş bir oyuncuyla sinema konuşmak için filmde oynamasını beklemek gerekiyor. Erbulak Çağan Irmak’ın son filmi Prensesin Uykusu’nu o kadar güzel anlattı ki, o uykudan ben bile uyanmak istemedim… Ama sadece bu kadar değil, hayvan haklarından çocuklara ve dizilere kadar uzanan keyifli br sohbet oldu bizimki… Keyifli okumalar.

Banu Bozdemir

Aslında sinemadan uzak bir oyunculuk sizinki?
Ben oyunculuğu bölmüyorum aslında. İyi oyuncunun hepsinde iyi olacağını düşünüyorum. Benim sinema kısmetim Reha Erdem’le açıldı. Çok şanslıyım, Reha’yla açılış yapıp, Çağan’la (Irmak) devam edince ‘üçüncü filmini kiminle çekeceğim acaba’ dedim. Çıtası yüksek işleri çok seven bir insanım. Sinema öyle bir şey ki dizi gibi değil. Gerçek bir sinema seyircisi gerçek bir konsantrasyonla iki saatini size hediye ediyor ve bir duyguyla dışarı çıkıyor. Unutuyor belki sonra duygusunu ama istediği zaman raftan indirebileceği bir DVD arşivi olarak elinde. Diziler çok farklı, artık bütün karakterler ön kapıdan girip arka kapıdan çıkacak hale geldi. Ben bundan bir öncü dizi oyuncusu ve televizyon seyircisi olarak da hiç hoşlanmıyorum. Sinema çıtasında şanslıyım. İnsanın anlaşabildiği yönetmenlerle çalışabilmesi büyük bir armağan. Bir şey anlatan, dert olması gerekmiyor, filmlerde olmayı da çok önemsiyorum. Çok film çekiliyor, bazıları ciddi gişelerde yapıyor. Bu işin eğitmenliğini de yapan biri olarak kıstasım bu işin gişesi değil. Kalitenin seneler sonra bile raftan indirildiğinde kendini koruyabiliyor olmasıdır. Çağan’la yaptığımız Prensesin Uykusu’nun zamansız bir film olduğunu düşünüyorum…
Neden daha ileri bir tarihte mi çekilmeliydi sizce?
Evet. Ben ne zaman seyredersem kendimi iyi hissedeceğim, iyi ki bu filmde bu insanlarla 26 gün geçirdiğim bir film diyeceğim. Yaratı aşamasından perdeye yansıyan bütün sürecinde, herkesten bir cümle kapsa, bir sinema filminden master yapmış gibi ayrılabilir insan. Bana çok iyi geldi bu film. Her ne kadar filmle ilgili fazla konuşamayacak olsam da…
Çağan Irmak her filminde farklı oyuncularla çalışıyor. Has oyuncusu Şerif Sezer gerçi. Sizin buluşmanız nasıl oldu ve sanki tiyatro ağırlıklı bir cast yapmış bu kez?
Çağan Irmak çok oyun seyreden bir oyuncu. Arkadaşım aynı zamanda da yönetmenim. Genelde tiyatro koltuklarında gördüğüm bir yönetmen. Çok da müzik dinler. Çağan’ın çok güzel arşivleri vardır hayatta. Özel oyuncuları var. Tabii bu soruların cevapları Çağan’da gizli aslında. Farkındalıkları çok yüksek bir arkadaşım. Neye göre seçtiğini bilmiyorum ama daha uygun birisi olmadığı için o kişiyi seçmiştir. Bizim müzikali izledikten sonra hayatına girmiş bir serüvendir Prensesin Uykusu. Bizde Çağlar Çorumlu ile müzikalde karşılıklı oynuyorduk zaten. Onu hangi yollar bu senaryoyu yazmaya itti bilmiyorum. Belki Redd’in Prensesin Uykusuyum parçasından da etkilenmiş olabilir. Evren bir şekilde Çağan’ın bu senaryoyu yazmasına hizmet etti. Bir şey oldu, iyi bir şey oldu…
Bu filmde başrolde misiniz? Genelde Çağan’ın çok çaktırmasa da bir ana karakteri oluyor?
Bu filmde Çağlar Çorumlu, Genco Erkan, ben, Alican Yücesoy, Şevval Başpınar konuk oyuncu olarak da Işıl Yücesoy ve Funda Şirinkal oynuyor. Çok belli aslında neyin ne olduğu. Şöyle tarif etmişti Çağan, daha başlamadan filme: ‘Çok gerçek bir şey çekeceğim. Hayat kadar gerçek’ olacak demişti. Keskin tarafları da hayal baloncukları da olan bir film. Çağan’ın tabiriyle çağdaş bir Pamuk Prenses uyarlaması. Ama içinde bizim kültürümüze ait Deli Dumrul’un da olduğu, gerçekle hayalin birbirine karıştığı, daha gerçekçi bakmaya çalışan bir kadın figürüyle, ‘neden olmasın, kader değiştirilebilir’ diyen bir erkeğin de içinde olduğu uzun bir uyku hikayesi. Bir anne var. Daha önce böyle bir anne okumamış, seyretmemiş ve olabileceğine inanmamıştım. Gerçi anne olduktan sonra o kavram duygusallaşıp değeri artıyor ama… Çağan çok güzel anlatabildi bana. Bu biraz ezberbozan bir anne. Çok tanıdığımız, seyircinin çok erken içine sokacağı bir figür değil. Aynı şekilde Çağlar’da çok zor bir şey oynuyor. Çok tanıdığımız biri ama zor bir şeyi oynuyor. Bütün kadro çekim boyunca oynamadığı halleri yakalayarak seyirciyle buluşturmaya çalıştı. Bu filmde oyuncu olduğumuzu unuttuk. İyi ki de unuttuk. Çağan bu sefer çok gerçek bir şey çekmek istediğini söyledi bize. Zaten hikaye başından beri bana çok dokunmuştu. Biz de işte elimizden geldiğince o gerçekliğin içerisinde oynamamaya çalıştık.
Komik bir yanı da var galiba?
Çağan Irmak sinemasının en güler yüzlü filmi. Çağan hem doğumundan önce yaşadığı dünyanın hem de yüzyıllar öncesinde bir dünyanın, farkındalıkları çok fazla, farkında bir adam. Sadece yönetmen olarak değil, insan olarak da böyle bir adam. Bu kadar güler yüzlü bir senaryosunu seyretmemiştim. Çok gülen bir film. Kimi güldüreceğini bilmiyorum ama bizler içinde gülüyoruz filmin. Ama sonsuza kadar gülmüyoruz, çünkü sonsuza kadar da ağlamıyoruz. Değişmenin mutlak gerçek olduğuna inanıyorum.
Film şu anda tamamlanmış durumda mı? Montajı vs biti mi? Siz izleyebildiniz mi?
Bir popüler bir bağımsız giden film trafiğinde bu popüler çizgi gibi duruyor? J
Herkesi bir yerinden yakalayacağını düşünüyorum. Bence Çağan’ın sineması öyle bir sinema.
Hem içinde vizyon barındıran hem de acı veya tatlı gerçeği gerçekten içimize sokmaya yarayan bir sinema. Çok iyi yönetmen ustası. Tiyatroda iki tane Engin Alkan rejisinden çıkıp Çağan Irrmak sinemasında çalışınca kendi kapasitesine ne kadar güveniyor olursa olsun, bence bir oyuncunun dehalar tarafından yönetilmesi çok önemli. Çağan’la dizilerde de çalıştık ama sinemada bir başka. Bazen kapana sıkışıyorsunuz oyunculuğunuzla. Çağan kapana sıkışmış bir oyuncuya göre de davranmayı bulabilmiş bir yönetmen. Hiç unutmayacağım bir süreç oldu. İzledikten sonra keşke demeyeceğimi düşünüyorum. İçimin bu kadar erken rahatlığa erdiği ilk işim bu.
Biz sizi daha çok tiyatrocu olarak biliyoruz. Sizi bu yola kaydıran etkide anne ve babanızın rolü neydi?
Özel olarak hçbir şey yapmadıkları halde ben anne ve babama özendiğim için, onları daha çok görmek için gittiğim bir yerken tiyatro, sonrasında hep gitmek istediğim bir yer haline geldi. Kırmızı rujundan tutun rengarenk kostümleriyle bir kız çocuğunu hemen tavlayabilecek bir yer tiyatro. Bir de şımarıklık olmasın ama yetinemeyenlerin mesleği tiyatro. Tek başına doyumsuz insan hali değil. Çok fazla disiplin gerektiren, beyni ve bedeni aynı anda çok yoran işlerden biri. Reenkarnasyona inanan biri olarak her seferinde oyuncu olacağıma inanıyorum.
Ezber adlı bir filmde de rol aldınız? İnsanların hayvan rolüne büründüğü bir filmdi. Filmden biraz bahsedebilir miyiz?
Evet bir hayvan hakları savunucusuyum ama şunun da farkındayım. Dünya bütün canlılara ait. Daha güçsüz olanı ezmek bu insanın insana yaptığı da olabilir, her türlüsüne karşıyım. Biz kadınını, çocuğunu döven bir toplumuz, hayvanı dövmek bir eylem bile değil, çok normal bir şey. Biz Ezber’de şunu anlatmaya çalıştık. Sevginin hiçbir formunun bir başkasına öğretileceğine inanmıyorum. İnsan onlara kendini yakın, açık ve yardım etme duygusunda hissediyorsa olabilir ancak. Aktarabilirsiniz ancak benimsetmek karşıdakinin anlayacağı kadardır. Bir tık üstüne çıkmaya çalıştık yönetmenimiz Tolga Öztorun’la. O da sevgi adamı ve dünya vatandaşıdır. Şunu söylemeye çalıştık, sevmek zorunda değilsin ama zarar verme! Kimse hayvan beslemek, okşamak zorunda değil ama canlı hayvan gömmek, hayvanlara tecavüz etmek, deney yapmak, gözlerini oymak bunlar normal değil. Buraya dikkat çekmek istedik. Sokak hayvanlarına uygulanan şiddetin çok farkındaydık bunu yaparken. Bir de çocuklara karne hediyesi olarak hayvanların bir süre sonra, ilgiyi kaybedince sokak köpeği olmalarına dikkat çekmek istedik. Bu filmden sonra dünyada açlık olduğunu söyleyen mesajlar aldık.
Daha önemli meseleler var demeye mi getirdi insanlar…
Çok güzel mesajlardı. Ben de onlara şöyle yazdım. Siz de onlarla ilgili bir şey yapın. Ben size yardımcı olayım sette yardım edeyim, çay getireyim size dedim. Ben diğerlerini görmüyorum demiyorum ki. Biz ikincisini çekeceğiz mesela. Mümkünse 25 tane çekelim her sene bir tane. Ben sadece bir tane şiddete odaklı değilim. Sınırlara, ırkçılığa da karşıyım. Her şeyin fazlasına ve totalde de şiddete karşıyım. Ben bitkilere yapılan şiddet için bir otuda oynayabilirim. Hayvanlar beni özel olarak ilgilendiriyor, bir hayvanseverim. Doğduğumdan beri hayvanlarla beraberim. Bu mesajlar bile dikkat çekilen bir şeyle ilgili. Ama çok canımızı yakmak istediler, üzüldük tabii.
İkincisi neyle ilgili olacak?
Yine hayvanlarla ilgili olacak. Kimseden ‘bize şunu çekin’ diye özel bir teklif almadığımız için yine bizi ilgilendiren konuyu çekeceğiz. Bu kez hayvan mı oynayacağız, hayvan oyuncular mı bulacağız onu netleştirmedik. Zaten Tolga’nın (Öztorun) tanıyıp bilmediği bir hayvan barınağı olduğunu sanmıyorum. İlk filmden sonra destekçilerimiz de arttı tabii. Ben Tolga’ya kadına ve çocuğa yönelik şiddeti gösterelim desem bana hayır demez zaten. Onun için belki üçüncüsü insanlarla ilgili olarak yapacağız. Ama daha kesin değil.
Süper Baba hala aklımızda kalan bir dizidir. Dizilerin şimdiki hal ve gidişleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz? . Siz de Aşk-ı Memnu ve Yaprak Dökümü’ün tiyatro versiyonlarında oynadınız bu kadar abartılmasını ve hayatın içine yayılmasını nasıl yorumluyorsunuz?
O sırada herhangi bir ihtiyacı karşılıyorsa o iş tutuyor. Tutan hiçbirşeyin arkasından kötü bir şey demek istemiyorum. Çünkü bir nabız tutuyor, o kadar insanı bir şeyin başında konsantre ediyor ve büyük platformlarda da tartışılıyor. Aşk-ı Memnu’nun dizi versiyonuyla bizim oynadığımız arasında çok fark var, onlar 20. bölümde başka bir şey yapmaya başladılar. Aynı şekilde Yaprak Dökümü oynamış biri olarak da onlarla çoktan yollarımız ayrıldı. TV’de bir şeyin ömürlü olması için lastik gibi uzaması gerekir. Bu tür uzun işleri hep insanların emek kapısı olarak değerlendiriyorum. Bir kısmını da oldukça başarılı buluyorum. Hem teks, yorumlanış ve oynanış olarak. Hiçbir şey kalmasa bile en çok satanlar istesinde o romanları görünce çok seviniyorum. Çünkü ben de çocuklarla edebiyat ve oyunculuk adı altında bir atölye çalışması yapıyorum ve umutlanıyorum. Bu tip yazarlar evet televizyon sayesinde seyirciyle tanışıyor ama diğer romanlarıda okutmanın yolunu açıyor diye düşünüyorum. Bunu da oyuncu denen güzel ve yetenekli mekanizma sağlıyor, ben bunun karşısında değilim. İnsanlıktan çıkılmış bütün programlara karşıyım ama… Dizilerin çalışma saatlerine karşıyım. Oyuncuların oynadığı karakterle özdeşleştirilmesine karşıyım. Bir de dünyada bakmamız, karşı çıkmamız, karşısında olmamız gereken o kadar çok şey var ki, keşke aynı heyecan ve tepkiler onlara da gösterilse diyorum. Eskiden çabuk tüketidiğine üzülüyorduk dizilerin, şimdi beş sene üzerinde konuşulmasına üzülüyorum. Ve sanatta politik olmak gerektiğine çok inanıyorum. Sanatçı politik olmalıdır.
Anne olduktan sonra hayatınızda neler değişti, değişti mi?
Anne olunca hiçbir şey aynı kalmıyor. Sabrım, töleransyonlarım, sinirim. Her şey iyi yönde değişti. 31 yaşında anne oldum, heyecanım azaldı, yani kötü bir şey olarak söylemiyorum. Daha önce düşünmeden konuştuğum çok anımı hatırlıyorum. Ama şimdi beş dakika es veriyorum, kötü bir şey olmasın modundayım. Ama böyle bir dünya yok. Çok hızlı bir insanım ben, ama herkesin aynı hızda olmadığını kızımla beraber kabul ettim. Üzülünecek şeylerin çok daha büyük şeyler olduğunu anladım. Tek gözüm açık yaşıyorum artık, uyurken bile… Mesleki açıdan şöyle yorumluyorum şunu: İlk oyun öncesinde çok heyecanlanıyorum hala ama sahneye çıktığımda şöyle oluyorum. ‘Merhaba seyirci, şaşırabilirim,eteğim yırtılabilir, on sayfa unutabilirim:’ Bunların hepsi benim için ayrı ayrı felaketler ama hiç önemli değil çünkü ben Kavin’in annesiyim gibi hissediyorum artık. Ama başıma da hiçbir şey gelmedi bunu dediğim günden beri. Müthiş bir özgüven ve alçakgönüllülük hali.
Peki oyuncu olmasını ister misiniz Kavin’in?
Çok isterim. Bunu anlamak için çok erken bir yaş. Ailem bana hiçbir şey uygulamamıştı ben de istemem. Çok meraklı, o büyüyünce böyle bir sürece gireceğimizi biliyorum. Sanki aynı meslekten olursak çok daha şey paylaşabiliriz, onu sahneden izlediğim ilk gün ölebilirim. Aynı sahneye çıkmayı çok isterim.
Sahnede ölmek deyimi sizin için geçerli mi peki?
Evet oyunculuğun yaşı yok. İş yaşlanmıyor, yedi yetmiş devam ediyor. Hakikaten sahnede ölmek fantezim gerçek olsun. Birebir gerçek olsun anlamında depil ama seksen yaşında da sahnede, yaşlanmış bir kadını oynayayım isterim. Çok büyülü bir iş.
Türk sinemasında kadın oyuncuların ağırlıkta olacağı rollerin azlığından yakınılır… Erkeğin gerisinde kaldığı söylenir. Sizin öyle bir düşünceniz var mı? İstediğiniz rol gelmedi belki de yıllarca?
Ben sinema filminde özellikle bir kadın oyuncunun kaç dakika oynadığıyla ilgilenmiyorum. Ben rolün hacmiyle ilgileniyorum ve çok iyi kadın oyuncuların olduğu bir ülkede yaşıyorum. Bir filmde beş dakika görünseler bile oyunculuk dersi veren aktristler var. Esas adama hizmette etseler, evet büyük rol küçük rol diye bir şey diyelim ki var ben inanmasam da, ben rolün bıraktığı etkiye inanıyorum. Türk sineması erkek oyuncuya hzmet eden bir sektör değildir, koşullarını kullanan bütün kadın oyunculara hizmet etmiştir ve etmektedir de hala.. Her sene çok daha fazla ayakları yere değen senaryolar yazılıyor. Belki az kişi izliyor ama önemli değil, bir şeyle tanışmak olmak önemli. Sanatçılar ne yaparlarsa yapsınlar sancılar içinde yaparlar.

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.