ALPER TURGUT

“District 9”, garibim uzaylıları dünyaya geldiklerine bin pişman eden vahşi insanoğluna dair, zeki, etkileyici ve kafa karıştırıcı bir bilimkurgu filmi. Hayli matrak, tek kelimeyle tuhaf ve inadına güzel bir film bu… Üstelik tümden sosyal içerikli ve kara kara düşündürtmeye meyilli de… Ucundan kıyısından ırkçılığa eğilimli olması ise tehlikeli (alt metinden yedirseler de biz uyandık ve bu durum canımızı sıkmadı değil)… Filmi sırtlayanlar mı? Ziyadesiyle yetenekli ve şeytani…

Filmi, 30 yaşındaki Güney Afrikalı sinemacı Neill Blomkamp yazdı ve yönetti. 30 milyon dolara mal olan District 9’un yapımcılığını ise Yüzüklerin Efendisi’nin Yeni Zelandalı rejisörü Peter Jackson üstlendi. Türler arası fuhuş, “uzaylılar giremez” yazılı dükkânlar, yaratık eti yiyen çete reisi, sadece uzaylıların kullanabildiği eksantrik silahlar ve çok amaçlı robotlar, kara büyü, Güney Afrika’da ne aradıkları anlaşılmayan ve film boyunca aşağılanan Nijeryalılar… İşte aksiyon, atraksiyon, atmasyon… Kâfi ölçüde mizah ve bilcümle heyecan bu filmde… Dünya yaşamına ayak uyduramayan uzaylıların öyküsü (Alien Nation) 20 yıl kadar önce de işlenmişti ancak tam gaz yol almaya ve hızını kesmek isteyen klişelerden sakınmaya çabalayan bu filmin tadı bambaşka… District 9, Türkiye’de 6 Kasım 2009 günü gösterime girecek. Sakın kaçırmayın.

 

Yıl; 1982… Gaipten gelen dev ve oldukça teferruatlı uzay gemisi, yerküreyi ziyaret eder. Ve ne hikmetse üzerinde asılı duracağı kenti, bilindiği üzere hiçbir zamazingoyu kati suretle kaçırmayan ABD’den değil de, Güney Afrika Cumhuriyeti’nden seçer. Dünyamız büyük bir şaşkınlık içerisindedir, ülkenin en büyük kenti Johannesburg ise davetsiz misafirin yüzü suyu hürmetine esaslı bir ilginin odağı olmuştur. Sadede gelirsek, Johannesburg ile dünya dışı zımbırtı, uzun bir müddet karşılıklı bakışırlar. Sanırım herkesin o an aklındaki soru şudur; “acaba bunlar, dost mu, düşman mı?”

 

İnsanoğlu, doğası gereği sabırsızdır ya; sonunda dayanamayıp harekete geçerler ve uzay gemisinin kapısını, meşakkatli bir uğraşının ardından aralarlar. Gördükleri diz boyu sefalettir. Uzaylıların tamamı açlıktan bitap düşmüştür ve acil tarifesinden bir yardıma muhtaçtırlar. İnsanlar, zor durumdaki ve sağlıksız koşullardaki bedbaht yaratıklara acır (bu acıma hissi daha sonra kin, nefret ve öfke olarak geri dönecektir) ve zilyon tane uzaylı, Johannesburg’daki “9. Bölge” kampına yerleştirilir. Burada 40 yıl önce siyahların şiddet ve cebirle kovularak, sadece ve sadece mesut beyazların yaşamasına müsaade edilen yerleşim birimine nam-ı diğer District 6’ya bir gönderme mevcut.

 

“Beyaz azınlık efendi, siyah çoğunluk köle olsun” … Güney Afrika Cumhuriyeti ve onun kanlı apartheid rejimi… Afrika’nın Antarktika’ya bakan ucu merhametsizlerin bembeyaz yurdu idi o zamanlar, sahip çıkanların da yüzlerini şeytan görsün! Bu nasıl bir ironi? Bütün siyahlar bitti, şimdi de uzaylıları tıktılar mülteci kamplarına…

 

“GETTO”, SİNEMA VE TARİHİN TEKERRÜRÜ

 

Gettolar, toplama kampları, tehcir kampları, çalışma kampları, mülteci kampları… (Bu “Getto” terimi, İtalyan kökenli ve yaklaşık beş yüz yıl kadar eski… Venedik kentinde söz sahibi olanların, Yahudileri bir arada yaşamaya zorladıkları mahallenin adından geliyor) Soykırım, katliam, açlık, sefalet, zulüm… Meşhur Theodor Adorno, “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır” dememiş miydi? İnsanın insana ettiğini anlamak ve anlatmak ne zor… Ama bilinmeli tüm olup bitenler, bir daha yaşanmaması ise şayet tek dileğimiz; inadına ve ısrarla yazılmalı, çizilmeli, söylenmeli, aktarılmalı, çekilmeli, gösterilmeli… Yoksa “tarih tekerrürden ibarettir” martavalını torunlarımıza hatta onlarında torunlarına vasiyet bırakmış olacağız.

 

Peki, gettolara dair filmler… Sinemada istisnasız bin bir örneği vardır. Misal; Varşova Gettosu en ünlüsüdür. Roman Polanski’nin 3 Oscar’lı eseri “Piyanist”, TV filmi “Ayaklanma” (Uprising / 2001)… Temcit pilavı demeye dilim varmıyor ama yetmez, yetemez… 1948 tarihli “Sınır Sokağı (Ulica Graniczna), “Generallerin Gecesi”, “Nackt unter Wölfen”, “Jeszcze tylko ten las”… Madem sonu gelmeyecek noktayı biz koyalım. Biraz da Afrika’ya uzanalım mı? “Hotel Rwanda”, “Shooting Dogs”, “Kanlı Elmas”… Sonra Ortadoğu’dan “Kaplumbağalar da Uçar”, Sabra ve Şatilla Katliamını anlatan “Beşir’le Vals”… Ya banliyöler… Başyapıt “La Haine” (Nefret / Protesto) ile başlarız, “Banlieue 13” (2004) ve “Banlieue 13 – Ultimatum” dan (2009) çıkabiliriz. Lanet olası Apartheid rejimini de boş geçmeyelim. Mücadele adamı Nelson Mandela’ya kameralarını çeviren “Özgürlüğün Rengi” (Goodbye Bafana) ne güne duruyor.

 

ADI KONULMAMIŞ BİR SAVAŞ, SÜRGÜN VE KEDİ MAMASI

 

İnsanların “karides” ve “çöp yiyenler” adlarını taktıkları bu yaratıklar, araba lastiği ve kedi maması lüpletmekten müthiş keyif alıyorlar. 9. Bölge Kampı’nı, Nijeryalı gangsterle paylaşan uzaylıların sayısı da aradan geçen 20 yılda çoğalıyor ve rakam 1,8 milyona dayanıyor (kürtaj zorunluluğu getirilmesine karşın uzaylılar gizliden gizliye yumurtluyorlar, filmin sonunda 2,5 milyon yaratıktan söz ediliyor). Zamanla Johannesburglular ile aralarında adı konulmamış bir savaş patlak veriyor. Ne yapsın zavallılar; araba yakmayı, trenleri raydan çıkarmayı eğlenceli buluyorlar. Taraflar zayiat vermeyi sürdürence bu kez devreye silahlı bir birimi de (kelle avcıları) bulunan Dünya Dışı Medeniyetler (MNU) adındaki şaibeli örgütlenme giriyor. MNU’ya bağlı Uzaylı İlişkileri Departmanı’nda operasyon saha şefi olarak çalışan Wikus van de Merwe (çiçeği burnunda aktör Sharlto Copley resmen döktürmüş), uzaylıları, kentten 200 kilometre ötede kurulan daha da rezil yeni kampa (10. Bölge) taşınmaya ikna etmekle yükümlüdür.

 

Aslında MNU, dünyanın en önemli silah üreticisidir ve uzaylıların lazer güdümlü oyuncaklarına göz dikmiştir. Tahliye için yapılan tehdit içerikli ikna turları sırasında beklenmedik bir kaza olur. Aslen saf, silik ve sakar bir tipe karşılık gelen Wikus, yaratıkların en zekisi Christopher Johnson’un 20 yılda oluşturabildiği –Çünkü Christopher, kumanda modülüne sahiptir ve uzay gemisini tekrar çalıştırıp oğluyla birlikte dünyayı terk etmek istemektedir- yaşamsal öneme haiz uzay sıvısını üstüne bulaştırır. Artık her geçen saat Wikus için işkenceyi de beraberinde getirecektir. Önce kolu ardından da tüm bedeni… Karideslerle dalga geçen Wikus’un yaratığa dönüşme süreci başlamıştır. Biricik aşkı karısından ayrı düşmenin üzüntüsüyle yıkılan Wikus, bir anda dünyanın en değerli adamı haline gelmiştir. Uzaylılardan başka kimsenin ateşleyemediği silahlar, bir insanın elinde kükremeye hazırdır. Kendini, yaratıkların kesip biçildiği laboratuarda bulan kahramanımız, can havliyle kaçıp kurtulur. Şimdi uzaylı Christopher ile işbirliği yapma ve yeniden insan olabilmek için kavga etme zamanıdır.

METROPOLİS’TEN DISTRICT 9’A BİLİMKURGU SİNEMASI

 

82 yıllık “Metropolis”ten bu güne bilimkurgu sineması, rüyalarımızı süslemeyi sürdürüyor. Altı değil 66 film çekilse doyamayacağımız “Yıldız Savaşları”ndan iyi başlayıp sonunda da bir çuval inciri berbat eden “Matrix”e, çocukların pek sevdiği “E.T.”den çarpıcı seyirlik “Yaratık”a, kült klasik “Bıçak Sırtı”ndan bilimkurgu masalı “Yapay Zeka”ya neler neler var zulamızda… Sonra Stanley Kubrick’in şaheseri “2001: Bir Uzay Destanı”nı, Andrei Tarkovsky’nin “Solaris” ve “Stalker”i, Terry Gilliam’ın “Brazil”i, Hayao Miyazaki’nin “Rüzgârlı Vadi”si… Seriler halinde ilerleyeceksek eğer “Maymunlar Cehennemi”, “Terminatör” ve “Geleceğe Dönüş”ü tartışmasız liste başı yapabiliriz. Efsanevi “Donnie Darko”, dizisi ve filmleriyle pek meşhur “Uzay Yolu”… Ardından “V”, “Şey”, “12 Maymun”, “Frankeştayn”…

 

Bir Uzakdoğu klasiği “Bir Başkasının Yüzü” (Tanin no kao), Sovyetler Birliği’nden “Kin-Dza-Dza”… 57 yıl aradan sonra yeniden çevrilen ve ne yazık ki; aynı tadı vermeyen “Dünyanın Durduğu Gün”. 1932 tarihli H.G. Wells’ten adapte edilen “Kayıp Sırlar Adası”. Bir bilimkurgu efendisi olan Wells’in “Görünmez Adam”, “Zaman Makinesi” ve “Dünyalar Savaşı”nı da unutmayalım. İki çevrimi de olmamış, kotarılamamış “Dr. Moreau’nun Adası”nı ise yekten unutalım.

 

Henüz izleme fırsatı yakalayamadığımız 2007 tarihli Japon bilimkurgu animasyonu “Evangerion shin gekijôban: Jo” ile 2006’da çekilen “Toki o kakeru shôjo”… Hazır animasyon demişken “Demir Dev” ile “Ghost in the Shell”i (şimdilik üçlediler) de atlamayalım.

 

Elbette, yakın tarihli filmler arasından da biz bilimkurgu hayranlarını mutlu eden yapıtlar çıktı. “Son Umut”, “Serenity”, çizgi roman uyarlaması “Demir Adam”, “Dünyalı” ve “Vol.İ”yi bir çırpıda sayabiliriz… Bu ay vizyona sokulacak olan “Zaman Yolcusu’nun Karısı” (Time Traveller’s Wife) ile “Suretler”i (Surrogates) de büyük bir merakla beklemekteyiz. Umarım, hüsrana uğramayız. Bunun dışında Filmekimi’nde de merak uyandıran iki bilimkurgu filmi var. Biri Shane Acker’ın “9”u… Yapımcılığını Tim Burton ve Timur Bekmambetov gibi iki delifişeğin üstlendiği 9, resmen iştahımızı kabartıyor. Öykü kısaca şu; yakın bir gelecekte makinelerin başkaldırıp insanları yok etmelerinin ardından dokuz bez bebeğe can verilir. Sizce de ilginç değil mi? Diğer filmimiz ise rock müzik yıldızı David Bowie’nin oğlu Duncan Jones’un (Zowie Bowie) yönettiği “Ay” (Moon)… NASA’nın Houston Uzay Merkezi’nde ders programına alınan bir bilimkurgu gerilim filmi… Ay, 1970’lerle 1980’lerin bilimkurgularına (Yaratık, Silent Running, Outland, Bıçak Sırtı) ithaf edilmiş. Ne denir? Yakışır.

 

Not; IMDB’de şimdilik 134 uyarlaması görünen çocuk düşlerimizin kılavuzu Jules Verne’i de anmadan noktayı koymayalım.

Alper Turgut, Adana’da doğdu, üniversitede gazetecilik okudu. Uzun seneler, çeşitli gazetelerde çalıştı, farklı alanlarda görev yaptı, sendikacılıkla uğraştı. Sonra bir gün (Haziran 2006), şans eseri, çocukluk aşkı sinemaya bulaştı, işte o tarihten beridir, filmler üzerine düşünmeyi, konuşmayı ve yazmayı sürdürüyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.